15 yıldır, serüvenden serüvene sürüklendiğimiz AKP iktidarıyla heyecanlı bir bölümün daha sonuna geldik. Bir nevi sezon finali üstelik! Gerçek şu ki; referandumun her iki seçeneğine yönelik sonuçta da ülke, ekonomik, hukuki, siyasal, sosyolojik anlamda köklü bir değişime uğrayacak. Belki de ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ ifadesi ilk kez böylesine derin bir anlam taşıyor. Aydınlık bir gelecek, gerçek demokrasi, dayanışma kültürünün hayatı şekillendirdiği bir ülke isteyenler gibi AKP, Saray ve ‘son anda nazlanan’ bileşenleri de bunun farkında. Oylamaya saatler kala, süreci bir kez daha‘neden’ ve ‘olası sonuçlar’ kısımlarıyla değerlendirmekte yarar var.

Geri dönüşü olmayan günahlarını oyluyoruz

Sahi biz bu noktaya neden geldik? İşlevsel bir demokrasi, içi dolu insan hakları paketi, ortak yaşam kültürü için mi sandığa gidiyoruz? Keşke buna, bir nebze de olsa göz kırpacak tutarlı bir cevabımız olabilseydi.

Roboski, ‘Gezi suçları’, 17-25 Aralık, Cizre bodrumları, anayasaya açılan büyük delikler, çocuk katliamları ve istismarları, neredeyse halkın her gün tehdit edilmesi, devletin kaynaklarının sadece ‘tek adamın’ menfaatine yönelik olarak şuursuzca savrulması, darbe komisyonunun feshedilmesi, bitmeyen hak, hukuk ihlalleri… Gerçekte oylayacağımız şey; ülkeye bir daha açılmamak üzere çekilecek brandadır! Anayasa paketi denilen ucube, geri dönülmesi mümkün olmayan bu suçlar, günahlar nedeniyle hazırlanan bir kılıf, dahası yeni ve sorgulanamayacak büyük hukuksuzluklara tutulan çanaktır.

İşte bu yüzden anlatamıyorlar

İktidar, Saray ve ‘nazlanan bileşenlerinin’ anlatmakta zorlandıkları, ‘istikrar, ‘büyük Türkiye’, güçlü ülke’ diye eveleyip geveledikleri şey de bu. İşte bu yüzden, tanımlamaları imkânsız, ifade etmeleri kolay değil!

Başından beri izledikleri yöntemler ve propaganda yolları da bu ‘imkansızlıkların’ çirkefliğinde nefes buldu. Paketin henüz vekil oylamasına sunulduğu sırada, ‘Köpekler Meclis’e giremez’ dövizinden, halkın bir bölümünün terörist, vatan haini, din düşmanı sayılmasına uzanan ‘Akyol’da; vaatler de Siyasal İslamcıya uygun bir şekilde toparlandı. Pakete ‘idam müjdesi’ iliştirildi.

Tarih AKP ve Saray komedisini yazacak

Saray ve AKP, ‘milleti’, ‘Türkiye daha da büyüyecek’ gibi içi boş masallarla ikna etmeye çalışırken, propagandasını da genel olarak, ergen mahalle delikanlısı gibi biçimlendirdi.

Tarih; bir komediden söz edecek. “Bunlar öyle dediği için biz böyle diyoruz” sözleriyle anayasa yapılmaya çalışılmasını bir sonraki kuşaklara anlamakta zorlanacağımıza şüphe yok!

İktidarın ‘muhteşem paketini’, ‘güçlüyken efelenip’, biraz korkunca ‘abi yapma ne olursun’ diye yalvaran siyasal İslamcı ikiyüzlülüğüyle anlatan ifade ve tehditlerine de tanık olduk. Başından beri, “Evet çıkmazsa iç savaş çıkar” sözlerini ısıtıp ısıtıp önümüze koydular.

Kendi endişe ve günahları üzerinden paket oluşturup, korkuyu yayarak, ‘istiklal’ diye ‘istikballerini’ kurtarmaya çalıştıklarını görmek zor değil. Amaca gitmek için halkı tehdit edip, ötekileştirdiler.

Ne var ki bunlar, sadece ‘Hayır’cılar tarafından değil, toplumun büyük kitlesi tarafından da yadırgandı. Alandaki verilerimiz farklı ipuçları verdi. AKP’ye gönül vermiş olanların bile ‘bu değişikliği’ benimsemedi.

Sıklıkla; “İktidar, istikrardan, terörün biteceğinden söz ediyor. Tek başlarına iktidardaydılar. Bunu neden 15 yıldır yapmadılar?” sorusuyla karşılaştık. Yine kitlelerin büyük bölümü, bu ‘yeni istiklal mücadelesinin’ kime karşı yürütüldüğünü anlamakta zorlanıyor. Halkın yüzde ellisini düşman tanımlamak, AKP seçmenini bile korkutuyor.

