En azından iktidar çevrelerini şaşırtmamış, aksine memnun etmiş görünüyor. Seçimlerden sonra Anadolu Ajansı, sonuçları “Malezya seçimlerini ‘Erdoğan’ın dostu’ Mahathir kazandı” başlığıyla veriyordu. Oysa Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği tarihte Mahathir iktidardan ayrılmış, Erdoğan ve AKP’nin Malezya dostluğu aslında Necip Rezak zamanında pekişmişti

Malezya, ‘Asya değerleri’ ve Türkiye

9Mayıs Çarşamba günü Malezya’da seçimler oldu ve Meclis’te çoğunluğu “Umut İttifakı” (Pakatan Harapan) kazandı. İttifakın lideri, tıp tahsili yapmış ve 1957’de ülkesi bağımsızlığına kavuştuğundan beri hep iktidarda olan Ulusal Malay Birliği Örgütü (UMNO) saflarında yer almış Mahathir bin Muhammed idi. Sonuçlar kesinleştikten sonra da, bir parlamenter ve federal krallık olan Malezya’da, Kral tarafından yeni hükümeti kurmakla kendisi görevlendirildi.

Mahathir daha 1964’te milletvekili seçilmiş ve 1980-2003 arasında da ülkeyi başbakan olarak “demir pençe” ile yönetmişti. Ne var ki son 15 yılda köprünün altından çok sular aktı. Bu kez seçimlere, Mahathir, bir muhalefet koalisyonu (Umut İttifakı) olan Partisi’nin bayrağı altında giriyor ve iktidarın tüm anti-demokratik önlemlerine rağmen Meclis’teki 222 koltuğun 122’sini elde etmeyi başarıyordu. On beş yıl önce herkesin emekli olmuş gözüyle baktığı ihtiyar kurt, 92 yaşında seçim kazanarak tekrar iktidara dönüyordu. Bu bir ilk ve özel bir rekordu.

•••

Seçimlerde yenilen ise yine bir koalisyon partisi olan Barisan Nasional ve lideri Necip Rezak oldu. Aslında Rezak’ın seçim kozu ülkedeki “görülmemiş” kalkınma olmuştu. 2006’da 9. Kalkınma Planı ile ortaya atılan “Malezya 2020” sloganı tüm partizanların dilindeydi. Kuala Lumpur metrosu, otoyollar, köprüler, ticaret limanları vb. hepsi ortadaydı. Ne var ki Necip Rezak nüfusunun üçte biri (% 25 Çin, % 6 Hint kökenli) etnik azınlıklardan oluşan Malezya’yı milliyetçi-İslamcı bir politikayla yönetmiş ve vahim bir kutuplaşmaya yol açmıştı. Onun gözünde Malay ve Müslüman olmayanlar ikinci sınıf vatandaştı.

•••

Aslında Malaycı politika UMNO’nun geleneksel politikası idi. Baba tarafından Hintli olan Mahathir de nispeten ılımlı bir Malaycılık izlemişti. Ne var ki Necip Rezak döneminde bu politika Çin ve Hint kökenliler aleyhinde büyük bir ayrımcılığa dönüşmüş, üstelik buna korkunç boyutlara ulaşan bir de yolsuzluklar dosyası eklenmişti. ABD Adalet Bakanlığı’na göre UMNO yöneticileri, ABD finans kuruluşlarında devlet fonlarından 3,5 milyar dolar “yıkamış” ve bunu lüks villalar, mücevherler, kıymetli tablolar vb. şeklinde aralarında paylaşmıştı. Aynı kaynaklar Başbakanın tek başına 681 milyon doları hesabına geçirdiğini söylüyordu. (The Economist, 12 Mayıs 2018). Özellikle de karısının 60 milyon avro değerindeki 22 karatlık elmas kolyesi dillere destan olmuştu. Bu vurgundan şaşkına dönen Mahathir, “bir başbakanın bu kadar korkunç derecede hırsız olabileceği aklıma gelmezdi” diyordu.

Yine de Mahathir intikamcı değildi; her şey hukuk içinde cereyan edecekti. Daha ziyade, çalınan parayı geri almaya çalıştıklarını ve hakkında yurt dışına çıkma yasağı konan Necip eğer kaçarsa İnterpol’a başvuracaklarını söylüyordu. Buna karşılık Necip de tüm yolsuzluk iddialarını inkâr ediyor, hesabındaki yüzlerce milyon doların Suud Krallığı’nın hediyesi olduğunu söylüyordu (Le Monde, 16 Mayıs 2018). UMNO’da Necip’in halef olarak tayini, Mahathir’in, kendi ifadesiyle, “hayatındaki en büyük hata” olmuştu (N.Y. Times, 12 Mayıs 2018).

