Masal

Ne maçtı... Evet, Nantes ile Calais arasında oynanan 2000 yılının Fransa Kupası finalini kast ediyorum. Evet birçoklarınız takımlardan birini iyi tanıyor da diğerini... İşte küskün futbol romantiklerinin yüreğinde taşıdığı o gün Stade de France’a çıkmıştı amatörler. Tam 15 sene önce yaşananlar, bir masalın hafif gözyaşlı sonuydu. Türkiye 10 gün sonra oynanacak başka bir finale odaklandığından, hafiften gölgede kalmıştı Paris’teki o pazar akşamı...

Öncelikle biraz coğrafya... Calais, Fransa’nın en kuzeyinde bulunan 70 bin kişilik bir liman kasabası; İngiltere’ye açılan kapı.

Azıcık da tarih... İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikalıların başka çıkarma yapmayı düşündüğü topraklar olsa da malum ihale Normandiya’ya kalmıştı. Yoksa adını tüm dünya ezbere bilecekti ya neyse.

Fazla yan yollara girmemeli, öykümüze dönmeli...

Kupa serüvenine o zamanlar ikinci küme tozu yutan bugünün büyüğü Lille’i penaltılarla geçerek başlayan kuzeyin minik takımı, bir sonraki turda kendi dengi Langon-Castet’yi bulunca acımıyordu. Son 16’da o zamanlar ikinci kümede yer alan memlekette “Kan, Van” diye hâlâ kimi sofralarda hatırlanan Cannes’ı deviren minikler, çeyrek finalde Strasbourg’u aştığında Fransa onları konuşmaya başlamıştı.

12 Nisan 2000... Monaco ile Nantes, Bordeaux ile Calais yarı finalde buluşmuştu. İlk randevu kimseyi şaşırtmasa da ikinci kulağa garip geliyordu. Nantes şarap mıntıkasının ligdeki temsilcisini tek golle geçerken, amatörlerin hırsı insanları mest ediyordu. Uzatmalarda dev rakiplerini deviren kırmızı-sarı formalı, siyah şortlular adlarını finale yazdırıyordu. Şaka değil, gerçekti. Masal sürüyordu...

Hiç unutmam o pazar gününü. Finalin Eurosport’tan naklen yayınlanacağını öğrendiğimde, odamda kamp kurmuştum. Bugün hayatta olmayan üç kedimle akşamı beklemeye başlamıştım. Derken yayına geçildi, bende bir bayram havası. O Calais adındaki takımın isimsiz kahramanları, Zidane ve şürekâsının iki yıl önce Dünya Kupası’nı kaldırdıkları muhteşem stadın çimlerine ayak bastığında gözlerim dolmuştu. Şüphesiz bu maç, babasından futbol masalları dinleyerek büyümüş bir velet için kendi çocuklarına anlatacağı futbol destanıydı.

Aslanlar gibi çarpıştı o minikler. Liliputlar, 34. dakikada aslen öğretmen olan Jerome Dutitre’in golüyle öne geçiyordu. 70 bin nüfuslu kasabada nefesler kesilmişti, acaba amatörler UEFA Kupası’na mı gidiyordu?

Nantes adına sahne alan Antoine Sibierski, 50. dakikada skoru eşitlemişti. İşte aynı futbolcu son dakikada kazanılan penaltıyı gole çevirince, futbol tarihinin en güzel masallarından birinin sonu kötü bitmişti. Tribündeki binlerce insan ağlıyordu. Maçı yorumlayan spikerlerin sesi çatlamış, bizim eve yas çökmüştü. Ağlıyordum ancak skoru değiştiremiyordum. Zafer, bir sezon sonra ligde de şampiyon olacak Nantes’ın olmuştu. Seremonide her iki kaptanın kaldırdığı kupa, her şeyin özetiydi.

Ertesi gün minikler kasabalarında kahramanlar gibi karşılanırken, bugün hayatta olmayan dedemi ziyarete gitmiştim. Bir de ne göreyim, Eurosport açıktı. Evet, finalin tekrarı vardı. Derken o penaltı atıldı ve on binler yine ekranlarda ağlamaya başladı. Dedem niye ağlıyor bunlar diye sordu. Bir peri masalının sonuna şahitlik ettiklerini söylemiştim. Hikâyeyi anlatınca, dedemin bile gözleri dolmuştu.

O bahçevanlar, işçiler, öğretmenlerin sahada gösterdikleri özveri ayakta alkışlanırken sanki her gün biraz daha fazla metalaşan futbola bir nanik yapmışlardı. Calaisliler, kendi Dünya Kupası finallerini kaybetseler de bir daha asla tekrarlanmayacak bir başarıya imza attıklarında, amatör birinci ligde sadece dokuzunculardı...

Kaybedenler de bir gün kazanabilir miydi? Onlar tarih, tarih de onları yazabilir miydi? İşte 7 Mayıs 2000’de en azından bu gerçekleşmişti.