Roger Federer önceki gün Laver Cup’ta ezeli rakibi Rafael Nadal ile çıktığı çiftler maçıyla tenis kariyerini noktaladı. Tenis tarihinin en büyük ikonlarından biri olan Federer unutulmaz izler bıraktı. Kortların gördüğü en zarif sporcuyu hayata tutunan yüz binler de asla unutmayacak. Öteki çocukların gönlüne taht kurmak da en az ‘Tenisin Majesteleri’ olarak anılmak kadar kıymetli.

Majestelerinin vedası
Maç sonrası Federer ve Nadal gözyaşlarını tutamadı. (Fotoğraf: Depo Photos)

Türkiye saatiyle geceyarısının ilk dakikalarıydı… Gerek ülkemiz, gerek tüm dünyada tenis meftunları kortların majestesini son bir kez izlemek için ekranları başında toplanmıştı. İzlemeden sonunu ezbere bildiğiniz filmin finalinde gözyaşları sel oluyor; bir devir kapanıyordu.

Aslında her şey tenis tarihinin en zarif oyuncusu olan Roger Federer’in 15 Eylül’de yaptığı açıklamayla başlamıştı. Özgeçmişinde 20 grand slam zaferi, biri altın biri gümüş olmak üzere iki Olimpiyat madalyası, bir Davis Kupası şampiyonluğu olan İsviçreli raket, milyonların uzun süredir beklediği cümleyi kuruyor, Avrupa’yla dünyanın kalanını karşı karşıya getiren Laver Kupası’nda kariyerini noktalayacağını resmen duyuruyordu.

Bir anda Londra’da yapılacak Laver Kupası’nın manası değişmişti. İmkânı olan hayranları onu son kez görebilmek için bilet bulma yarışına girerken, içlerinde bu satırların yazarının da dahil olduğu milyonlarca fani, o son karşılaşmanın tarihinin açıklanmasını iple çekiyordu. Ezeli rakibi, ebedi dostu Rafael Nadal’la çiftler karşılaşmasına çıkacağı belli olduğunda, gözler doluyordu. Son birkaç yıldır sakatlıklarla boğuşan Ekselansları, üç günlük organizasyonun ilk akşamında jübilesini yapacaktı. Gerisi teferruattı…

***

Erkek tenisinin büyük triosunun ikisi korttaydı. Yan yana kıtalarına bir galibiyet kazandırmayı amaçlıyorlardı. Onların rekabetine sonradan dahil olan Novak Djokovic’in kenarda olması da şüphesiz manidardı. Üç silahşörün 15 yılı aşan rekabeti, milyonları mest etti. Hanelerinde yazan toplam 63 Grand Slam şampiyonluğu, imkânsız bir şeydi. Tarihin en dominant üç erkek tenisçisi, kariyerlerini birbirleriyle final oynayarak geçirmişti. Bir Hollywood senaristinin kaleminden çıksa inandırıcı bulunmayacak senaryoyu perdede değil, beyaz camda tanıklık etmiştik. Ama hepimiz biliyorduk, başlayan her şey biterdi ve yine bitecekti…

Ağustos ayında 41. yaşını bitiren Federer, tenis sahnesine resmen çıktığında, tarih 1998’i gösteriyordu. Dile kolay tam 24 sene süren upuzun kariyerine sıkıştırdıkları saymakla bitmiyordu. Bazı rekorlarının bir bir kırıldığına tanıklık ediyor, yine orada olmaya devam ediyordu. Ama yıllar tüm insanlara olduğu gibi Majesteleri’ne de acımıyordu. 2018 Avustralya Açık’ta 37’sine merdiven dayamışken kaldırdığı kupa, aklın sınırlarını zorluyordu. Kendisinden önceki kuşak 30’ların başında emekliye ayrılırken, o ezeli rakiplerinin de yapacaklarını adeta müjdeliyordu.

***

Soyadlarından yaratılan, müseccel olmayan Fedal markası son kez resmen yan yanaydı. Çok iyi arkadaş olan Federer’le Nadal’ın bugüne dek oynadıkları 40 müsabakanın 16’sını İspanyol tenisçi kazandı. Grand Slam turnuvalarındaki 14 randevularının 9’u finaldi. Bu maçlarda Nadal’ın hanesinde 10 galibiyet, 6 da şampiyonluk yazıyor. İkilinin oynadıkları 2008 Wimbledon finali, şüphesiz tarihin en güzel maçlarından biri olarak kabul ediliyor; o gün Nadal’ın Federer’e karşı kariyerindeki tek çim kort galibiyetini aldığı gün olarak da ayrıca istatistiklerde duruyor.

***

Saat tam 00.11’i gösterirken, ilk servis atılıyordu. Aslında 23.00’te başlaması planlanan karşılaşma, en iyi döneminde üç Grand Slam şampiyonluğu yaşayan, yıllardır sakatlıkların pençesinde sıradan bir oyuncuya dönüşen Andy Murray’in Alex de Minaur’le yaptığı maçın uzaması nedeniyle gecikiyordu. “Kazandığında Britanyalı, kaybettiğinde İskoç” olan Murray, elinden geleni yapıyor ancak gücü yetmiyordu.