•••

Yolsuzluğa bu kadar bulaşmış bir başbakan ne yapar?
Önce iktidardan düşmemek için her türlü yola başvurur. Necip Rezak da bunu yaptı. Tüm devlet olanaklarını seferber etti; seçim kanununda değişiklik yaparak seçim bölgelerinde partisi lehine düzenlemeler yaptı ve seçimlerin de çarşamba günü yapılmasını sağlayarak bir kısım muhalif seçmenlerin kendi sandıklarında oy vermelerini engelledi. Malezya, 2018 yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler’in basın özgürlüğü sıralamasında 145. sıraya düşmüştü. Oysa bütün bunlar yetmedi; artık mızrak çuvala sığmıyordu ve Necip iktidardan kovuldu. 9 Mayıs gecesi Malezya’da bayram havası esiyordu.

•••

Yine de geleceğe ait kuşkular giderilmemişti. Mahatmir, ileri yaşının ötesinde, geçmişi de soru işaretleriyle dolu bir liderdi. Yaşlı lider daha önceki 22 yıllık başbakanlığından hiç de “hukuk devleti”ne uygun anılar bırakmamıştı. O yıllarda koyu bir milliyetçilik temelinde Batı düşmanlığı yapmış, “Asya değerleri”ni öne çıkarmaya çalışmıştı. Bu konuda, 1994 yılında Pekin’de bir de toplantı yapılmış, International Herald Tribune gazetesinin örgütlediği bu toplantıya bazı tanınmış devlet adamları da katılmıştı. Kalkınmakta olan ülkelerdeki siyasal rejim sorunlarının tartışıldığı bu konferansta ilginç tezler ortaya atılmış, Mahathir’in görüşleri, toplantıya egemen kılınmak istenen görüşlerin adeta bir özeti olmuştu. Malezya Başbakanı Konferansın bitiminden hemen sonra yayımladığı bir makaleyle de (İ. H. Tribune, 18 Mayıs 1994) mesajını çok daha geniş bir kitleye yayma fırsatını buldu.

Mahathir’e göre Batılı ülkeler kendi demokrasi modellerini, farklı bir toplum ve kültür yapısındaki ülkelere zorla empoze etmek istiyorlardı. Oysa neredeyse tüm Doğu Asya ülkeleri “laisser faire” kapitalizmine dayanan bu modeli reddediyorlardı. Neden? Çünkü bu ülkelerin sermaye hareketlerinde “tek rekabet avantajı” olan düşük ücretleri koruyabilmek için “güçlü ve istikrarlı hükümetlere” ihtiyaçları vardı. Batılıların bir “uluslararası asgari ücret” önererek kırmak istedikleri bu avantajı, ancak güçlü iktidarlar koruyabilirdi. Diğer tüm avantajların (sermaye, teknoloji, büyük pazarlar vb.) Batı’nın lehine olduğu düşünülürse, Asyalı ülkelerin yapabilecekleri başka bir şey yoktu. Görüldüğü gibi anti-emperyalizm cilasıyla sunulan bu politikada temel araç, “rekabet” adına emekçileri “vahşi kapitalizm” koşullarına mahkûm etmekti. Şimdi bu lider, 92 yaşında, “hukuk devleti” vaadiyle Malezyalıların umut kaynağı oluyordu. Seçim zaferinden sonra artık yönetimde “çoğunluk kuralı”nın hâkim olacağını söylüyor ve koalisyonu oluşturan en büyük partinin lideri olan Enver İbrahim’i de Kralın hemen affedeceğini vadediyordu. Dediği de oldu; önce kendi başbakanlığı, sonra da Necip Rezak’ın sırasında iki kez eşcinsellik “iftirasıyla” mahkûm olan Enver İbrahim affedildi ve iki yıl sonra başbakanlığı devralmaya hazırlanıyor.

Enver, daha yirmi yıl önce muhalefete geçerken Mahathir’in “devleti yönetemeyen bir bunak” olduğunu söylemiş ve kendisini hapishanede bulmuştu. Mahathir de üç yıl önce Le Monde’a verdiği beyanatta “bu şahsın kuşku verici alışkanlıkları var; benim zamanımda başbakan yardımcılığı ve maliye bakanlığı yaparken bir hiçti” diyordu. Şimdi ise ikisi birlikte “umut ittifakı” içinde ülkeyi yönetmek için gün sayıyorlar! Seçimlerden sonra bu ithamları hatırlatan Le Monde yazarı “Malezya bizleri şaşırtmaya devam ediyor” diyor (11 Mayıs 2018).

