Yazarını, çizerini, düşünen, halkını savunan insanlarını pek sevmeyen bir toplumda yaşadığımızı gösteren bir öyküdür bu. Okuduktan sonra ne yapmalı diye soran olursa, yanıtım kolay. Öyküdeki birbirinden ilginç aydınlar ne yaptıysa sizde aynını yapın

Markopaşa ve Recepkrasimiz!

4 Aralık 1945 günü Tan gazetesi saldırısıyla sarsıldı memleket. ‘Sarsıldı’ derken, ikirciklik yaşadım, ‘sarsılmalıydı’ demek daha doğru. Bir geleneğin başlangıcı oldu o gün. Gazetelere saldırılır, gazeteciler öldürülür, her tür tehdit, hakaret edilir, neticede kıyamet kopmaz memlekette! Tan gazetesi kapanır zorunlu olarak. Gazetenin fıkra yazarı Aziz Nesin işsiz kalır. Aynı günlerde, bu iklimden etkilenen Yeni Dünya gazetesi de kapanır, Sabahattin Ali de aynı yazgıyı paylaşır.

Aziz Nesin savaşçı bir adamdır. İçinde bulundukları baskı düzenine karşı mizah yoluyla dövüşmenin doğru olacağını sezer. Bir gazete çıkarmak niyetindedir. Parası yetmez. Sabahattin Ali bu niyeti işitince, hemen ilişki kurar Nesin’le. Üç kuruş parası vardır, teklif edecektir Nesin’e. Beyoğlu Balıkpazarı Cumhuriyet Lokantası’nda buluşulur. Sabahattin Ali söze girer, gazete için sermayeyi kendisinin koyacağını söyler. “Eğer gazete yüz elli liradan az kâr ederse bu para senin olsun, üstü gelir elde edersek paylaşırız” der. Böylece Markopaşa’nın tohumu ekilmiş olur.

Titiz, çalışkan Aziz Nesin, yüklendiği sorumluluğu bilir ve Sabahattin Ali’nin hem yayın müdürü, hem gazetenin sahibi olması gerekliliğini ortaya kor. Aralarında hiçbir sözleşme olmadan yola çıkar iki dost. Kısa süre sonra Rıfat Ilgaz bu serüvene katılır. Bir mizah dergisinde çizere gereksinim vardır elbet. Henüz mesleğin başında olan Mim Uykusuz da katılır aralarına. Dost Haluk Yetiş, ki sonraları soyadının gereğini yapar, hep yetişir imdada, o da katılınca ekip tamamlanır. Basın tarihimizin en tuhaf, eğlenceli ve esasen acılı serüveni böyle başlar.

markopasa-ve-recepkrasimiz-79136-1.

MEMLEKETİ TANIYORLAR

Derginin adının Markopaşa olması rastlantı değil elbet. Osmanlının kıymetli hekimlerindendir paşa. Hastalarına zarif, duyarlı tavrıyla ün yapar. Sıkılmadan, uzunca dinler derdini hastanın. Bu incelik karşısında, derdine derman bulamasa bile çaresiz kimse, mutlu ayrılır hekimden. 2. Abdülhamit dönemi siyasetinin oyalama yöntemi bu simgeyle anılır. Eh baskılar karşısında sıkışan yazar, çizer tayfasının Markopaşa’ya başvurmasını doğal karşılamak gerekir.

Markopaşa ekibi memleketi tanıyor ve bu süreçte başlarına ne geleceğini biliyordu elbet. İlk sayıda okuyucuyla bunu paylaşırlar. “Hakkınızı Helal Edin Dostlar” adlı gülmece yazısı buna işaret eder. Eh o koşullarda bir yayın yapmak cesaret işi, ilk sayıdan önlem alıyorlar ki, ikinci sayı ya çıkar ya çıkmaz, diye uyarıyorlar okuru. Yanılmıyorlar…

Gazeteyi basmak ayrı zor, dağıtmak ayrı! Dönemin önemli dağıtımcısı Fazıl Ünverdi’yle anlaşır Nesin. Gazete teslim edilir. Ancak Halk Partisi’nin önemli adamları gazetenin satılmasını istemez. Fazıl Bey çark eder. Dört bin gazete ortada kalır. Sabahattin Ali öğleye doğru gelir; “Niye dağıtmadın” diye sorar Nesin’e. Durum acildir. İki bin gazeteyi sırtlanır Aziz Nesin ve “Markopaşa” diye Eminönü Meydanı’nda bağırmaya başlar. Taksim’e dek ulaşır. Kitapçılara, dükkânlara bırakır gazeteyi. Önce mırın kırın eder esnaf. Ama kırmazlar Aziz Nesin’i, alırlar birer ikişer. Dönüş yolunda ahali tanımış, sevmiştir Markopaşa’yı. Olağanüstü ilgi görür gazete, büyük satış başarısı sağlar. Eh, hal böyle olunca da tek parti iktidarı dayanır kapıya.

markopasa-ve-recepkrasimiz-79137-1.

