Maria Callas: Hayatım opera
“Benim hayatım opera” diyen Maria Callas’ı tanımak ve onun derin yalnızlığını kalbinde hissetmek isteyenler 21 Şubat’ı ajandalarını kaydetsinler.

Deniz Burak BAYRAK
Sanatının doruğuna ulaşan bir sanatçı için oradan inmek zor olsa gerek. Hem de bu noktaya sesiyle geldiyse. ‘Maria’, 53 yaşında ölen Maria Callas’ın ölmeden önce kaybettiği sesiyle yeniden zirveye oynadığı ama bunun bedelini acı çekerek ödediği bir kesitten oluşuyor. Daha vizyona girmeden Bir Film’in düzenlediği ’11!: Bir Film Hadisesi’ adlı kısa süreli festivalde gösterilen film; Angelina Jolie’nin mükemmel oyunculuğuyla, Diva Maria Callas’ın yaşamının son haftasını görsel, işitsel ve ruhsal açıdan derinlemesine irdeliyor.
Seyirciyi Eylül 1977 Paris’ine götüren film, Callas’ın sesinden güçlü Othello yorumuyla başlıyor, siyah-beyaz bir çekimle. Jolie ile hayat bulan diva kaybettiği bir şeyi, sesini arıyor film boyunca. Asi ruhlu, hüzünlü, buyurgan ve hazırcevap bir profili var ‘primadonna’nın. Bu açıdan senarist çok zekice kurguladığı diyaloglarla filmi izletiyor.
“Kostümler ve sahneye çıkmak geçmişin bir parçası” diyen Callas, geçmişle gelecek arasında bir yerde durup, gitmek istediği yönü seçme gücünü kendinde bulamayıp arada kalmış bir portre çiziyor. Geçmişi yok etmek için kostümleri yakıyor ama geleceğe yürümek için sahneye çıkmak istiyor. “Sahne dışında bir hayatım yok, sahne aklımda” repliğiyle de bir sanatçının alkışlarla, seyirciyle ve ışıkla hemhâl oluşunu ne de güzel somutlaştırıyor.
BELGESEL-OPERA FİLMİ
Maria’nın, divanın son haftasına odaklandığını söyledik ama geri dönüşlerle bu lineer akış kırılıyor, bükülüyor. Bir bakıyoruz 1959’da yaşamına bambaşka bir perde açacak olan çirkin ve zengin Aristotle Onassis -ki Haluk Bilginer role son derece yakışmış- ile tanışma ânına, bir bakıyoruz John F. Kennedy’yle zehir zemberek sohbetine, başka bir an Onassis’in ölüme yaklaştığı duygu dolu veda dakikalarına siyah-beyaz dönüşler yaşıyoruz. Ki burada şunun altını çizelim; bu biyografik bir belgesel film oluşunun ötesinde müthiş bir opera filmi. Âdeta her planda, Callas’ın ruh hâline uygun aryaların seçilmesi son derece yerinde bir seçim olmuş. Bu yeri geliyor Norma oluyor, bazen La Traviata, Nabucco ya da Madama Butterfly. Ölümün Onassis ile onu ayırdığı sekansta Tosca’dan daha iyi bir seçim olmazdı. Özetle Angelina Jolie’nin güzelliği ve çekim teknikleriyle gözünüz şenlenirken dinleyeceğiniz aryalarla da kulağınızın pası siliniyor.
Pablo Larrain, filmi çekmeden önce Jolie’nin oynamasını şart koşmuş. Filmi izledikten sonra başka bir oyuncunun bu derece iyi bir iş kotarıcı olabileceği düşüncesi gelmiyor akıllara. Callas’ın yaşadığı zihin oyunları, halüsinasyonlar, ilaç bağımlılığı ve travmatik bir anne anısı Jolie’nin yetkin oyunculuğuyla güçlü bir şekilde hissediliyor. Keza kibri de öyle. Özgün bir biyografik filmin ötesinde bir divanın son günlerini, çelişkilerini, çıkmazlarını ve çabasını gösteren şiirsel bir yapıt Maria. “Benim hayatım opera” diyen Maria Callas’ı tanımak ve onun derin yalnızlığını kalbinde hissetmek isteyenler 21 Şubat’ı ajandalarını kaydetsinler.