•••

malezya-asya-degerleri-ve-turkiye-465581-1.
Bütün bunlar Mahathir’in “güçlü iktidar; düşük ücret!” doktrininin zaten uygulama halinde olduğunu göstermiyor mu? Oysa bizim topraklarda da iş adamlarını toplayarak onlara “Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz; diyoruz ki, hayır! Burada greve müsaade etmiyoruz; çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız; bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i!” diyen bir Başkan’ın yönetiminde “Asya değerleri”ne doğru yol aldığımızı da kimse yadsıyamayız.

Peki, Malezya seçimleri bizleri de şaşırtıyor mu?
En azından iktidar çevrelerini şaşırtmamış, aksine memnun etmiş görünüyor. Seçimlerden sonra Anadolu Ajansı, sonuçları “Malezya seçimlerini ‘Erdoğan’ın dostu’ Mahathir kazandı” başlığıyla veriyordu. Oysa Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği tarihte Mahathir iktidardan ayrılmış, Erdoğan ve AKP’nin Malezya dostluğu aslında Necip Rezak zamanında pekişmişti. Gerçekten de önümüzdeki günlerde ülkesinde yargılanacağı anlaşılan Necip Rezak, 2011 Şubat’ında Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen “Adalet, Barış ve Onur İçin Küresel Hareket Forumu”nun açılışına katılmıştı. Erdoğan da 2014 Ocak ayında iadeyi ziyaret etti ve görüşmelerden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında, “Türkiye ve Malezya’nın gelecekteki işbirliğinin çerçevesini teşkil edecek Stratejik İşbirliği Eylem Planını”nın imzalandığını” açıkladı. Ne var ki 17-25 Aralık 2013 skandalından iki hafta sonra yapılan bu ziyaret basında çeşitli söylentilere yol açmış, hatta CHP Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a Erdoğan’ın Malezya’dan “sığınma talebinde” bulunup bulunmadığını bile sormuştu. Dört yıl sonra ise bu ilişkilerde bambaşka bir tablo ile karşı karşıya bulunuyoruz. Necip Rezak gitti; Mahathir Muhammed geldi ve AKP sözcüsü organlar bu kez “Erdoğan’ın dostu seçimleri kazandı” diye seviniyorlar. Biz ise bu genel gözlemleri bir sorgulama ile noktalayalım. Acaba Mahathir’le beraber “Asya değerleri” de mi tekrar gündeme gelecek? Böyle bir sorunun son yıllarda Avrupa değerlerinden Asya değerlerine doğru savrulurken yolun ortasında (Avrasya) bulunan Türkiye’yi de ilgilendirdiğini sanıyorum.

•••

Gerçekten de bugün “Asya değerleri” nedir?
Aslında Asya coğrafyasına bir göz atınca bunun yanıtını az çok verebiliyoruz! Tayland’da askeri cunta; Myanmar’da etnik temizlikle meşgul generaller; Kamboçya’da her türlü muhalefeti yok eden Başbakan Hun Se; Filipinler’de uyuşturucularla savaşıyorum diye binlerce masumu katleden Duterte... liste daha da uzatılabilir. Koyu Hindu milliyetçisi Modi’nin Hindistan’ı ve geçen Mart’taki seçimleri kazandıktan sonra ilk işi anayasayı değiştirerek ölene kadar iktidar olmanın yolunu açan Xi Jinping’in Çin’i gibi dev ülkeler de “büyük resim”in asıl parçalarını oluşturuyor..

Bütün bunlar Mahathir’in “güçlü iktidar; düşük ücret!” doktrininin zaten uygulama halinde olduğunu göstermiyor mu? Oysa bizim topraklarda da iş adamlarını toplayarak (TOBB toplantısı, 12 Temmuz 2017) onlara “Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz; diyoruz ki, hayır! burada greve müsaade etmiyoruz; çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız; bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i!” diyen bir Başkan’ın yönetiminde “Asya değerleri”ne doğru yol aldığımızı da kimse yadsıyamayız. Diliyor ve tahmin ediyoruz ki 24 Haziran seçimleri buna da “Artık tamam; dur!” demenin umutlu bir fırsatı olacaktır.