'HDP bizi desteklesin biz ondan tıpkı laiklik gibi uzak duralım' demeyen, en gerçekçi çıkış yolunu gösteren solu, marjinal saymayan bir muhalefet fena fikir değildir. Bu fikrin önündeki engellerin en belalısı ise başka bir ittifakın peşinde kurtuluş arayan virüstür. Üzerinde ne kadar durulsa yeridir, en güçlü muhalefet partisine enfekte öyle bir liberal virüstür ki korona yanında pek masum durmaktadır.

Maksat bir rivayet muhtelif

Muhibbi” mahlasıyla gazeller yazan Kanuni Sultan Süleyman meşhur bir beyitinde “Kimi ar’ar dedi kadd-i dildâra kimi elif / Cümlenin maksûdı bir ammâ rivâyet muhtelif”, serbest tefsir ile nakledersek, “sevgilinin endamını kimi ardıç ağacına benzetti kimi elife / Hepsinin de maksadı bir ama, üslubu, tefsiri pek çeşitlidir” demiş idi. Bizim iktidarın istikbali konusunda hepsi de pek hakikî görünen rivayetler de böyledir. Burada ardıç ağacının alaylıyı, Elif’in de okumuş yazmışı, mektepliyi temsil ettiğini söylemek isabetli olur; böylece rivayetin pek çeşitli oluşu kimseyi şaşırtmaz, Elif’in de ihtimal talibi artar...

Dememiz odur ki maksat malumdur; yani bunca yıldır neredeyse muhalefetten münezzeh, karışanı görüşeni olmamış nihayet tekleşmiş iktidarın; muhalefetini kendi doğurmuş, isyan edince tepelemiş partinin; sokağa çıkmış kitlelerin karşısına pek öfkeyle çıkmış şimdilerde ise “bizi kandırdı hayal kırıklığına uğrattı” deyip boyun bükerek “self critique” yolunu tutmuş koca koca adamların kadınların desteğini de alarak pervasız hükmetmiş siyasetin ömrünü tamamladığını, pili tükettiğini, malzemesinin kalmadığını, yüzde 60’ları bulan seçmen kitlesini kaybettiğini, fesli sarıklı sine-i ümmetine ricat ile ve dahi hilafet hülyası ile onları harekete geçirerek ömrünü uzatma manevrasına girişme ihtimalini de hesap ediyorsak; demokrasi marifetiyle vazifeden azat edilmesi her türlü rivayetin dışında hakkımız, haklı maksadımız olmaz mı?

Cümle uzun olduysa 18 yılın hülasasıdır, affola...

Gerçi bu noktada “yahu gelmiş yerleşmiş, oy moy umrunda değil, bir yolunu bulacak, imkânları zorlayacak, gitmeyecek” diyenler de az değil. Bu moral bozucu rivayetin hakikat olup olmadığını yaşayıp göreceğiz; lâkin görüp yaşarken öyle beklemekle olmaz, hakikatin farklı tezahür etmesi için çalışmak, yüksek sesle bağırmak, artık feryat etmek gerekmez mi?

Tamam, burada tam olmasa da anlaşıyoruz. Zaten bizim her konuda aynı fikirde olmamız ne mümkün ne de makbuldür; amma görüneni görmemek de olmaz. O kanalın takipçisi değilim arkadaşlar okudun mu dediler, buldum okudum. Bilmem ki Yavuz Alogan’ın pek tafsilatlı yazısındaki “Siyasî iktidarın elindeki imkânlar ile niyetleri arasındaki ters orantı ne kadar büyükse ülkenin topyekûn felakete sürüklenme olasılığı o kadar artar” tespitine ne dersiniz?

İmkânlarla niyetler

İmkânlar ile niyetler arasındaki açı ne kadar büyükse felaket de o kadar büyük olur mu bilmem; bunu ölçmek zor lâkin imkânlar ile niyetlerin arasına girebilecek güçler olsaydı felâket de önlenebilir, gitmesi gerekene “git artık” denilebilirdi. Alogan, yazısının nihayetinde bir uzlaşmaya zemin oluşturabilecek bir tespitte bulunmuş, başarılamaz ise her türlü rivayetin dışına çıkılacağını da söylemiş. Daha önce pek çok çevrenin, âlimin, siyasetçinin, bizim gibi fukara yazarçizer takımının da sık sık söylediğine benzer tespiti şöyledir: “Programı olan bir muhalefet cephesi kurulmazsa, siyasî partilerin üyeleri parti yöneticilerine bu yönde baskı yapmazlarsa, her türlü felakete hazır olun. Saray, kendi dünya görüşünü hâkim kılmak ve kendi yönetim sistemini kabul ettirmek için laik topluma karşı son mücadelesini vermeye hazırlanmaktadır. Yerel seçimlerde büyük şehirleri kaybettiler, oyları eriyor, genel seçimlerde kesinlikle kaybedecekler, aman sesimizi çıkarmayalım, provokasyona gelmeyelim diye düşünmek gaflet ve dalâlettir. Ayasofya’nın ibadete açılması ve hilafet tartışmalarıyla birlikte Saray Hükümeti yeni bir yola girmiş, topluma bir deli gömleği giydirmeye karar vermiştir. Hedefleri imkânlarıyla uyumlu değildir.” (Deli Gömleği; Veryansın tv)

