Maid, 25 Kasım ve biz

İLAYDA ÇAĞLA KOÇOĞLU

Maid, geçtiğimiz ay Netflix’te yayınlandı ve birçoğumuzun hayatına girdi.

Bekar anne Alex, şiddet gördüğü ilişkisini arkasında bırakmaya çalışırken ve kızı Maddy için daha iyi bir yaşam yaratmak için evsizliğin üstesinden gelirken, geçimini sağlamak için ev temizliğine başlar.

Konusunu basitçe yukarıdaki gibi özetleyebileceğimiz dizi aslında hepimizin hayatlarından kesitler sunmakta. Belki de bu kadar sevilmesinin sebebi Alex’in yaşadıklarında kendimizi ya da bir yakınımızın yaşadıklarını görmemizdir.

Şiddet hayatımızın her yerinde. Evde, işte, siyasette, sosyal yaşamda, ne yazık ki hayatımızın her alanında.

Yakın zamana kadar şiddet dediğimizde aklımıza sadece fiziksel boyut gelirdi ancak zaman içerisinde şiddetin ekonomik boyutunu, siyasi boyutunu, psikolojik boyutunu ve duygusal boyutunu öğrendik, fark ettik.

Kavramların hayatlarımıza dâhil olması yaşadığımız şeyin şiddet olduğunu hemen anlamamızı sağlayamıyor ne yazık ki. Hatta çoğu zaman yaşadığımız durumun şiddet olduğunu kendi içimizde reddediyoruz. Konfor alanlarımızı terk etmek istemiyoruz ya da hayatımızdaki kişinin aslında bizi sevdiğini kendimize söyleyerek kendi kendimizi telkin ediyoruz.

Psikolojik şiddet, failin mağduru duygusal olarak sindirmek ve aşağılamak, ona yaptırım uygulamak veya cezalandırmak için toplumdan soyutlamak üzere baskı uyguladığı bir saldırganlık ve istismar biçimidir.

Maid dizisini izleyenler bilir, Alex yıllar boyu partneri tarafından duygusal şiddete maruz bırakılmış bir kadındı. Bu şiddetin boyutu o kadar büyüktü ki Alex kendi banka hesabını bile kendisi yönetmiyordu. Ne zaman ki bu şiddetten kendi kızı etkilendi, Alex ilk kez o zaman bu ilişkiyi sürdürmeme kararı aldı.

Konfor alanını, yaşadığı yeri kızıyla birlikte terk eden Alex için zorluklar aslında yeni başlıyordu. Kendi hayatlarımızda da böyle olmuyor mu? Ne zaman kendimiz için cesur adımlar atsak ya da atacak olsak sürekli bir engelleme ile karşılaşmıyor muyuz? Uğradığımız şiddetle baş başa bırakılmıyor muyuz?

Alex’in ilk yaşadığı zorluk kızını alıp gittikten sonra kalacak yer bulma sorunuyla başlıyor. Bugün Türkiye’de birçok kadın ailesi kabul etmez, ortada kalır diye ev içi şiddete katlanmak zorunda kalıyor. Devlet politikaları, aile bütünlüğünü ve kurum olarak aileyi korumak adına şekillendiği için kadın, kendi ailesinin yanında bir de devlet ve kurumları tarafından şiddetle bir başına bırakılıyor.

Daha sonra Alex, ekonomik şiddet ile yüzleşiyor. Peki, ya bugün hepimiz bu gerçekle yaşamıyor muyuz? Çalışabilenlerimiz iş yerlerinde aynı işi yapan erkeklerden daha düşük maaş alıyoruz, iş başvurularında aynı nitelikte olmalarına karşın seçilen değil elenen kişiler oluyoruz. Bazılarımız eşi istemediği için çalışamıyor ve ekonomik bağımlılık sebebiyle şiddet uğradığı yeri terk edemiyor.

Hayatlarımızın her alanı erkeklerin ayrıcalıklı olacağı şekilde şekillenmiş durumda ve biz bir de tüm bu dezavantajların yanında fiziksel şiddetle öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyayız her gün.

AKP iktidarı, 2017 yılında gerçekleşen referandum sonrasında siyaset içinde hali hazırda dezavantajlı olan kadınları ittifak modeliyle daha da dezavantajlı konuma düşürdü. Bu durum kadınlara karşı politik şiddetin büyümesine yol açtı.

Aynı AKP iktidarı 2013 yılında yaşanan Gezi protestolarından beri sistematik bir şekilde siyasi hegemonyasını kurup kadınlara karşı şiddet alanını genişletmekte.

2013 yılından beri iktidarın çözülmesine yol açamadığı tek hareket ise kadın hareketi.

Kadın hareketi, kadınlar, karşı karşıya kaldıkları tüm şiddet çeşitlerine rağmen hayatta kalmayı değil yaşamayı savunduğu için iktidara karşı taviz vermiyor. Taviz vermedikçe de güçleniyor. Taviz vermedikçe toplumun farkındalığını yükseltiyor.

Maid dizisinde Alex’e en büyük desteği kadınlar sağlıyor. Tekrar ayağa kalkmasını, konfor alanını terk etmesini, kendisine yeniden bir hayat kurmasına destek oluyorlar.

Türkiye’de iktidara karşı tek kadın dahi yalnız değil. Çaresiz hissettiğinde çare olacak kadınlar var, biz varız.

Bir 25 Kasım’ı daha geride bırakırken Mirabal Kardeşlerin bize bıraktığı mirasın ışığında, asla yalnız yürümeyeceğimizin bilinciyle…