Tezkerenin emperyalist tahakküme gerekçe oluşturacağını görmek zor değil. Ne var ki solun, sosyalistlerin “hayır”ını daha inandırıcı kılmak, savaşa karşı sağlam bir direniş hattı örebilmek için gerekçelerimizin sağlam ve inandırıcı olması gerekiyor

Malumun 10 maddede ilamı

Neo-Osmanlıcılık hayalleriyle yanıp tutuşan, çirkin düşlerine Hegel’i bile ortak etmekten çekinmeyen, gelgelelim ABD Savunma Bakanı Hagel’i görünce abdesti bozulan mezhepçi bir hükümetin savaş tezkeresine elbet “hayır!” demek gerekiyordu.  “Irak ve Suriye’ye asker göndermeyi ve ülkemizde yabancı asker bulundurmayı” amaçlayan bir belgenin emperyalist tahakküme gerekçe oluşturacağını görmek zor değil. Ne var ki solun, sosyalistlerin “hayır”ını daha inandırıcı kılmak, savaşa karşı sağlam bir direniş hattı örebilmek için gerekçelerimizin sağlam ve inandırıcı olması gerekiyor.
İsterseniz malumu 10 maddede özetlemeye çalışalım:


I-ABD öncülüğündeki “kollektif emperyalizmin” dünya stratejisi Orta Doğu’da egemenliğini askeri müdahale ve işgal üzerine kuruyor. En belirgin biçimde 2003 Irak harekâtında görüldüğü gibi trilyonlarca dolarlık askeri harcama bütçeye büyük bir yük getirse, ekonominin bütününü olumsuz etkilese de, neo-conların arkasında bulunan silah ve enerji sektörünün işine geliyor. Özellikle Suriye rejimini yıkma stratejisi, mezhepsel saiklerle hareket eden Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere Körfez İşbirliği Ülkeleri’nin elini cebine atmasına, Türkiye’nin paravanlığında muhaliflere akıtılan silah ve mühimmatın silah lobisinin kasaları doldurmasına yol açtı. Bu cömertliğin mükâfatı da, bölgede din ve mezhep temelli düşmanlıkların körüklenmesi oldu. Biraz araştırılırsa Afganistan Mücahitleri’nden başlayarak, El Kaide’den, El Nusra’ya; IŞİD’den Horasan’a tüm İslami Cihat örgütlerinin harcında ABD ve Batı’nın parmağı bulunduğu görülür.

II-ABD eski Dışişleri Bakanı, emperyalizmin duayeni Henry Kissinger’ın açıkça ifade ettiği gibi, Suriye üzerindeki planlar, aslından İran’dan Lübnan Hizbullah’ına uzanan, emperyalizmin egemenlik alanına katamadığı Şii Hilali’ne yönelik husumetten kaynaklanıyor. Böylelikle küresel hegemonya mücadelesinde Rusya ve Çin’e hadlerinin bildirilmesi anlamı da taşıyor.

III-Uluslararası Hukuk çerçevesinde Suriye ve Irak’a yönelik harekâtın hiçbir dayanağı bulunmuyor. Hatırlanırsa BM Güvenlik Konseyi’nin Libya’ya yönelik Mart 2011 tarihli 1973 sayılı kararı ülkeye büyük bir yıkım ve felaket getirdi. Bu kararda imzası bulunan Rusya ve Çin bir daha böyle bir vebal altına girmemekte kararlı görünüyorlar. ABD bu nedenle savaşa, derme çatma koalisyonlarla bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyor.

IV-IŞİD 2013 yılında Rusya’nın usta diplomatik manevrasıyla püskürtülen Suriye’ye müdahale planının yeni gerekçesidir. Hatırlanırsa tam BM gözlemcileri Şam’dayken şehrin Doğu Guta mahallesinde bir kimyasal saldırı gerçekleşti. Bizim sol liberaller anlamadan dinlemeden “Durdurun Esed’i!” ezberine sarılırken, Rusya Suriye’nin kimyasal silahlarını teslimi yolunda müdahalede bulundu. Zaman içerisinde bütün kanıtlar hükümet tarafından kimyasal silaha başvurulmadığını, cürümün Suudi kasabı Prens Bandar’ın elebaşılığında işlendiğini gösterdi.

