Çokça anlatılan bir anekdottur; yamyam ile ‘uygar’ insan ya da yamyam ile antrapolog hikayesi. Özetle birini anlatayım; 

Yamyamlığın halen sürdürüldüğü bir kabilede araştırma yapan antropolog ile kabile şefi arasındaki diyalogda yamyam sorar;

- Sizde öldürme yok mudur? Antropolog yanıtlar,

- Vardır, hem de bazen kitleler halinde.

- Öyleyse siz de yamyamsınız. Git de kendi insanını araştır o zaman!

- Bir fark var ama, biz sadece öldürürüz, yemeyiz.

- Yaaa, işte bu daha da kötü, madem ki yemeyeceksiniz niye öldürüyorsunuz?

Antropolog ne yanıt vermiş bilemem ama “Niye öldürüyoruz?” sorusuna öldürenler  geçerli bir yanıt verebilmişler midir? Ya da öldürmenin nedeni olabilir mi? 

Yaşam hakkı, insan hakkıdır. Eğer bir insanın yaşam hakkını elinden alıyorsanız - ki bu açık bir insan hakkı ihlalidir günümüzde- işte o zaman sizin insanlığınız sorgulanır. 

Öyle bir ülke düşünün ki insanları;

Polisleri hedef alarak, baş hizasında silah çeksin ve ateşlesin, gaz fişeği atsın ve öldürsün. 

 Hâkimleri, bu cinayetleri örtbas etmeye çalışsın,

Madenleri birer ölüm makinesine dönüşsün ve sorumluları ceza almasın,

İdam sözde yasaklanmış olsun ama cezaevlerinde çocuk, yaşlı demeden adım adım ölüme gönderilsin, idam sürece yayılıp bir de işkence haline gelsin?

AKP  Türkiyesi’nde cezaevleri ölüm evlerine dönüşmüş durumda. İleri kanser vakaları, böbrek yetmezliği vb nedenlerle yatalak mahkûmlar, tüberkülozlular, kalp ve şeker başta olmak üzere bir ve daha fazla hastalıkla boğuşan yaşlı mahkûmlar, şizofrenik hastalar, epilepsi hastaları, korsakofflular, felçliler, binlere varan hasta, cezaevlerinde ölüme mahkum edilmiş vaziyette. Sorarsanız idam bu ülkede yasak.Bugün idamı yeniden düşünen kafa zaten onu, cezaevlerinde hastalıkları işkence aracı gibi kullanıp uyguluyor.

 Mahpusların düzenli ve yeterli tedavi, teşhis, kontrol imkânlarına ulaşmasının güç olması bir yana doktora erişim olanakları dahi yok. Durumları ağır olan ve hapishane revirinde tedavi olanağı olmayan mahpuslar kendilerini uzun süre ilgili sağlık kurumlarına sevk ettiremiyorlar. 

Kimi yapılan sevk işlemleri de ayrı bir işkenceye dönüşmekte. Hastanelere ulaşılsa bile jandarmanın müdahalesi, kelepçeli muayenenin dayatılması, hastanelerin zaten yoğun olması nedeniyle teşhis ve tedaviler ya hiçbir şekilde yapılamıyor ya da yetersiz bir muayene ile mahpuslar geri gönderiliyorlar. Hasta mahkûmların durumu her geçen gün daha da vahim bir hal almakta. Hal böyle iken AKP faşizmi bırakın bu konuda altına imza attığı yasaları, protokolları uygulamayı, tam aksine Adalet Bakanlığı, önümüzdeki beş yılı kapsayan planlama uyarınca 207 cezaevi, 103 adliye yapılacağını açıklayarak ceberrut devlet özelliğini ifşa etmekte. ABD, Rusya ve Çin’den sonra en fazla mahkûmu olan ülkelerden bir de Türkiye. Binde iki rakamı ile Brezilya’yı yakalamış ve hızla diğerlerine yaklaşıyor. Cezaevleri tam bir cehennem. Daha geçen ay Kocaeli E Tipi Cezaevi’nde olumsuz yaşam koşullarını protesto amacıyla isyan çıktı. 

AKP faşizmi içeride, dışarıda ölüm kusuyor. Erdoğan, Davutoğlu ve şürekâsına zaten bu ölümlere bugünde cevaz veren yasalar yetmiyor, daha da ağırlaştırılmış yasalar için, yaşam hakkını gasp için, yeni yasalar çıkarma peşinde koşuyorlar.  

Bugünlerde çeşitli açılım söylemleri yeniden gündemde. Sahte barış ve kardeşlik söylemleri faşist ağızlarda iğrenç bir biçimde çiğneniyor. 

AKP faşizmi giderek bir zulüm ve ölüm makinasına dönüşüyor. 

Tarihte hangi ölüm makinesi barış ve kardeşlik üretebilmiş ki? 

Hiç…

Öyleyse işte burada Ludizm haktır. Makineler kırılacaktır!..