NECİP FAZIL KIŞKIRTIR

17 Mart 1947 tarihli yazısında, “Halk düşmanları, insanlık düşmanları, kendileri için bir tehlike saydıkları adaletin de elini kolunu bağlamaya, onu da kendilerine uşak yapmaya çalışıyorlar” der örneğin Sabahattin Ali. İkinci Dünya Savaşı zamanıdır. “Thruman Doktrini” günleri. ABD yandaş yaratmak için sevimli(!) emperyalist siyaset izlemektedir. Amaç bağımsız ülkelerin belini bükmek, giderek halkları teslim almaktır. İktisadi, askeri, kültürel destek için ABD Türkiye’den en büyük bedeli ister: “Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatılsın!” der. Hemen “Hay hay” denir. Komünizm korkusu altındaki iktidar boyun eğer, belki de gönüllüdür zaten ve bugüne dek sürecek ricat başlar. Markopaşa bu emperyalist saldırıya direnir. Herkes susar, onlar yazar!

Kısa sürede baskılar artar. Soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar ve en sonunda kapatma kararları gelir. Önce süreli kapatmalarla sindirilmeye çalışılır Markopaşa! Sonuç alamayınca temelli kilit vurulur kapısına. Siyasal baskıya, bir de iktisadi sıkıntılar eklenir. Kapatma kararlarına karşı önlem hazırdır. Devlet kapatır, Markopaşa soyundan gazeteler yeni adlarla raflarda yerini alır. Merhumpaşa, Malumpaşa, Hürmarkopaşa, Medet, Yedi Sekiz Hasan Paşa olarak… Baskılar o denli keskinleşir ki, daha matbaadan çıkmayı başaramadan, gazete tutuklanır! Gerçi zamanla ileri demokrasiye geçilecek ve henüz yazım aşamasında olan kitaptan dolayı tutuklamalar gerçekleşecektir.

markopasa-ve-recepkrasimiz-79138-1.

Markopaşa’ya karşı halkı kışkırtan en önemli isim Necip Fazıl’dır. Her devrim adamı, ispiyoncu Necip Fazıl durumdan vazife çıkarır, ‘Büyük Doğu’ dergisinde yine sövüp sayıyor. 13.12.1946 yılında 58. Sayıda şöyle yazıyor;

“Tan isimli gemilerinin batışından sonra, kominist gazete ve mecmuaları, bir zaman şaşkın, boynu bükük, perişan ve imkânsız kalmışlar, hatta kendini sükûta vardırmışlardı. Fakat şimdi bu minik hücum botlarının, ana gemiden mahrum da olsalar, bir filotila nizamı içinde birdenbire harekete geçtiklerini görüyoruz. Bu hücum botlarının isimlerini sayalım:

1-Markopaşa 2-Gün 3-Ses 4-Yığın 5-Sendika
(…)

Her şeyden evvel, aziz ve temiz milli mıkaddesat köküne bağlı olanlara ait bir hak olan muhalefete modasını istismarla işe başlayan ve aralarında Müstecabioğlu (Esat Adil), Sebahaddin Ali, Doktor Şefik gibi şahıslar ve bu şahısların tuttuğu maşalar bulunan kominist zümrenin nasıl bir devirde ve ne yapmak sevdasında bulunduğunu, sırasile, devlete, millete, hükümet, gençliğe ve halka haber verir; ve bu ani kemiyet kalabalığına, sonderece pilanlı bir teşebbüs gözile bakılmasını tavsiye ederiz. Biz kendimize düşen vazifeyi yerine getirmeğe çalışırken, bu mevzuda, devletin, milletin, hükümetin, gençliğin ve halkın da vazifelerini görmek istiyoruz.”

DÖNEMİN BARLAS'I

markopasa-ve-recepkrasimiz-79139-1.

