Meclis’e sunulan müsilaj raporunu “Marmara’nın geleceği açısından umut kırıcı” olarak değerlendiren hidrobiyolog Artüz, sorunun kirlilik olduğuna dikkat çekti .

Marmara’yı atık havuzu gibi kullandık

Gökay BAŞCAN

­­Başta Marmara Denizi olmak üzere denizlerdeki müsilaj kâbusu için hazırlanan ve Meclis’e sunulan raporu değerlendiren Marmara Environmental Monitoring (MAREM) Proje Lideri, hidrobiyolog M. Levent Artüz, “Marmara Denizi’nin geleceği açısından çok ama çok umut kırıcı bir metin” dedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Müsilaj Araştırma Komisyonu, 4 aylık çalışma sonucunda hazırladığı 570 sayfalık raporu geçtiğimiz günlerde Meclis Başkanı’na sundu.

Müslajın biyolojisinden etkilerine sorunu farklı yönleriyle ele alan rapor, uzmanlar, akademisyenler, Marmara Denizi çevresindeki belediyeler, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ve reel sektör temsilcileri gibi farklı taraflarla görüşmeler yapılarak hazırlandı.

TOP TACA ATILMIŞ

Komisyonu ve hazırlanan raporu değerlendiren hidrobiyolog Artüz, “Bilindiği gibi söz konusu komisyon biraz zorlama ile kurulmuş bir komisyon. Müsilaj olgusu sonrası muhalefet partilerinden TBMM bünyesinde bir komisyon kurulması için girişimlerde bulunulmasına rağmen sonunda durumun vahameti 7 Temmuz 2021 tarihinde bir komisyonun kurulmasını sağlayabilmiştir. Komisyon başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’ adı ile kurulmuştur. Ancak, isminde yer alan ‘sebep araştırılması’ bile ne yazıktır ki yerine getirilememiştir. Komisyon ‘sebep’ konusunda topu taca atmıştır diyebiliriz. Şöyle ki; bir cinayet işlense ve sebebi ortaya konmaya çalışılsa, sebep olarak cinayetin işlendiği alet mi öne sürülecektir? Ya da ‘hayati organlara rastlayan kurşun’ gibi bir ifade mi kullanılacaktır” dedi.

EKSİKLİKLER VAR

Raporda müsilaja ilişkin sorumluluktan kaçarak sadece ‘iklim değişikliği’ne bağlandığına dikkat çeken Artüz, “Ne yazıktır ki ‘sebep’ olarak arıtılmadan yapılan deşarjlar ve onların kimler tarafından, ne şekilde yapıldığı ve bu deşarjlar sonucu artan bulanıklık sebebi ile deniz suyu sıcaklıklarının artışı yerine, iş ‘iklim değişikliğine’ bağlanmış, Karadeniz’in fazla gelen su bütçesi dolayısı ile ciddi akıntı rejimine sahip bu denizimize ‘durgunluk’ yaftası vurulmuştur. Yani sonunda, çoğunlukla olduğu gibi, ‘sebep’ için ‘kökü dışarıda’, ‘bizim dışımızda’ ve ‘mağduru olduğumuz’ unsurlar ileri sürülmeye çalışılmıştır. Ayrıca, Marmara Denizi’nin en büyük sorunu olan Ergene Deşarjı’nın raporda yer almamış olması, İstanbul Megapolü’nün sorunlarının bu güne kadar neden halledilmeyip, bu günlere gelindiğinin irdelenmemesi de, rapordaki çok büyük eksiklikler olarak nitelenebilir” ifadelerini kullandı.

UMUT KIRICI METİN

“Umut kırıcı bir metin” ifadelerini kullanan Artüz, “400 sayfa, 157 maddeden oluşan, somut bir tespit veya önermenin yer almadığı bu rapor, ağırlıkla ilgili bakanlıkların temel görevleri olan unsurların ‘yapılsın’ diye tavsiye edildiği bir metin olarak karşımıza çıkmakta. Akla gelen, ilgili Bakanlıkların görevlerini yapmadıkları ve komisyon tarafından uyarıldıkları yönünde. Yani bir anlamda ‘suç duyurusu’ niteliğinde. Bu bağlamda metni tek başına değil, mutlaka söz konusu komisyonun diğer üyelerinin katılmadıkları bu metne olan şerhleri ile birlikte değerlendirmek gerek. Söz konusu şerhler olmadan, raporun komisyonun değil, sadece bir kesiminin yaklaşımı olarak değerlendirmek gerek” diye konuştu.

SORUN KİRLİLİK

Temel sorununu Marmara Denizi’nin kirletilmesi olduğunu hatırlatan Artüz şu ifadeleri kullandı: “Basit bir yaklaşım ile bu durumdan kurtulmak gerek. Bunun da tek ve temel bir şartı var. O da Marmara Denizi’ni kanun ve yönetmeliklerde belirtildiği gibi ‘alıcı ortam’ olarak kullanmaktan vaz geçmek. Bundan başka bir çözüm yok. Hatta tüm denizlerimiz, içsularımız, karalarımız ve havayı da ‘alıcı ortam’ olarak kullanmaktan vaz geçmemiz gerek. Marmara Denizi’ni 1989 senesinden başlamak üzere, bu güne kadar bir arıtma tesisinin ‘çökertme havuzu’ olarak kullandık ve gittikçe artan bir tempoda da kullanmaya devam ediyoruz. Başımıza gelenlerdin farkına varmayıp, onlardan ders almayıp yapılan yanlışları sorgulamadan aynı uygulamaları tekraren yapıp, farklı bir sonucu nasıl bekleyebiliriz?”