V-IŞİD’e karşı oluşturulan “İstekliler Koalisyonu-2”nin hiçbir inandırıcılığı ve ahlaki temeli yoktur. En basitinden daha bu yıl 46 yurttaşını “şeriatın uçurduğu kelle acımaz” düsturuyla infaz eden Suudi Arabistan’ın içinde bulunduğu bir ittifakın bir meşruiyeti olamaz. “Özel ilişkiler” bahanesiyle her hamlesinde ABD emperyalizmiyle ahbap çavuşları oynayan Britanya, geçtiğimiz yıl parlamentonun yeni bir macerayı reddiyle topa girememişti. Şimdi IŞİD’in “kelle uçurma parodisi” marifetiyle Başbakan Cameron da savaş kabinesine dahil olabildi, emperyalist saflar sıklaştırıldı.
VISuriye’de adına özgür, demokratik ne sıfat iliştirilse iliştirilsin “ılımlı” bir muhalefet bulunmuyor. Özgür Suriye Ordusu’nun belkemiğini, nihai hedefi İslami bir rejim kurmak olan Suriye’nin Müslüman Kardeşleri’nin oluşturduğu herkesin malumu. Muhalefet ne yazık ki, karşılarına bir Alevi, bir Hıristiyan çıktığında şiddetten uzak duracak, onlarla bir arada yaşamayı içine sindirebilecek unsurları barındırmıyor. Alevilerin katledildiği, Ermenilerin terk etmek zorunda kaldığı Keseb’de, Haziran 2014’te hükümet güçlerinin kasabayı tekrar ele geçirmesiyle halklar  kardeşçe yaşamayı sürdürüyor.


VII-Geçtiğimiz yıl Reyhanlı’da yaşanan katliam, zaten IŞİD’in içimizde bulunduğunu göstermişti. Ülkemizde de mezhepçi bir rejimin monte edilmeye çalışılması, Alevi düşmanlığının körüklenmesi, “organik IŞİD” tabanının yeşermesine zemin hazırlıyor. Gerek Türkiye’de, gerekse Suriye ve Irak’ta din, mezhep, toplumsal cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, o ülkenin toprak bütünlüğü içerisinde, halkların bir arada yaşam iradesine vurgu yapmayan hiçbir tasarım, çözüm getirme şansı bulunmuyor. Bu sadece bir temenni değil, kadim halkların asırlardır geliştirdiği yaşam pratiğinin bugünlere taşıdığı mesajdır.

VIII-“Eyy dünya IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun PKK gibi terör örgütü çıkınca ayaklanmıyorsun” diyen bir Cumhurbaşkanı kendi yurttaşlarına da, komşu halklara da olsa olsa dehşet saçabilir. Yöntemleri benimsenir benimsenmez, IRA, ETA benzeri, siyasi talepleri uğruna şiddete başvurabilen PKK gibi bir yapıyla, insanlık düşmanı kana susamış bir örgütü aynı kefeye koyması mı en vahimi? O örgütle barış sürecini gerçekleştirdiğini iddia etmesi mi? Yoksa, IŞİD’in faaliyet gösterdiği coğrafyaya uluslararası askeri operasyon düzenlenirken, kolaylıkla “buraya da müdahale edin” anlamı çıkarılabilecek bir ifade kullanması mı? Cevap vermek hiç kolay değil. Ama AKP-RTE zihniyetiyle Kürt halkının özlemlerinin gerçekleşmesinin, samimi bir barış süreci yaşanmasının mümkün olmadığı çok açık.

IX - Kobane’ye yönelik IŞİD saldırısı karşısında Türkiye kamuoyunun gösterdiği duyarlılık çok önemli ve değerlidir. Ergin Yıldızoğlu’nun “Cumhuriyetçi Muhalefet ve Kobani” yazısında vurguladığı gibi, Kürtlerin “laiklik, ulusalcılık, demokrasi, kadın erkek eşitliği, bireysel özgürlükler, modernite” gibi değerlere sahip çıkmasının Türkiye’deki cumhuriyetçi muhalefete sunduğu çıkış yolu, aslında AKP’nin “yeni rejime” karşı sağlam bir mücadele hattı örülmesinin de anahtarı olacaktır. Türkiye halklarının barış içinde bir arada yaşamasının teminatı, özgürlük, laiklik ve aydınlanma talebinde ortaklaşmaktır. Böylelikle samimi ulusalcılarla, ırkçı milliyetçilerin de yolu net biçimde ayrılacaktır.

X-PYD artık bir realitedir. Kısa sürede bölgesel özerkliğin anlamlı bir örneğini yaratabilmiştir. Bu Türkiye’deki Kürt muhalefetinin de katkısıyla gelişen demokrasi kültürünün bir meyvesidir. Samimi olunması gerekirse, pragmatik nedenlere de dayansa, özerkliğin yolu Şam Hükümeti’ne Esad’a rağmen değil, onların yeşil ışığıyla açılmıştır. PYD’nin, Kürt halkının canına kasteden IŞİD’le ateşkes yapan ÖSO ile artık işi olmamalıdır. Washington ile ince diplomasi dehlizlerine dalmak Suriye Kürtlerine barış ve huzur getirmez. Madem, “barış süreci” diye esip üfürüyorlar, o halde RTE Esad’dan geri kalmamalı, Suriye Kürtlerine tanınan imkânlar Türkiye Kürtlerine çok görülmemelidir.

* Prof.Dr.