Masadan eksilenler: Nostaljinin psikolojisi
1978 yapımı Neşeli Günler filmi çoğu kişi için nostaljik bir özlem içeriyor.

Nesli Zağlı

Son yıllarda, sanki çocukluğumuzdan daha fazla sayıda ünlü figür göçüp gidiyor gibi geliyor bana. Aslında bu normal. Çünkü 40’lı veya 50’li yaşlardaki yetişkinler olarak çocukluğumuz veya gençliğimiz, sırayla aramızdan ayrılan insanların, sanat veya sosyal hayat içinde en aktif olduğu dönemlere denk geliyor. Bu insanlar elbette sesiyle, sözüyle, gösterisiyle önemli figürler olabiliyor. Ama sanırım bu terk-i diyarlara şahitlik yapan bizler için hep oldukları anlamdan bir fazlası olabiliyorlar. Kendi otobiyografik belleğimiz içinde kendilerine bir yer bulup bambaşka koku ve tatları çağrıştırabiliyor. Bazen canlandırdığı bağlamı bile hatırlamasak da, kaybolanların bellek izleri keskin ve yoğun bir duygu tortusu oluşturabiliyor. Son bir hafta içinde TV programcısı Billur Kalkavan ve seslendirme sanatçısı Bülent Özveren aramızdan ayrılınca ardından yazılanlar, toplum hayatında çınlayan bazı seslerin nasıl da bir ömür kulaklarımızda çınladığının bir göstergesi oldu. Nostalji dediğimiz zaten hep çağlar arasıdır.


Nostalji kavramının tam Türkçe karşılığı TDK’ye göre 2 şekilde: 1. Yurt, sıla, baba ocağı hasreti; 2. Geçmiş bir çağa, geçmişteki yaşama duyulan aşırı sevgi ve özlem. Tahminim o ki biz nostalji kavramını daha çok ikinci anlamında kullanıyoruz; bir nevi geçmişseverlik. Nostalji kelimesi Yunanca kökenli; acı keder anlamına gelen “algos” kökü ile yuvaya geliş/dönüş anlamına gelen “nostos”’tan oluşuyor. Nostalji kavramının kavramsallaştırma serüveni de ilginç. Aslında Aydınlanma Çağı öncesinde daha askeri bir anlamda, kışladaki askerlerin çektikleri yuva özlemlerini tanımlamak için kullanılıyor. Bu asker çocuklar bir tür “homesickness” yani yuva hastalığı yaşıyorlar ve dışarıdan bakınca tedavi edilemez bir hapisliğin içinde gibi algılanıyorlar. Bu zamanlarda bu yuva hastalığının, 'demonik' denen hayvansal ruhların beyni ve ruhu işgal etmesiyle oluştuğu düşünülüyor. Bu sıla hasretinin ne kadar koyu kıvamlı bir balçık olarak gözlemlendiğini tahmin edebilirsiniz. Yıllar ve tıp ilerledikçe nostalji melankolik bir duygu durum olarak algılanmaya başlanıyor. Ama nostalji duygusunun ne kadar evrensel ve merkezi bir duygu olduğu yıllar içinde ortaya çıkıyor. 19'uncu yüzyılda bile kendi askerlerinde nostalji fenomenini çalışan araştırmacılar dahi nostaljinin genç, erkek İsviçrelilere dair bir durum olduğunu düşünüyor. Fark ediyorsunuzdur ki en genel geçer ruhsal fenomenler bile nasıl cinsiyetçi bir yerden ele alınıyor. Bu noktada belirtmeden geçemeyeceğim; nostalji kelimesinin etimolojisindeki dişil çağrışımlara ve psikanalitik anlamına rağmen anne kucağı yerine “baba” ocağı denmesi sanırım tam bir ataerkil şekillenme sonucu. Halbuki nostalji ile kastedilen yuvasal bağlam hep anne ve çocuk ilişkisindeki zemine bağlı.

Nostalji…Keyif ve acı; umut ve pişmanlık…Kesinlikle karmaşık bir duygu. Aslında sadece bir duygu mu ondan da emin değiliz. Çünkü çoklu bilişsel süreçler içeriyor. Son yıllar içinde gittikçe artan sayıdaki nöroanatomik ve nöroişlevsel çalışma, nostaljinin beyinde nasıl işlediğini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bu çalışmalar ile bizim için çok şaşırtıcı olan koku nostaljisi gibi konular; bilimsel birer fenomen olarak ele alınıyor ve koku almadan sorumlu olan beyin bölgesinin, duyguları işlemeden sorumlu bölgeye komşu olduğu anlaşılıyor. Bunu şöyle anlatalım; bir asansöre binmişsiniz, asansörde yoğun bir parfüm kokusu. Orada geçirdiğiniz birkaç dakikalık sürede bu parfümü kullandığını hatırladığınız bir kişiyle ilişkili anılarınızın birçoğu bilince hücum ediyor. Bu kişinin geçmişin sevecen yüzlerinden biri olmasını dilerim, yoksa kısa asansör yolculuğunda size musallat olan duygu gününüzü bile mahvedebilir. İnsanlara ne ölçüde nostalji yaşadıkları sorulduğunda, en az haftada bir olduğunu belirtmişler. Ama elbet bu noktada standart sapma yüksek. Nostaljiden başını kaldıramayan da var, canı pahasına kaçınan da. Her ikisinin de kendine göre bir rasyoneli var. "Nostalji bir işe yarar mı?" diye sorsanız bu da çok göreceli bir konu. Kimi kuramcıya göre, insanlar nostaljiden güç alarak kendilik değerini onarıyor. Hatta bunun toplumlar için de geçerli olduğu düşünülüyor. Kendi toplumsal tarihini, oradaki figürleri, bağlamı ve etken faktörleri özlemle anan toplumların bir arada tutulmasının daha kolay olduğu söyleniyor. Örneğin Trump’ın “Make America Great Again” sloganıyla yarattığı nostalji ortamı hem kazandırdı, hem de azınlıklar ve ötekiler için ırkçı, faşist bir zemin hazırladı. Bize gelince, bir kesim ile aynı gemide olmadığımız için kıyıda durup ülkenin yakın ve uzak tarihini öfke ve utançla bezenmiş bir nostaljiyle anıyoruz.

