İki eski Yargıtay üyesi (Şakir Kaleli ve Mustafa Ateş), bir eski savcı (İlhan Cihaner), üçü de avukat şimdi, bir de baştan beri avukat Aynur Hanım… Sosyal mesafeyi koruyup, ara sıra maskelerimizi indirerek, hukukun memleketteki hali üzerine sohbet ediyoruz.

Aynur Hanım, hukuk mesleğinin ‘yüksek’​ makamlarında bulunduktan sonra avukatlığa geçiş yapanlara takılarak; “Avukatlık hukukun mareşalliğidir” diyor, “Madem sonunda buraya gelecektiniz, neden bu kadar beklediniz?”

‘Mareşal’ saptamasının ne kadar yerinde olduğuna 12 Eylül mahkemelerinde bizzat tanık oldum. Askeri cezaevinin ürkütücü koridorlarını geçerek görüşüme gelen ve sıkıyönetim mahkemesinin hukuksuzluğunda cesaretle savunmamı yapan avukatlarım Emin Değer (ışıklar içinde yatsın) ve Şenal (Sarıhan) Abla’yı unutmuyorum.

Henüz yargıçken katıldığı bir baro toplantısında; “Asıl ürkütücü olan işlerine son verilecek olan yüksek yargıçların, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin bu kadar sessiz kalması” diyerek, mesleğinin birilerine biatla sürdürülmesini protesto ederek avukatlığa başlayabileceğini belirten Mustafa Ateş, o konuşmayla ‘mareşalliğe’ terfi edeceğinin de duyurusunu yapmış.

“Yargıtay üyeliğinden emekli olurken mareşalliğe terfi ettiğimi söylemiştim” diyen Şakir Bey de, demokratik hukuk sistemlerinin ancak savunma varsa var olduğunu vurguluyor.

‘İktidar her rejimde, muhalefet yalnızca demokrasilerde olur’ denir ya, yargıçlar ve savcılar da her mahkemede, avukatlar ise yalnızca demokratik hukuk sistemlerinin mahkemelerinde oluyor.

Av. Ateş, şimdi baro tartışmaları içerisinde yaşananları değerlendirirken; “Bireyler arası sorunlara müdahale o kadar zor değil bir avukat için. Mafya ile devlet arasındaki farkı, birincinin kuralsız ikincinin kuralları olmasıyla açıklayanlar vardır. Avukatlık, asıl devletin kuralsızlaştığı koşullarda, bireylerle devlet arasındaki sorunlarda, çok güçlü devlet karşısında bireyi savunmak için gereklidir. Şimdi, tam da böylesi bir zamanda, çok daha güçlü bir baro ve çok daha güçlü bir avukatlık kurumuna gereksinim varken, baromuzu parçalamak ve bizi güçsüzleştirilmek istiyorlar” diyor.

Şimdi, baroların parçalanmasına dönük yasayı hazırlayıp Meclis’e sunan milletvekillerine ya da yürüyen avukatlar önünde barikatlar kurup onları itip kakan polislere, “Yarın sizin de avukata ihtiyacınız olur” demenin pek anlamı yok gibi. Bu sözün anlamını kendileri için o ‘yarın’ geldiğinde anlayacaklar!

Bugün Sivas Katliamının yıldönümü… Sivas’ta Katledilenler, kendilerini katledenler için bile hukukun evrensel ilkelerinin hâkim olduğu mahkemelerde, kendilerini savunan avukatların varlığıyla bir yargılama isteyecek aydınlık insanlardı.

Sivas katliamının sorumlularının da avukatları vardı ve o avukatların çoğu şimdi malum baro yasasını hazırlayan AKP’de önemli görevlere geldiler, milletvekili oldular!

‘AKP örgütleri ve örgütlenmeyi seviyor’ diye yazmıştım bir zamanlar, ‘eğer o örgütler kendisine biat etmişse’ diye ekleyerek. Memleketin en önemli meslek örgütleri; TMMOB, TTB ve barolar, iktidara biat etmedikleri için hedefte şimdi.

Barolardan başladılar ve hepsini iktidarın dümen suyuna sokacak formüller peşindeler.

Ama barolar yenilmeyecek!

Barolar olmazsa, İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’nun dediği gibi; “…yıkılır İstanbul Sözleşmesi. İşkence yeniden hortlar. Yaşanası bir dünya ararsın kendine. Bunları para için yapmıyoruz. Üç kuruş için gece yarıları sorgulara giriyoruz. Ankara’ya söylüyorum: Barolar susmaz.”

Dedim ya, avukatlar mareşalleri hukuk mesleğinin, mareşallerin yenildiği yerde kimse kalmaz.

O yüzden, mareşaller yenilmez, yenilemez!