Bilgi bizim hayatla olan ilişkimizi belirlerken öte yandan veriler artık alınıp satılan, atılan tutulan; arkadaş toplantılarında, akademik ortamlarda, sosyal ağların uçucu zeminlerinde gözümüze sokulan şeylerdir çünkü. Hele verilerin dolaşımının iyice kolaylaştığı günümüzün dünyası malumatfuruşluğun altın çağıdır.

Malumatfuruşlar Kıraathanesi

Murat Tırpan

Danny Boyle’un 2008 yapımı Slumdog Millionaire (Milyoner) adlı ödül mıknatısı filmini eminim hatırlarsınız. Hindistan’da geçen film, Mumbai’in fakir mahallesi Dharavi’den genç bir adamın Kaun Banega Crorepati adlı (bu Kim Milyoner Olmak İster? programının Hint sürümüdür) bir yarışma programına katılmasını anlatır. Jamal karakterinin yarışmada sorulan sorulara verdiği cevapları genç adamın yaşadığı ya da hayal ettiği Hindistan hikâyelerine bağlı olarak izleriz. Dolayısıyla bu önemli filmin başrol oyuncusu aslında Hindistan’dır. Ama bu yazıda filmi anmamın nedeni başka bir şey, Slumdog Millionaire’in dramatik kurgusunun en güçlü yanlarından birinin bilgi ve malumat kavramları arasındaki farkı çok iyi anlatıyor olması.

Yarışmada sorulan bir sorunun cevabı Jamal’da bir veri olarak yoktur aslında, çocuk düşünürken yaşadıklarını hatırlar ve bu hayat deneyimleri üzerinden gerekli cevabı bulur. İşte bilgi ile malumat arasındaki fark da tam olarak burada saklıdır. Eski deyimle malumat ya da data/veri, aslında bilgiden çok farklı bir şeydir. Bir konu hakkındaki malumatlarımız hafızamıza kaydedilmiş datalar olarak durur. Oysa bilgi, o mesele hakkında düşünmüş olmak, o konuyla ilgili sevgi-nefret ilişkisi geliştirmek ya da bir deneyim sahibi olmak üzerinden elde edilir. Örneğin Şeyh Galip’in en ünlü eserinin Hüsn-ü Aşk olduğu malumatına sahip olabilirsiniz ancak söz konusu mesneviyi okuyup üzerinde düşündüğünüzde, bir şeyler hissettiğinizde bilgi haline gelmiştir bu. Bir filmin yönetmeninin adını çok iyi bilirsiniz ama o filmden size dokunan unutamadığınız bir an bile yoksa bu sadece kuru bir veridir. Bilgi sahibi olmak zorlu ve derin bir yoldur anlayacağınız. Slumdog Millionaire’in kahramanı Jamal soruları gerçekten bilir, çünkü Hindistan’daki zorlu hayatında sorulan kavramları bizatihi deneyimlemiştir.

Eskilerin malumatfuruş dedikleri çok güzel bir söyleyiş vardır ki, Arapça malumat/veri kelimesiyle kökeni Farsça olan füruş/satmak kelimesinin birleşiminden oluşan bu güzelim kelime bilgi-satan anlamına gelir. Bilgi bizim hayatla olan ilişkimizi belirlerken öte yandan veriler artık alınıp satılan, atılan tutulan; arkadaş toplantılarında, akademik ortamlarda, sosyal ağların uçucu zeminlerinde gözümüze sokulan şeylerdir çünkü. Hele verilerin dolaşımının iyice kolaylaştığı günümüzün dünyası malumatfuruşluğun altın çağıdır. Matbaanın icadının okuyuculardan oluşan tek bir dünya yarattığını söyleyen Macluhan’ın iyimserliğine kapılmak çok güçtür artık. Gutenberg Galaksisi çoktan son bulmuş, hatta Bill Gates galaksisi bile kalmamıştır ortada. Her şeyin hızlandığı bu dünyada okumaya, tartışmaya ve analiz etmeye hem gönlümüz hem de zamanımız olmadığı için ne yazık ki giderek bilgiden uzaklaşarak malumatlarla dolu insanlara dönüşmüş durumdayız.