Psikanalitik açıdan bakılırsa nostalji, idealize edilmiş, yüceleştirilmiş bir geçmiş demek. Freud’un birçok yerde ve özellikle de Yas ve Melankoli makalesinde nostaljiden bahsettiği söyleniyor. Aslında bakılırsa nostaljideki anılar; anıların anıları. Yani hatırlanmasa bile kurgulanmış bir nostaljik deneyim. Nostalji bir savunma mekanizması olarak değerlendiriliyor ki bu da, çatışmalardan (aslında bilinçdışı dürtülerden) kaynaklı kaygı ve gerilimi geçmişi anarak yatıştırmak anlamına geliyor. Bu size de çok tanıdık gelmiyor mu? Bu ülkede en kötü dönemlerde televizyon kanallarına daha çok Hababam Sınıfı, daha çok Neşeli Günler basmıyorlar mı? Evet bazen nostalji bir anestezik gibi işlev görüyor. Nostaljiyi anlatan diğer psikanalist kuramcı Melanie Klein. O da anne ve bebek ilişkisindeki anneye dair yoksunlukların ve annenin sembolik temsillerinin bebekte oluşmamasının nostalji ihtiyacını doğurduğunu söylüyor. Tam anlamıyla gelişmemiş bir anne-bebek bağının özlemini bir ömür taşımak gibi nostalji. Hep yuvaya dönmek istemek… Aynı mülteciler ve sürgünlerdeki gibi. Daha önce bir yazımda belirttiğim bir önermemi hatırlatayım: “Yuva kendi güvenli olmasa da güvenlik ihtiyacının gömülü olduğu yerdir.” Tıpkı memleketin ve annenin güvenli olduğunu varsayma ihtiyacı gibi. Nostalji aslında korunup, kollanıp, sarmalanma özlemidir. En arkaik düzeyden, en gelişkin duyguya kadar. Bir şiir vardı sanırım: “Yokluğunda öyle bir boşluk var ki, sen gelsen dolduramazsın”.

Nostalji aynı yas gibi kayba verilen bir yanıttır. Aynı yas gibi amaç, egoyu rahatlatmaktır. Muhtemelen toplumsal ruhsallığımızın dibe vurduğu şu günlerde biz de kayıplar karşısında kollektif bir nostaljiye tutunuyoruz. Nostaljinin sosyokültürel ve tarihsel bir çerçeve sağlama, sosyal bir güç oluşturma, daha huzurlu olduğu varsayılan bir devire çapa atma ve sosyal temsiller oluşturma gibi de işlevleri olduğu söyleniyor. Yani aslında 7/24 nostaljik hülyalara dalmıyorsanız, nostalji sakıncalı değil. Buna karşın nostalji patolojik yönlerini vurgulayanlar da az değil. Kim bilir belki de bu kişiler nostaljinin eşittir melankoli olduğu, narsisistik ihtiyaçları karşılamadığı bir koşul varsayıyorlardır. Bizim kollektif nostaljimiz muhtemelen büyük oranda bizi bu rejim karşısında un ufak olmaktan koruyor. "Ah eski günler, ah eski dostlar" nidalarında geçmişi bir doğrultma ve narsisistik bir savunma var. Belki daha çok müzemiz olsaydı, nostaljik nesneler ve eserler sergilenseydi bizler için daha bütünleştirici bir işlev görecekti. Oyuncak müzesi gibi Sunay Akın’ın. Sosyal medyada 80’lerin çocukları kokulu arı maya silgilerine, vita tenekelerine, kahverengili, turunculu, allı, güllü perdelere bakmaktan helak oldu. Ama tabii kimse sormuyor, "Bu size ne çağrıştırıyor?" diye.

Çocukluğun, gençliğin kaleleri birer birer düşüyor. Sanki çocukluğumuzdaki gibi kocaman bir masanın etrafına dizilmişiz. Şarkılar söylüyoruz, mis gibi kokular, tatlar. Her şey berrak, her şey sakin. Karşımızda, yanımızda oturan herkesin yüzü genç, güleç. Zaten zihnimizde hep o halleriyle varlar. "Anımsamak var olmaktır" diye bir söz yok ise de ben şimdi söylüyorum. Bir anda etrafıma bakıyorum, bildiklerim, anımsadıklarım, beni var edenler masadan bir bir eksiliyorlar. Anason kokusu ve şarkılar bu vedaya çok güzel eşlik ediyor. Tüm gidenleri tek tek anamasak da, en son gidenleri hepsinin yerine seviyoruz. Yattıkları yer incitmesin.