Bir zamanlar aslında dört atlı olan rekabetin kortlardan ilk silineni açılışı yapmıştı. Tarihin asla silemeyeceği ikili kortta yerini alırken, silahşörlerin genci Djokovic kenardaydı. Rakipleri Amerikalı Frances Tiafoe-Jack Sock çiftiydi. İki genç adeta tüm dünyaya karşıydı. İlk seti Fedal aldığında, milyonlar havaya uçuyordu. Fakat evdeki hesap dünyaya uymuyor; kortların iki efsanesi her şeylerini verse de kaybediyordu.

Zaten sonrası rüya gibiydi. Federer’in 24 senelik kariyeri birçoklarının gözünün önünden film şeridi gibi akarken, korttaki duygu seli ekranları başındaki milyonları etkiliyordu. Majesteleri ağlıyordu. Yalnız değildi, Nadal da onunla beraber gözyaşlarına boğulmuştu. Kazanmak için her şeyi mubah gören topraklara belki de ikili net bir mesaj veriyordu. Rakip öteki değil, hayatın anlamıydı!

Kortların gördüğü en zarif oyuncu, ikonik bir şekilde veda ediyordu. Maçtan sonra zar zor konuşabilen, sürekli ağlayan efsanenin eşi Mirka’ya teşekkürü, çocuklarına sarılması, annesine hitabı derken milyonlar yataklarına gözleri yaşlı giriyordu.

Bir dönem kapanmıştı. Büyük ustalar çağının en soylusu sporu bırakmıştı. 20’si grand slam’lerde olmak üzere teklerde 103 şampiyonluk, iki Olimpiyat madalyası, omuzunda taşıdığı 310 hafta dünyanın bir numarası unvanı cabasıydı. Tenisten kazandıklarını yüz binlere aktarma şekliyse bambaşkaydı.

***

Yıllar önceydi. Bir avuç şanslı Güney Afrikalı çocuk, kahramanlarıyla buluşmak için sabırsızlanıyordu; saatler bir türlü geçmiyordu. Fakirliğin kol gezdiği mahallelerdeki bu öğrenciler için o eğitim programı iki öğün yemek, kılık; kıyafetten çok daha fazlası demekti; onlar için gelecekti...

Gençler heyecanla doldurmuştu sınıfı. Bir anda öğretmenlerden biri kapıdan koşarak içeriye girmiş; ses kesilmişti. Okulda tansiyon yükseliyordu; ansızın kapı açılıyordu.

Sıcacık bir gülümsemeyle içeri dalmıştı. Çocuklar nutku tutulmuş bir şekilde ona bakıyorlardı. O bir kâğıdı kapıyor; adını soyadını üstüne yazıyordu: Roger Federer!

Ortam biraz yumuşamışken, cebinden çıkardığı muzu suratına yapıştırıp kocaman bir bıyık yaptığında kahkahalar yükselmişti. Biraz sohbetten sonra dışarı fırlıyorlar; futbol oynamaya başlıyorlardı. Öğretmenler, kızlar, erkekler... Hepsi topu kovalıyordu. O gün herkes mutluydu.

Derken 15 yaşındaki bir kız öğrenci ona dönerek “Yarınlar benim!” diye haykırıyordu. O an belki de ilk defa kortun dışında da yaşamlara dokunduğunu anlamıştı. Başarısı, hiç tanımadığı insanların geleceği demekti.

***

Annesinin doğduğu Güney Afrika, hep ilgisini çekmişti. Kararlıydı, bir şeyler yapmak istiyordu. İlk Güney Afrika’da çocuklar yararına yapılan projelere destek olmak amacıyla 2003’te kurulan Roger Federer Vakfı sonradan sınırları aşıyor, Botsvana, Zambiya, Malavi, Namibya ve Zimbabve’de de faaliyet gösteriyordu. Yedi binden fazla okula sağlanan 52 milyon dolarlık destekle sayısız hayata dokunuluyordu.

Yeryüzünün dört bir köşesinde doğal felaketlerden etkilenen insanlar için yardım toplayan, açık artırmalarda raketini satan Majesteleri lakaplı sporcu, 2006’dan beri UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) İyiniyet Elçisi...

Peki vakfının bugüne dek 2 milyon çocuğun eğitimine katkıda bulunduğunu biliyor muydunuz?

Kortların gördüğü en zarif sporcuyu sadece tenis meftunları değil, girişimi sayesinde hayata tutunan yüz binler de asla unutmayacak. Bu “öteki” çocukların gönlüne taht kurmak da “Tenisin Majesteleri” olarak anılmak kadar kıymetli. Milyonlara mâl olan ikonların da zaten dünyaya ilhamdan daha fazlasını vermesi gerek. Sizce de öyle değil mi?