Demokrasilerde medyanın iktidara karşı eleştirel tutu

Demokrasilerde medyanın iktidara karşı eleştirel tutum alması beklenir. Siyasi iktidarın gücünün sınırlandırılması, icraatlarının denetim altında tutulması, aşırılıklarının dizginlenmesi bakımlarından, iktidarla fikri yakınlığı olan kalemlerin bile eleştirel bakışı yitirmemesi beklenir. Aydınlar açısından bu beklenti daha yüksektir; iktidarlarla flört etmek aydın sorumluluğuyla bağdaşmaz.

Dünyada ve Türkiye’de şimdilerde dördüncü kuvvetin tersine çalıştığı bir dönemden geçiliyor. Egemen güçler etrafında ilginç ittifaklar oluşuyor. Örneğin Fransa’daki anayasa oylamasında yazılı ve görsel basının ezici çoğunluğu “evet”çiydi; ama bununla yetinmedi, “hayır” görüşünü savunanların söz haklarını önemli ölçüde engelledi. Buna rağmen, neo-liberal Avrupa’nın inşasında önemli bir aşama olacak olan antisosyal anayasaya halk geçit vermedi.

Türkiye’de son üç yıldır tam bir iktidar yandaşlığı ve muhalefet düşmanlığı yapılıyor. Bu patolojik durum zaman zaman akut semptomlar veriyor. Son haftalarda, tıpkı 3 ekim günü TV vericilerinin açık olduğu fark edilmeden Kanal D Anahaber sunucusunca verilen bir cep telefonu talimatında görüldüğü gibi, iktidar yanlısı liberal basının yönetici ve yazarlarının ortak komut almışçasına davranış birliğine tanık olunuyor. Muhtemelen talimatlar daha üst noktalardan. Kuşkusuz, egemen sisteme sadık hizmetler sunmanın ortak reşeks ve içgüdülerinin payını da ihmal etmeden.

3 Ekim’i izleyen günlerde özellikle Doğan medya grubunun CHP’ye dönük salvoları hız kazandı. Bazı köşe yazarlarının, demokrasiyi içine sindirememiş saldırıları yeterli görülmedi. Dışarıdan takviye alındı. Bir gün manşetlere eski TKP başkanı şimdinin liberal siması taşındı ve sanki soldan CHP’ye bir eleştiri yapılıyormuş çarpıtmasına gidildi. Oysa bu şahsiyet ne eski ne de mevcut TKP’yi temsil edebilecek bir durumda değildi.

Başka bir gün, Derviş’in CHP’ye taşıdığı Arı hareketinin temsilcisi önce makalesiyle Radikal’e, ardından da bu makalesi büyütülerek iki kez Hürriyet’in manşetine alındı. Buna göre, “CHP’nin sorunu, Marksist kökenden gelmeyip Kemalist kökenli olması” imiş. Hani söyleyenin marksizmle uzaktan yakından bir ilgisi olsa… Gene 15 Ekim’de Radikal’in manşetinde “Avrupa sosyalistleri, CHP’nin halinden rahatsız” ve altında “CHP, Sosyalist Enternasyonal’den dışlanabilir” denilerek, gene aynı liberal-sağ simaya ve gene sözde “Marksizm-Kemalizm ikilemine” dayanılarak uydurma yorumlar yapılıyordu.

Aslında “bu liberal sağ veya düpedüz sağ unsurların CHP’de ne işi vardı” diye eleştiri getirilse doğru soru o zaman sorulmuş olurdu ama onu sormak bu medyanın işine gelmezdi. Çünkü onlar için sorun olan bu unsurlar değil, bir türlü liberal kampa çekemedikleri, bir türlü bağımsızlıkçı reflekslerinden ve Kemalist kökenlerinden söküp alamadıkları CHP yönetimi ve tabanıydı.

Gerçekte bir Marksizm-Kemalizm ikilemi mi vardır? Gelişmiş ülke sosyal demokrat/ sosyalist partileri, “marksist köken” den geldiklerini söyleyebilir ve hatta Parti binalarının girişine Marks’ın büstünü dahi koyabilirler. Ancak herkes bilir ki, bu kökenin bugüne süren fazla bir kökü kalmamış, genellikle içi boş folklorik bir görüntüye dönüşmüştür. Özellikle de 1980 sonrasında büyük ölçüde neo-liberal programlara angaje olduktan sonra. Bugün Avrupa’da sol içi yeni tartışma noktaları ve ayrışmaları, neo-liberal politikalara karşı takınılan mesafelere göre yeniden tanımlanma sürecindedir.

CHP gibi Kurtuluş Savaşının muzaffer kadrolarının kurduğu bir partinin anti-emperyalist kökleri ve dayandığı Kemalist ilkeler ise tartışma götürmeyecek kadar canlıdır. Partiyi neo-liberal küreselleşme çizgisine çekmek için yapılan basınçları geri püskürten bu damarlardır. Karşı devrimin saldırısının boy hedefi olması bu nedenledir. CHP’nin, benzeri sosyal demokrat partilerde görülmeyen niteliklere sahip olması, onun sadece anti-emperyalist bir tarihsel sürecin değil, anti-feodal devrim sürecinin de Partisi olmasındandır. Bu özgün nitelikler CHP’yi diğer sosyal demokrat partilerin gerisine değil ilerisine taşımaktadır.

BİR DÜZELTME: 19 Ekim tarihli Birgün’de DİSK’in Bolu toplantısı hakkında verdiğim kısa demeç “Katılımcılar ne dedi?” başlığı altında sunulmuştur. “Katılımcı olmadığım” yönündeki itirazım bir düzeltmeye konu olmadığı için bu düzeltmeyi burada ben yapmak zorunda kalıyorum.