Diyorum ki, eğer “Mare of Easttown”ın önceki bölümlerini izledinizse sakın finali ihmal etmeyin. Ben hem mini dizinin sonunu, hem de Winslet’i yakından izlemek istiyorum.

Mare demek Easttown demek

HBO’nun Dijitürk’te izlediğimiz mini dizisi “Mare of Easttown” her şeyden önce bu kanalda izlemeye alıştığımız kaliteli dizilerden ve mini/dizilerden bir örnek daha veriyor. Bir de, hakiki bir oyuncunun bir mini diziyi nasıl sürükleyip götüreceğini kanıtlıyor. Kate Winslet bu küçük Pennsylvania kasabasında doğup büyümüş eski parlak basketbolcu Mare Sheehan, şimdinin de komiseri Mare olarak, hem çözüme ulaştırması gereken cinayetler, hem de kendi hayatındaki sorunlarla başa çıkmaya çalışıyor. Genç yaşta intihar eden oğlu, sorumluluğunu üstlendiği küçük torunu, o toruna bakmak için Mare’in evine yerleşmiş annesi Helen (Jean Smart), torunu Drew’un uyuşturucu müptelası annesi Carrie (Sophie Bacon), evinin arka bahçesindeki eve yeni karısıyla yerleşen kocası, en yakın arkadaşı Lori (Julianne Nicholson), yabancıdan farksız kızı Siobhan (Angourie Rice) vesaire. Bir de, Easttown’daki hayatın her şeye rağmen rutinden ibaret oluşu, sıkıcılığı…

Mesele de o zaten. “Mare of Easttown” tam da bunları, yani sıradan insanları, özellikle Mare’e yakın olanları, ailesini anlatıyor. Mini dizinin yaratıcısı, yazarı, yürütücü-yapımcısı Brad İngelsby, o hayatı, o ruhu yakalamak için çok uğraştıklarını söylüyor. “Ben de buna benzer bir yerde büyüdüm. Nasıl yaşadıklarını biliyorum. Çok da gözlem yaptık. Onları dürüst bir şekilde anlatmak, sempatik olduklarını, kendilerince kahraman olduklarını göstermek istedim. İnsanı öğüten bir hayatı sürdürmenin de kahramanca bir yanı var.” Aslında kasabadakilerin çoğu oradan gitmeyi aklına bile getirmiyor. Her sabah kalkıyor, belki de sevmedikleri bir işe gidiyor, ama aileye ve topluluğa karşı bir görev duygusuyla çalışıyorsunuz. Mare için ise, önemli olan görevini yapmak, sorumluluktan kaçmamak. Kasabasını da karış karış biliyor. Ona destek olsun diye gönderilen Dedektif Colin Zabel (Evan Peters) “Akraban olmayan kimse yok mu burada?” diye sorunca, “Hayır,” diyor. Mare’in dizinin merkezinde olması; o, Easttown ve ortak tarihleri üzerinde durulması, mini dizinin en büyük özelliklerinden biri. Mare ile devriyede dolaşıyoruz, sonra huysuz ailesiyle evde bir şeyler içiyor. Böyle böyle, gün akşam oluyor. Bu hayatın dışına sadece üniversiteye gelmiş kibar edebiyat öğretmeni Richard Ryan ona ilgi gösterince çıkıyor.

***

Ancak izleyicilerin bu tür dizilerdeki beklentileri de göz önüne alınmış tabii. Sadece kasabanın üstünde durmamış, muammayı da sağlam tutmuşlar. Umarım Pazar akşamı ABD’de gösterilince yazıları okuyup esrarı şimdiden çözmemişsinizdir. Çünkü yedi bölüm izlememize değecek bir çözümü var. İlk bölümün büyük kısmını karakterleri tanıyarak, sorunları öğrenerek geçirmiştik. Yedinci bölümde cevapları da göreceğiz.

Kate Winslet’in iyi bir oyuncu, bir filmi ya da diziyi taşıyan bir oyuncu olduğunu biliyoruz. Örneğin, daha önce HBO mini dizilerinde oynamış Nicole Kidman gibi. Bir olaya dâhil olmuyor, olayı yaratıyor. İlk Oscar’ına 21 yaşında aday olmuş, sonra adaylıklarının sayısını 7’ye çıkarmış, “Reader / Okuyucu” ile (2008) almış birinden söz ediyoruz. Mare’de de çok inandırıcı bir tip çiziyor. Makyaj yok, saçlar öylesine bir atkuyruğu olarak toplanmış. Winslet, “Oturduk konuştuk ve sonunda Mare’in günde iki kez aynaya baktığına karar verdik,” diyor. “Sabah işe gitmeden dişlerini fırçaladığı sırada, bir de akşam yatmadan önce.” Ama izleyiciler en çok ona bakmak istiyor işte.

Diyorum ki, eğer “Mare of Easttown”ın önceki bölümlerini izledinizse sakın finali ihmal etmeyin. Ben hem mini dizinin sonunu, hem de Winslet’i yakından izlemek istiyorum.