Malumatfuruşluk özünde bir tür stoklama, biriktirme yöntemidir. Freud’un regresyon dediği mevzuya geliyoruz burada. Regresyon iyi hissedebilmek için kullandığımız bir savunma mekanizmasıdır, güçlü hissetmediğimizde libidinal enerji yatırımımızı daha önceki bir nesneye yaparız; bir tür gerileme yaşar, tabiri caizse eski iyi günleri anarız. Lacan’ın “sembolik” olarak adlandırdığı toplumsal düzen içerisinde başarılı olamadığımızda güçlü olduğumuz çocukluk dönemlerimize “gerileriz”. Psikanaliz biriktiriciliği tipik olarak dışkılarımızı tutup bıraktığımız gelişim dönemine, anal döneme bir gerileme olarak tanımlar. Dolayısıyla biriktiriciler bir şeyleri saklayarak, istif ederek “yok falluslarını” var hale getirmeye çalışırlar. Anal döneme gerileyip orada iyi hissederler. Tıpkı Pelin Esmer’in 11’e 10 Kala filminin kahramanı gibi biriktirdikleri elinden alındığındaysa güçten düşerler. O filmin koleksiyoncusu Mithat Bey’in kaybettiği şeyin Reşat Ekrem Koçu’nun ünlü İstanbul Ansiklopedisi’nin bir cildi olması da çok manidardır. Biriktirici elindeki başka bir “biriktirme kabı”nı, sözlerin biriktirildiği en ünlü kitabı, bir sözlüğü kaybeder!

Malumatfuruşluk teşhircilikle de at başı ilerler. Teşhircinin motivasyonu eğer varlığından emin olmadığı cinsel organını birilerine gösterip aslında onun varlığı için teyit beklemekse malumatfuruşun motivasyonu da aynıdır. Sosyal ağlarda ya da bilumum ortamlarda malumat saçan, bildiklerini göstermeye çalışan malumatfuruş aslında fallusunun varlığından emin olmanın derdindedir. Belki de bu yüzden günde otuz Tweet atarak timeline’ları dolduran kişinin yaptığı, başka bir stream ortamında vücudunu teşhir edenden pek de farklı değildir. Teşhircinin kol gezdiği bir zamanların karanlık sokak aralarının yerini başka mekânlar almıştır artık; Instagram bedenlerin, yüzlerin, gündelik hayatın teşhirine müsaitken Twitter malumatların teşhir edildiği yerdir.

malumatfuruslar-kiraathanesi-688885-1.
Malumatfuruşlar kıraathanesinin uzak bir köşesine bakın, orada akademisyenler oturur. Bu titrin onlara ayrıcalık tanıdığını düşünür, kartvizitlerini ceplerinde taşırlar. Akademide de devir, kendini pazarlama, birçok dili bildiğini cümle aleme duyurma, birbirinin kopyası makalelerle puan kazanma devridir.


Kişisel bir örnekle ilerleyecek olursam, eskiden bir film eleştirmeni ya da yazarının güncel veri kaynakları neredeyse sadece birtakım kuruluşların yayınladığı yıllıklardı. Zamanında Time Out ya da bizde Türsak’ın sinema yıllıklarının peşine az mı düştük? Artık günümüzde başta İMDB olmak üzere birçok platformda verinin bulunması kadar kolay bir şey yok. Bir öğrencimin ödevinin sonuna yazdığı gibi: “Kaynak: Google” Sinema gibi popüler bir alanda malumatfuruşluk yapmak çok kolay olduğundan artık memleket bir malumatfuruşlar kıraathanesine dönmüş durumda. Her şey nicelikle, Tweet sayısıyla, listelerle, likelarla ölçülüyor. Örneğin Kore sinemasıyla ilgili analitik bir sinema tarihi makalesine kimse yüz vermezken Kore sinemasının önemli filmlerini sıralayan bir “flood” yüceltiliyor. Ne ilginçtir ki birçok Tweet’in arka arkaya gelmesi durumunu anlatan “Flood” kelimesi eskiden olumsuz bir kavramken şimdi gayet normalleşmiştir. Hatırlarsak flood forum/chat odası kültürünün egemen olduğu vakitlerde kısa zamanda üst üste çok sayıda mesaj atıp diğerlerini rahatsız edenler için kullanılırdı ve çoğunlukla da atılma (kick/ban) sebebiydi. Şimdi ise malumatın sürekli fırlatılması bir tür güç göstergesine dönüşmüş durumda. Sosyal ağlarda görüş bildirmek kötü mü diyenler alınmasın, genel bir psikolojinin analizini yapmaya çalışıyorum yoksa Twitter yardımıyla iktidarların düştüğüne bile tanık olmuş bir kuşağız.