Devlet kapısında dilenci olmaya alışkın, kendi gibi düşünmeyeni fişlemeye meraklı ve açıktan gammazcı Necip Fazıl; saydığı yazarların saldırıya uğramasına neden olmuş, hem de tutuklamak için bahane arayan baskıcı devletin adına ses vermiştir. Dikkat edilmesi gereken; bu tek parti yönetimlerini ileri yıllarda sert dille eleştirecek muhafazakârların, burada kendini devletle, resmi düşünceyle özdeş sayanın Necip Fazıl olduğunu görmezden gelmeleridir.

Bir diğer delil buna dair, şimdinin Mehmet Barlası’nın babasından gelir. Cemil Sait Barlas bu çok sevilen gazeteyi hedefe koyar, yazarlarını işaret eder. “Markopaşa’yı çıkaranların kökü dışarda” der Meclis kürsüsünden. Elbet Sabahattin Ali hemen yanıtı patlatır. “Daha askerlik bile yapmamış biridir” der ve ne denli milli olduğunu sorar Barlas’ın! “O kişi evime gelmiş, elimi sıkmıştır. Ben onun kökünün dışarda olduğunu düşünsem, bırak elini sıkmayı, yüzüne tükürürüm onun” diyerek sert çıkar.

Artık yazmak, konuşmak, herhangi bir konuda en ufak ses çıkarmak suçtur. Parti yayınları dışında, resmi tezlere karşıt tek bir cümle kurulamaz. Giderek daralan alanda kıvrak hamlelerle çıkan Markopaşa, yaşanan düzenin adını koymuştur: “Recepkrasimiz”. Alabildiğine tutuklama, mahkeme, kovuşturma arasında iyice sıkışmıştır toplum. Bu halde yayının sürdürülmesi pek olanaklı değildir. Hele süreli yayın çıkarmak tamamen gerçek dışıdır. Markopaşa başlığının altına şöyle not düşerler: “Markopaşa, Yazarları Hapiste Olmadığı Zaman Çıkar”

NE YAPTILARSA AYNINI YAPIN

markopasa-ve-recepkrasimiz-79140-1.

Dönemin sert muhalifi, yol açıcı Sabahattin Ali bu sürecin sonunda çok sıkıntı yaşamış ve ülkeyi terk etmek istemiştir. Giderek artan polis baskısı, tacizi ve iktisadi koşullar; genç adamı çaresizliğe sürüklemiş, üstelik ailesinin geleceğinden kaygı duyduğu için, memleketini meşru olmayan yollardan terk etmeye kalkışmış; sonucunda öldürülmüştür. Bu cinayetin hâlâ aydınlanmadığını anımsayalım. Belki başka bir yazıda ayrıntıya gireceğiz.

Markopaşa ile tanınmaya başlayan ve ilerleyen yıllarda aykırı tutumu, verimli yazarlığı ve ödünsüz aydın tavrıyla, dilimize “Bu olay tam Aziz Nesinlik” cümlesini kazandıran Nesin; yine bir aydınlanma sevdası ve inatla, Pir Sultan için gittiği Sivas’ta, uğruna yaşamını adadığı halkı tarafından yakılmıştır. Bu olay da karanlıktır hâlâ ve mutlaka geniş bir yazı konusudur.

Ömrü boyunca veremle boğuşan, hiçbir zaman yazar/aydın tavrından ödün vermeyen Rıfat Ilgaz, ileri yaşlarında, yine darbeciler tarafından, üstelik evinde otururken gözaltına alınmış; en sevdiği yer olan Cizre sokaklarında “Cizre’nin Papazı” denerek dolaştırılmış ve yüzüne tükürülmesi istenmiştir. Tabutlukta işkence görmek dahil, her acıya dayanan Ilgaz, Sivas 93 cinayetine dayanamamış, dostlarının ardından elini çabuk tutarak, arkalarından gitmiştir.

Kıssadan hisse; yazarını, çizerini, düşünen, halkını savunan insanları pek sevmeyen bir toplumda yaşadığımız bu kısacık öyküde açık görünüyor. Peki, ne yapmalı diye soran olursa, yanıtım kolay. Söz ettiğimiz bu birbirinden ilginç aydınlar ne yaptıysa siz de aynını yapın. Alçakça sürülen bir ömrün yükü taşınmaz.

“Markopaşa Gerçeği” kitabı titizlikle okunsun mesela. Gülümseyerek, yaşadığımız günü kavrarız. Mehmet Baydur titiz bir çalışma yapmış. “Recepkrasimiz” anlamak için el kitabı