Aynı Gezi gibi

Tutarsızlığın, daha çok da ahlaksızlığın karşısında ise, yükselen bir mücadele, gerçek yurtseverlik ruhunu da test ettik. ‘Hayır kampanyası’, kendiliğinden büyüdü, halkın iradesi oldu. 16 Nisan’a giden yol, siyasi farklılıkların bir kenara bırakıldığı, dayanışma ruhunun umut verdiği, tıpkı Gezi’deki gibi kadınların önde olduğu bir ışık saçtı. Kampanya, yine aynı Haziran’da olduğu gibi, ince zekâ örnekleri, müzikleri ile de dikkat çekti. Aslında daha şimdiden kazandığımız böylece müjdelendi!

Evet çıkarsa ne olur?

Yine de gerçekçi olalım.17 Nisan sabahında ‘maazallah’ seçeneğine uyanırsak ne olur? Bizler için her şeye rağmen kesintisiz olarak mücadele devam edecek olsa da toplumun büyük bölümü karanlık gerçeği kabul etmek zorunda kalacaktır. O karanlık gerçek; tek adamın at koşturacağı bir ülkedir.

Somutlaştıralım; Türkiye’de hukuk ve özgürlükler alanındaki sıkıntılar büyür. Ekonomi dibe vurur, dış borçlar artar. Günübirlik ödünler karşılığında, ülke çıkarlarının da ayaklar altına alınması söz konusudur.

Türkiye’nin inişli çıkışlı olsa da batıyla 250 yıldır devam eden teması son bulur. Ülkede, büyük bir sermaye göçü yaşandı, yaşanıyor. Kısa sürede, yıllık geliri 1 milyon doların üzerinde olan 6 bin kişi ülkeden ayrıldı. 30 milyon dolar civarında servet sahibi olanların yüzde 22’si ise yine son bir yılda Türkiye’ye veda etti. Geçen yılki ‘Green Kart’ başvuruları cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Büyük bir göç dalgası ortaya çıktı. Bunun hızlanması muhtemel. ‘Başımızın üzerinde yeri olan’ mültecilerin kullanılmasına devam edilir. Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilir, demografi değiştirilir. Yine aynı seçenekte, dayatılan Anayasa kabul görmez, sorgulanır. Ekonomik ve hukuki alandaki krizlerin derinleşmesi sosyal patlamalara yol açar. Yönetim krizi derinleşir ve gerçek ‘kaos’ ortaya çıkar.

Hayır, çıkarsa ne olur?

Referandum süreci, AKP’nin sözünü ettiği bir iç çatışma seçeneğinin kolay olmadığını gösterdi. Halkın bu türden bir eğilimi ve geleneği yok. ‘Hayır’ çıkarsa, her şey bir anda sihirli değnekle dokunulmuş gibi düzelmeyecek. Ancak toplum dönüşüm için büyük bir moral kazanacak. Ekonomi yavaş yavaş yoluna girecek. Toplumdaki dayanışma ruhu artacak. Gerçekten de demokratik ve ortak mutabakatla oluşturulan bir anayasanın önü açılacak. Korku eşiğini aşan toplumun, hak arama mücadelesini bir adım yukarı taşıması da mümkün. AKP ve Saray, halkın iradesinden ders alacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘seve seve’ Anayasal sınırlarına çekilecek. AKP’de çatlaklar yaşanması olası. Halk, iktidarı demokrasiye zorlayacaktır.

Akıl da aynı şeyi söylüyor: Hayır çıkacak!

Gönlümüzden geçenle birlikte akıl da ‘maazallah’ seçeneğinden uzaklaştığımızı gösteriyor. MHP lideri Bahçeli’nin son dakika golü, sonuç açısından önemli! Üstüne hafife aldıkları bir gerçeği koyalım; Türkiye, demokrasi ve hukuk geleneğindeki handikaplarına rağmen, 21’inci yüzyılda sultanlıkla yönetilebilecek kadar ucuz bir ülke değil. 17 Nisan’da her şey yeniden başlayacak. AKP ve Saray ‘kaos sopasıyla’ ülkeyi yönetmeye alıştı. Peki, gerçekten bir kaos mümkün mü? Büyük ihtimalle. Ancak fikrimiz; bunun AKP ve Saray’ın içinde yaşanacağı yönünde. Önümüzdeki günlerde sık sık “Kendi düşen ağlamaz” sözünün altını çizebiliriz. Rahat olmakta yarar var. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir maniniz yoksa kaosa bekleriz!