Bilginin gözden düştüğünün göstergelerinden biri örneğin yüz kırk karakterde bir meselenin anlatılabilir olduğuna inanmaksa diğeri de elbette “her şeyin kitabı” (ya da ekşi sözlük gibi her şeyin sitesi) formatının yayılmasıdır. Ülkemizde çok satan “Entellektüelin Kutsal Kitabı”nı düşünelim örneğin. Yedi farklı alandan her güne özel 365 temel bilgi sunan bir kitap sloganıyla yayımlanan bu kitap, birer sayfalık tarih, edebiyat, felsefe, matematik, bilim, din, güzel sanatlar ve müzik bilgilerinden oluşuyor. Alıp her akşam tuvalette okuduğunuzda satabileceğiniz verilerle dolu. Buna ismi 1001’le başlayan birçok kitabı da kolaylıkla ekleyebilirsiniz. İsterseniz atacağınız tweetlere de kolaylıkla malzeme bulabilirsiniz.

Malumatfuruşlar kıraathanesinin diğerlerine uzak bir köşesine bakın, orada akademisyenler oturur. Bu titrin onlara ayrıcalık tanıdığını düşünür, kartvizitlerini ceplerinde taşırlar. İnternetteki gibi akademide de devir, kendini pazarlama, birçok dili sular seller gibi bildiğini cümle aleme duyurma, birbirinin kopyası makalelerle puan kazanma devridir. Tartışılan konuya en ufak bir katkı sağlamayacağı meydanda olsa da oradan buradan devşirilmiş verileri arka arkaya sıralarlar, sağlam bir eleştiriyle karşılaştıklarında da ‘ad hominem’ vurmaya başlarlar. Elbette alaylı malumat düşkünleri ile akademik olanlar birbirlerinden pek hoşlanmazlar, tıpkı koleksiyoncuların aslında pek birbirlerini sevmedikleri gibi. Bir efemera dükkânında oturan müdavimlerin hepsi genelde en iyi parçaların, en eksiksiz koleksiyonların kendinde olduğunun cakasını satmak için oradadır çünkü.

Malumatfuruşlar kıraathanesi bu aralar çok dolu çünkü post-truth (hakikat sonrası) çağında yaşıyoruz. Nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olmasını anlatan bu kavram bazı kuramcılar için postmodernizm sonrasını ifade eder. Hakikat kavramının anlamını yitirdiği bir zamandan bahsediyoruz; eğer hakikat belirsizleşmiş, kavramlar kayganlaşmış ise analiz yeteneğinin, entelektüel olmanın da pek bir anlamı yoktur. Etrafını sayısız kelimeyle doldurup sağlama almış malumat düşkünü istediğine inanıp savunabilir. Tıpkı politik meselelerde sapla samanın karışması gibi bir olguyu, bir kitabı, bir filmi değerlendirirken de sonsuz aşırı yorumlar ortalarda dolaşır; ilgi çekmek için sağlam bir filme olmayacak laflar edilir, öte yanda olmayacak bir filmse “aşkın” hale gelebilir. Malumatfuruş sevinebilir artık, çünkü hakikatin ne olduğu tartışmalı olduğu an süslü konuşan, en iyi tweet atan, en çok alıntı yapan (bir de kıraathanede en çok arkadaşı olan) haklı görünür.