CHP’nin dün başlayan 37. Kurultayında Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun okuduğu ve tüm delegelerin imzasına açılan Manifesto, partinin önümüzdeki dönemde izleyeceği politikanın ipuçlarını taşıyor. Manifesto’da, ekonomik bağımsızlığın, kamucu anlayışın (yeni devletçilik /sosyal devlet), ifade özgürlüğünün, güçlendirilmiş parlamenter sistem ve kuvvetler ayrımının, toplumsal barışın ve yargı bağımsızlığının vurgulanması, ‘Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’ kurmaktan söz edilmesi olumluydu. Ama ilkeler kadar uygulayıcılar da önemli. Parti Meclisi’nin oluşumunda Genel Başkan’ın sıkça vurguladığı liyakat ilkesi temel alınabilecek mi, göreceğiz. Siyaseti bir meslek olarak sürdüren popülist politikacıları çok iyi tanıyan halkımız, artık sözüne ve bilgisine güven duyacağı insanları görmek istiyor parti yönetiminde. Ve her alanda tutarlı politikalar açıklanmasını bekliyor. Bilim, Sanat, Kültür Politikaları dahil.

Bugün Kurultay’da belirlenecek parti organlarında sol çizginin, ayrıştırıcı değil bütünleştirici bir sol anlayışın egemen olmasını bekliyorum. Evet, kitle partilerinde liberaller de olur, solcular da. Ama partinin laik ve sosyal demokrat kimliğinin tartışmaya açılmaması gerekir. CHP’nin ‘sağ’dan isimler transfer etmek yerine, ‘İkinci Yüzyıla Çağrı’da belirtilen ilkelere, Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıracak hedeflere odaklanması, diğer muhalefet partileriyle demokrasi ortak paydasında buluşarak iktidara yürümesi gerekiyor.

Hafta başında yayınlanan bir başka manifesto da kamuoyunda çokça tartışıldı. “Aksaçlılar Sesleniyor” manifestosunun kurultay kulislerinde de etkili olduğunu tahmin etmek zor değil. Halkımız ayrışmayı, kutuplaşmayı istemiyor çünkü. ‘101 Aksaçlı’ nın manifestosu, ülkemizin düzlüğe çıkmasının toplumun tüm kesimlerinin el ele vermesi ile gerçekleşebileceğini vurguluyordu. Bu çağrının iktidar sözcülerinin tepkisini çekmesi doğaldı, ama ‘ulusalcı sol’ çizgideki bazı gazeteci dostlarımızın ‘Aksaçlılar’ın manifestosunu ‘Yetmez ama Evetçiler’in bildirisi olarak nitelendirerek Aksaçlıları ‘akbaba’ olarak nitelendiren (iktidarın ‘mefta’ olduğunun itirafı mı yoksa?) yandaş gazetecilerle aynı kampa düşmeleri üzücüydü.

Çok farklı siyasal görüşlere sahip 101 aydın içinde, aralarında benim de olduğum ‘Hayır’cılar ve ‘boykot’çular vardı. Bunu görmezden gelerek, bildiriyi önemsizleştirmeye çalışanların yanılgı içinde olduğunu, soldaki bu ‘tek ses’ arayışını tehlikeli bulduğumu söylemek isterim. Birbirimizle uğraşmak yerine, dayanışmayı güçlendirmeyi deneyemez miyiz? Bakın, sosyal medyanın kısıtlanmasına yönelik yasal düzenleme de çıkacak bu hafta Meclis’ten. Bu sansürcü anlayışa bizimle birlikte liberaller, İslamcı kesimin kanaat önderleri de karşı çıkıyorsa, ‘hayır, biz sizinle aynı metne imza atmayız’ mı demeliyiz?
Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz değerli yazar Adalet Ağaoğlu’nu da AKP destekçisi olarak damgalamıştı bazı arkadaşlar. Anayasa referandumundaki tavrından ötürü üzgün olduğunu açıklamasına karşın Ağaoğlu’nu suçlamayı sürdürdüler. Umarım, tarih onları affeder.