Euro 2020 Avrupa Şampiyonası süresince, tüm olumsuzlukları düşünmekle beraber bana göre çok kaliteli ve içerik olarak futbol adına çok dolu geçen bir şampiyona oldu.

Futbol adına yeni anlayış ve uygulamalar olarak neyi tartışmalıyız dersek; öncelikle sahanın her yerinde yüksek tempoda baskı kurma prensibi -her takım tarafından başarı burada tartışılır- kurgulandı. Artık, oyunda normal koşu temposundan ziyade sürat koşularının mesafesi göz önünde bulundurularak değerlendirmeler yapılıp oyun üzerine etkisi ortaya konulmaya başlanıldı. Ve bölgesel oyun taktikleri kullanılırken oyuncu yetenekleri buradaki üstünlüklerin belirleyicisi oldu.

Sistemler, artık futbolun oyun karakterini belirler durumda. Sistemlerdeki en büyük kırılma; sahaya diziliş birinci, ikinci ve üçüncü bölgede değişkenlikler göstererek oyun içinde tek bir formattan ikili üçlü formatlara geçiş şablonu başarıyla uygulanmasıyla yaşandı. Bu bana göre taktiksel açıdan en önemli gelişmedir. En iyi örnek olan İtalya’nın normal oyun şablonu 4-3-3 dizilişiyken, savunmada 4-5-1 kurgusuna, hücum organizasyonunda 3-2-5 kurgusuna dönmesi hem oyun kalitesi bakımından hem de başarıyı taşıyıcı özellik olması bakımından en dikkat çekici değişimdir.

Ve tüm takımlar saha kenarındaki teknik direktörlerinin ‘coacing’ becerileri kadar oynadılar.

İşte bu konuda takımını şampiyon yapan Mancini ile takımına katkı yapamayan fakat basın toplantısı yapan (!) Şenol Güneş arasındaki farkı iyi analiz etmek, hem Türkiye’de oynanan futbolu ve bir türlü yapılamayan oyun tarifi adına, hem de bir takımı şampiyon yapmanın parametrelerini anlamamıza katkı yapacak olması bakımından önemlidir.

Bir öncelik hakkımı daha kullanarak Türkiye’de futbolun kırılma sürecinden bahsetmek isterim: Jupp Derwal, Sepp Piontek ve Gordon Milne Galatasaray, ulusal takım ve Beşiktaş’a katkıları, futbol adına bir oyun karakteri kazanılması ile oyunun bir disiplin özelliğinin olduğunu anlamamıza yardım etmeleri açısından futbolumuzda önemli bir geçiş sağlamışlardı. Bu geçiş iyi anlamda önemli bir kırılmaydı.

Çünkü, futbol adına kültürel bir oyun ekolüne sahip olmadığımızdan, böyle bir sürecin yaşanması ve bunu içselleştirerek ve bağlı kalarak bunun üzerinden sürecin yürütülmesi, futbolu bir yerde tutarak küresel rekabet ortamı içinde kalmamıza neden olabilecekti. Ama olmadı!

İşte ondan sonra, küresel rekabet ortamından koparak yöresel kalmış olmamız sürdürebilir başarı ile istikrar kazanmamıza engel oldu.

Şenol Güneş işte bu yöresel oyunun yöresel figürü olan bir antrenördür.

Mancini ise küresel bir figürdür. Bu sadece İtalyan olmasından veya M. City’i, İnter’i şampiyon yapmasından kaynaklanmıyor. Bu, her oynattığı takımı ki Galatasaray da buna dahil, küresel rekabet ortamında başarılı yapacak bilgi ve donanıma sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Şenol Güneş ile en belirgin farkı bu noktadır.

Mancini, top takımındayken üç bölgede nasıl bir oyun geçişine sahip olduğunu takımına çok rahat benimsettiği için ve buna uygun futbolcular seçerek bunlarla taktiksel bütünlük içinde çalıştığı için, hatta rakiplerin kalitesine göre sıkıntılı süreçler yaşamış olsa bile başarı ile sonuca ulaşmasını bildi.

Şenol Güneş ise basın toplantısında “bir türlü hücum organizasyonuna geçmeyi beceremedik” diyerek geçiş oyunu ile ilgili taktiksel bir kurguyu çalışmadıklarını net ortaya koymuştur. Geçiş oyunu sağlayacak oyun parametreleri ancak çok tekrar ile oyun içine oturur.

Mancini’nin savunma prensiplerinin başında üçüncü bölgeden başlayarak önde baskı yapıp topu kapmanın yanında, ki bunda oldukça başarılı oldular-aynı zamanda birinci bölge set oyunu içinde 4-5-1 oyun şablonuna dönerek kademeli savunma ile -ki İtalya futbol ekolünün temelidir- rakibin kaleye atak şansını minimalize ettiler.

Şenol Güneş basın toplantısında savunma için bırakın önde baskıyı falan, ikinci bölgede set oyununu düşündüklerini fakat oyunu orada tutamadıklarından dolayı birinci bölgeye kadar çekilmek zorunda kaldıklarını söyleyerek, savunma prensipleri adına hiçbir disiplinle bir kurgu çalışmasını yapmadıklarını da anlatmış oldu.

Güneş’in kamp çalışmasındaki programı için birkaç ülkenin programlarına bakarak orta bir yol bulup program hazırladıklarını basın toplantısında söylemesi ise tam bir iş bilmezlikti. Bu kadar yüksek meblağ ödenen bir antrenörün programını kendi ekibiyle çok önceden hazırlayıp uygulama için şartların oluşmasını beklemesi gerekirken, bu konuda çelişki yaşadığı net ortaya çıktı.

Kendi ekibi derken…? Hiçbir uluslararası ve ulusal takım çalıştırma deneyimi olmayan, hatta futbolcu olarak bile bir deneyimi olmayan ekipten bahsediyorum. Mancini’nin ekibi ise Gianluca Vialli, Alberico Evani, ve Gabriele Oriali.

İtalya’nın Çekya hazırlık maçını seyrettiğimde, İtalya’nın şampiyonluğun en büyük adayı olacağı fikrine sahip olmuştum. Tam aynı tarihlerde biz ise, taktiksel bütünlüğün oturması yerine daha 30 kişilik kadroyu 26 kişiye indirmek için hazırlık maçları yapıyorduk.

Mancini’nin stoper olarak oynattığı ve çok güvendiği Bonucci’yi Juventus’ta yedek bırakan Merih, Şenol Güneş tarafından arkadan oyun kuramıyor diye ikinci maçta yedek bırakılıp, tekrar Şenol Güneş tarafından 46. dakikada oyuna alındı. Mancini ise tüm turnuva boyunca Bonucci’ye güvendi (!) ve oynattı.

Yani, kısacası yöresel figür donanımında küresel arenada başarılı olmak mümkün değil.