Dün gazetelerde gördüğüm ve sosyal medyada çok konuşulduğunu öğrendiğim bir fotoğraf beni 29-30 yıl eskiye götürdü.

SovyetlerAfganistan’dan çekilmiş, o çekilmeyi Türkiye’den tek gazeteci olarak birkaç gün önce kaybettiğimiz sevgili Hasan Uysal izlemişti. İzlenimlerini de “Adı Afganistan” başlığıyla bir kitapta toplamış, Afganistan’ı ve orada yükselen kökten dinciliği anlamak için iyi bir kaynak yaratmıştı.

Hiçbir zaman sürünün bir parçası olmayan, özgün ve nitelikli bir gazeteciydi Hasan. Dilerim hayatı ve bıraktıkları genç gazetecilere ders olur!

Sovyetler’in çekildiği 1989 Şubatından sonraki yazda ve daha sonraları birkaç kez gittim Afganistan’a. Mücahitler ve hala “komünist” olan rejim arasındaki çatışmalar sürüyor, Kabil’e çevre tepelerden roketler yağıyordu, tepelerde yoğun çatışmalar yaşanıyordu.

O kendisine “komünist” demese de dünyanın ve mücahitlerin “komünist” dediği Necibullah cumhurbaşkanıydı. Rusların çekilmesi ardından Sulh-u Milli (Ulusal Barış) politikası uygulamaya çalışan Necibullah’la röportajlar yapmış, onun savunma bakanlığını yapan ve sonra ona karşı darbe girişiminde bulunup Hizb-i İslami lideri Hikmetyar’a sığınan Gen. Şahnavaz Tanai ile konuşan ilk Batılı gazeteci olmuştum. Ünlü Puli Şarki Cezaevi’ne, Batı’nın anlı şanlı gazetelerinin gazetecileri sayemde girebilmişti.

Ben görüştüğümde, Gen. Tanai partinin sertlik yanlısı kanadındandı ve Necibullah’ı pasif buluyordu. Hızlı komünistti! Onun bir uçtan diğer uca savruluşu, yine Necibullah’ın ulusal kahraman madalyası taktığı Gen. Dostum’un mücahitler safına geçişi; “Bir Afgan’ı asla satın alamazsın, ancak kiralayabilirsin” sözünü doğruluyordu.

Afganistan öyle bir Afganistan’dı ki; ayakta işediğiniz için, kız çocuğunuzu okula gönderdiğiniz için, daha kim bilir neler için canınızdan olabilirdiniz.

Dünyanın en boyun eğmez halklarından biri, gericiliğin pençesinde kıvranıyordu.

O zamanlar henüz milli içkimizin ayran olduğuna dair bir tartışma yoktu ve ben de bir yere gittiğimde, hediye diye yanımda birkaç şişe rakı götürürdüm.

Necibullah’la röportaja başlamadan, çoban armağanı çam sakızı diye şişeyi uzattım. Görüntüye girmesinden korkarak nasıl kapıp masanın altına bıraktığını hiç unutmam. O şişenin Türkiye-Afganistan ilişkilerini düzeltebileceğini, Atatürk ve Amanullah Han arasındaki muazzam dostluk döneminde Atatürk’ün hep bunu içtiğini söyledim.

Zeki ve hazırcevaptı; “Peki, Özal içiyor mu?” diye sordu. Susup sorulara geçtim.

Bir başka seferinde, birkaç Afgan generalin ve bakanın olduğu bir sofraya konuk edildim. Benim çoban armağanı çabuk bitti. “Komünist” iktidarın kaymak tabakasının oturduğu masaya, kaş göz işaretiyle Amerikan viskileri geldi. Rus votkası değil, Amerikan viskisi!

Yemeğin sonuna doğru, sıra fotoğraf çektirmeye geldi. İçkiye dair ne kadar işaret varsa masada, başta viski şişeleri, saklandı!

Afganistan öyle bir Afganistan’dı ki, ülkenin astığı astık kestiği kestik denilen liderleri, bir içki şişesiyle fotoğraflanmaktan ölesiye korkuyorlardı.

O korkuyla, ne zaman bir fotoğraf makinesi, kamera görseler, şişeyi masadan kaçırıyorlardı!

Dün, anlı şanlı bir grup dizi oyuncusunun, hep birlikte eğlenmek için gittikleri bir balıkçıda, masada her türlü mezenin, buzun, şalgamın, hatta rakı bardaklarının da göründüğünü, ancak rakının görünmediğini görenler konuyu sosyal medyaya yatırmışlar.

Bir başka sanatçı, o masadakileri; “Ekibin hepsinin tek kol masa altında... Abiler ablalar rakı içiyorsanız afiyetle için... Kasmayın bu kadar yaa... Kim ne diyecek size, dese ne olur ayrıca? Kimler kimler neler yapıyor. Boş verin... Rakı balık yaptınız diye diziden mi atacaklar? Yok daha neler... Keyfiniz bol olsun...” diye yazarak yere batırmış.

Bir dostluk ortamının neşesine eşlik eden içkinin, hani yasadışı falan da değil, 2018 Türkiye’sinde masadan kaçırıldığını, kameradan saklandığını görmek, bana 1989-90’ların Afganistan’ını anımsattı. Cumhuriyetle birlikte arayı fersah fersah açtığımız Afganistan’ı…

Daha fazla benzemeyelim de!