Çocukluk trenimin son durağı Erzurum’un Horasan ilçesiydi. Ama o yıllarda halkımız, trenden çok, “şosa” tabir edilen toprak yolları...

Çocukluk trenimin son durağı Erzurum’un Horasan ilçesiydi. Ama o yıllarda halkımız, trenden çok, “şosa” tabir edilen toprak yolları tercih ederdi. Bir yerden bir yere gitmenin adı da “makine” ile, yani kamyonla “şosaya çıkmak...” Gerçi ne zaman, nasıl geçtiği belli olmayan “burunlu” “Austin” marka otobüsler de vardı. Ama, kimse “Austin’in namına/Aldanmışım şanına/Bir daha Austin’e binersem/Ne işler gelir başıma” dediği “burunlu”lara pek rağbet etmez, toz toprakla halvet olarak, salkım saçak gitme pahasına “makine”lerin yolunu gözlerdi.

“Makine”lerin en fosforlusu da, alınlarında “Maşallah” yaftalarıyla “Vabis” marka olanlardı.

Öküzünü, ineğini kamyonun kasasına yükleyen vatandaş, çoğu zaman da “Vabis”in çamurluklarında yolculuğu yeğlerdi.

O çocukluk yıllarımdan kalan bir başka anı da, gerdanı göbeği Konya ovası gibi geniş, tombulca kadınlara bu kamyonlardan mülhem olarak “Vabis” denmesi...

Julio Cortazar’ın “Lucas Diye Biri” kitabını okuyunca çocukluğumun işte bu “makine”lerini düşünüp durdum.

Cortazar, “Şoförün Yanındaki Sessiz Yolcu”da, arkadaşı Aldo Franceschini’nin başından geçen ilginç bir yolculuk öyküsü kaleme almış ki, anlatmaya değer.

Aldo, karısıyla karanlık, ıssız bir gecede, Buenos Aires’e gitmek için “makine” yolu gözlemektedir.

Karanlığı bir kamyonun farları aydınlatır.

Aldo, bin bir meşakkatle kamyonu durdurmayı başarır.

Meramını anlatmak için sürücünün yanına fırlar.

Şoför mahallinde, sürücünün yanında tanımlayamadığı, kara gölge halinde biri oturmaktadır.

Bu, makyajla canlı insan görüntüsü verilmek istenen bir “ölü”dür ve sürücü de bu “ölü”yü şafak sökmeden Buenos Aires’e ulaştırmak zorundadır.

Cortazar, daha sonra bu olayı şöyle açıklayacaktır:

30’lu yılların Arjantin’inde verem hastalarının cesetlerini taşımak çok pahalıya gelmektedir. Halk da geceleri bu yolu seçmekte, ölüleri kamyonlarla taşıtmaktadır.

Bir ilginç nokta da bu tür taşımacılıkta hız ustası sürücülerden ikisi, daha sonra dünyaca ünlü iki araba yarışçısı olacaktır.

Bu noktadan hareket eden Cortazar, şöyle bağlıyor öykünün düğümünü:

“O çılgın yarışlarda da insan yanında sürekli bir ölü taşımaz mı?”

Bir düşünün, açlık grevleri de barışa giden bir yolculuksa insan kimin ölüsünü taşır vicdanında?  

Ve nereye gittiği belli olmayan bir kamyonun kasasına doldurulan; hayallerin dahi ipotek altına alındığı; biri bitmeden öteki başlayan, günleri ve gündemi eskitmeyi amaçlayan; idam, anayasa, başkanlık, büyükşehir gibi daha onlarca tartışma…

Her tartışma da bir süre sonra bir söz ve sözcük çöplüğüne dönüşmekte…

Bizler ise ne yazık ki şoför mahallindeki “sessiz” yolcu misali, nereye gittiği belli olmayan bir “makine”nin gelmesini beklemekteyiz.