Bunun çaresi, her konuda anlaşmak mümkün olmayabilir ama geçmişe kapalı geleceğe açık kısa bir demokratikleşme programının etrafında ittifak etmek değil midir? HDP bizi desteklesin biz ondan tıpkı laiklik gibi uzak duralım demeyen, en gerçekçi çıkış yolunu gösteren solu marjinal saymayan bir muhalefet fena fikir değildir. Bu fikrin önündeki engellerin en belalısı ise başka bir ittifakın peşinde kurtuluş arayan virüstür. Üzerinde ne kadar durulsa yeridir, en güçlü muhalefet partisine enfekte öyle bir liberal virüstür ki korona yanında pek masum durmaktadır.

'Kerim Devlet'çi miyiz?

Bu virüsün tarihi epeyce eskidir. Maalesef soldan, sol kanattan neşet etmiştir. Gayet zararsız, bilimsel bir çaba olarak ortaya çıkmış, hatta kendine Doğu’daki sistemin farklılıklarını araştıran Marx’tan alıntılarla destek bulmaya çalışmış, sonradan romancıların eline düşmüş, nihayet İdrisyen keskin bir çıkışla liberallere devredilerek, her türlü postçunun elinde oyuncak olmuş bir fakir fikirdir. Amma, şimdilerde ana muhalefet partisine bulaşmış olması büyük bir hadisedir ki, nasıl üstesinden gelinebilir, doğrusu bir bilene rastlamadım. “Bize ne, biz hekim miyiz?” diyenler varsa da, güçler dengesini hesaba katmadan, geniş yığınları etkileyen bir partinin dikkate alınmaması siyaset dışı bir şey olmaz mı?

Öyleyse üzerinde durulmayı, mümkün olan her yolla yöntemle parti yönetimini değil o artık zor görünüyor, ama üyelerini, tabanını, takipçilerini uyarmak en azından gerçekleri söyleyip “ruhu kurtarmak” gereklidir. Gerçi ruhu kurtarmanın memlekete faydası yoktur ya yine de “Boş durmadık oğlumuza kızımıza mahcup olmadık elimizden geleni yaptık ona anlatamasak da biz doğru yoldaydık, başaramadık, yine deneriz” diyebilmeli insan.

Ana muhalefet partisi yöneticileri üç yöntemle yolu tıkamaya karar vermiş görünüyorlar. Birincisi; “Bizim kitle bizimdir onu ikna etmeye gerek yoktur, önemli olan sağ kesimdir, kazanmak için de onların suyuna gitmek, raconu öğrenmek, kavramlarına hâkim olmak, laiklik gibi tehlikeli, ittifakları bozabilecek bazı konulardan uzak durmak lazım” fukaralığıdır.

İkincisi; “Aman sokaktan uzak duralım, itirazlarımızı usulca, usulen söyleyelim, kurbağayı ürkütmeyelim, nasılsa gidicidir, kılıçlı imamı mesele etmeyelim, dokunmak istediklerine bırakalım dokunsunlar, devletçiliği savunmak boynumuzun borcuysa onu da 'devlet ana' kılığında, 'Kerim Devlet' donunda kutsayalım, dış politikada da fazla laf etmeyip, destek çıkıp şaşırtalım.” hayalidir.

Üçüncüsü; “Reis gidince yerine birini nasılsa buluruz, eski tecrübelerimizi küçümsediler ama Ekmeleddin denemeydi olabilirliğini gördük ki işte yakında başaracağımız gül gibi ortada.” yüksek stratejisidir.

Ana muhalefetin bütün görüşü bu kadardır ve yanlış aktardığımızı, eksik bıraktığımızı iddia eden varsa söylesin; İlhan Cihaner’i dinlememek için gösterdiğiniz gayretten bitap düşmüş muhterem CHP eliti, ne söyleyecekseniz söyleyin siz de artık.

***

Biliyorum aralarında beni okuyan dostlar var, hiç değilse onlar kulak versinler diye CHP’nin yeni üslubunu taklide gayret ettim, lâkin bilmem anlaşılacak mıyım? Ekabirin şu günlerde liderle ters düşmemek için diline, okuduğuna yazdığına dikkat ettiğinin farkındayım. Yeniden okuduklarını sandığım “Tahiri”lerin kutsal kitabı Devlet Ana pek firaklı biter. O güne kadar anasının sözünden çıkmamış Kerimcan kabusu olmuş kırbacı anasının elinden alıp, “Geri bas! Geri dedim! Hadi bakalım aşevine! Bir eksik görmeliyim ki sofrada, ben size sormalıyım!” diye celallenir, yavuklusu ile anası odayı terk edince de oturur Siyasetname’yi okumaya başlar.

Şimdi sağ olsaydı üstat Kemal Tahir İstanbul Sözleşmesi’ne ne derdi merak ediyorum; Söğüt kasabasını mekân eylemiş Osman Beyliği’nin molla olmak isteyen çelebisi Kerimcan gibi kırbacı eline alıp sokaktaki kadınlara Çorum ağzıyla “Haydi doğru mutfağa hele bir eksik görmeliyim ki” diye öfkelenir miydi?