Film imrenilecek kadar güzel bir evlilikleri ve üst sınıf yaşantıları olan Hartford çiftinin normal, güvenli ve mutlu yaşamlarının gözlerini tamamen kapatmalarını mı gerektirdiği sorusuyla açılıyor.

Maske, kapitalizm ve bilinçaltı üzerine
Fotoğraf: IMDB

Seda ÜNSAR

Eyes Wide Shut’tan (Gözleri Tamamen Kapalı) söz etmeden önce, Düşüş’teki köksüzlük ihtiyacı ve sıradışı bir yalnızlık arzusu hissiyatını verebilmek için bahsi geçen film Heat’ten (Büyük Hesaplaşma) bahsetmek gerek. Normal şartlarda sıkı dost olacak fakat içinde bulundukları hayatta polis ve suçlu olarak karşı karşıya gelen iki adamın (ki bu adamlar Al Pacino ve Robert de Niro’ysa daha da etkileyici olduğu kesin) kozlarını paylaşmak için biraraya gelerek sohbet edip kahve içtikleri Los Angeles Havaalanı yakınlarındaki restoranın işaret ettiği mekan metaforu; “suçlu”nun tesadüfen tanışıp aşık olduğu LA’de tek başına bir yabancı olan, köksüz bir kadın karakteri ve aralarındaki sadece birkaç kez birlikte olma üzerine kurulu güçlü bağ; kadının evinin uzaklardaki gökdelen ve ışıklardan oluşan Los Angeles manzarası metaforu ve bu manzarayı seyrederek bu manzaranın temsil ettiği yalnızlıklarını birbirlerine açtıkları konuşmaları; “polis”in cinayete kurban gitmiş bahtsız insanların cansız bedenleri ardından sürüklenen hayatı içinde karısının yaşadığı yalnızlık, bu hissiyata göndermeler yapan birkaç şey.

Eyes Wide Shut ise, temaları, gizli ve açık sembolleri ve esrarengiz sonu üzerine ayrıntılı ve derin analizler yapılmış, sinemanın en yaratıcı, eşsiz ve obsesif dehalarından Stanley Kubrick’in son başyapıtı. Söz konusu tema ve semboller, kullanılan objeler, kamera açıları, mekan seçimleri, karakter isimleri ve bazı isimlerin tekrarı aracılığıyla Masonluk, İlluminati, Skull & Bones (Kuru Kafa ve Kemikler Cemiyeti), Scientology’den zihin kontrolü ve seks köleliğine kadar uzanıyor. Fakat bu yazı bunlar üzerine değil, filmin hissiyatı üzerine: Düşüş’te özellikle S karakterinin Stefano’yla sekse dayalı aşkının tetiklediği Los Angeles’taki gerçekliği ile Eyes Wide Shut’ın sürreal gerçekliğinin örtüştüğü anlar ve kapitalizm kritiği üzerine.

Doktor Bill ve Alice Hartford (o sırada gerçek hayatta da evli olan Tom Cruise ve Nicole Kidman), New York’un en güzel semtlerinden birinde, ihtişamlı, güzel bir evde yaşayan, saygın, üst sınıf, ihtişamlı ve güzel, tek çocuklu bir çift olarak karşımıza çıkıyor. Fakat davetli oldukları yılbaşı partisine adım attıkları anda, toplumun gölgelerinde yaşayan asıl üst ve yönetici sınıfın hizmetkarı olmaktan öteye gidemeyen yüksek burjuvayı temsil ettiklerini anlıyoruz çünkü davetin sahibi Zieglerlar’ın malikanesi gerçekte Rothschild’ın malikanesi. Filmin odak noktası, erotik olanla anonim olan arasındaki tehlikeli bağ; bu bağ içinde yabancıların seks hayatımızda fantazi olarak oynadığı rol ve evli çiftlerin de eninde sonunda birbirlerine yabancı oldukları gibi rahatsız edici gerçeklerle yüzleşme; bu yüzleşmede oldukça pesimist bir bakışa sahip olan Kubrick’in insan doğasını bıçak altına yatırışı ve tüm bunların kapitalist elit sınıfın ekonomik, politik, sosyal ve estetik gücüne bağlanması diyebiliriz.

Film imrenilecek kadar güzel bir evlilikleri ve üst sınıf yaşantıları olan Hartford çiftinin normal, güvenli ve mutlu yaşamlarının gözlerini tamamen kapatmalarını mı gerektirdiği sorusuyla açılıyor. Bu uyurgezer hal, trans veya rüya hali, fırsatını bulduğu anda gazabına uğrayacağımız hiddetle ve arzuyla köpüren bir duygular okyanusunu farkında olmadan baskı altında tuttuğumuz maske mi?

Yılbaşı balosunda Bill ve Alice baştan çıkarıcı ve gizemli yabancıları “zararsızca” arzuladıktan sonra güvenli, mutlu evlerine ve seks rutinlerine dönerek tehlikeyi savuşturduklarını düşünseler de, Kubrick sinema dünyasındaki (ve gerçek dünyadaki) erkek egemen bakışı alt üst ederek, Alice’e kocası Bill’in saygın bir doktor olarak çıplak gördüğü güzel kadınları arzulayıp arzulamadığını sorgulayan, saldırgan bir diyalog başlatıyor. Bill bir doktor olarak hastalarına cinsel bir obje gözüyle bakamayacağını açıklasa da, Alice bu açıklamayla tatmin olmadığından, bu sefer de onu sevdiği için onu üzecek hiçbir şey yapmayacağını söylüyor. Bu son açıklama ise, Alice’i iyice çileden çıkartıyor çünkü Alice için kötü hissedeceğinden, ona acıdığından seks dürtüsünü kontrol altına almasını daha da büyük bir hakaret olarak algılıyor. Alice erkekler için vahşi cinsel dürtüyü normlaştıran erkek egemen düzenin, cinsel dürtüyü, kadınlar için milyonlarca yıllık evrim sürecinin bir parçası olarak bağlılık ve güvenle ehlileştirmesine karşı çıkıyor. “Ah siz erkekler bir bilseniz!” repliğinin ardından Alice, beraber gittikleri bir tatilde bütün hayatını, geçmişini ve geleceğini sadece bir gece geçirebilmek için feda edebileceği denizci subayı nasıl arzuladığını anlatıyor. Böylece maskenin düşmesi, hiddetle ve arzuyla köpüren duygular okyanusunun serbest kalması ve büyük yüzleşmeyle, filmdeki kırılma başlıyor. Bu kırılmanın son noktasında, yüzleşme ya da travmayla baş edemeyen Bill, Alice’in fantazisine ulaşabilmek için, zihninde Alice ve yabancı bir erkeğin hayali seks sahneleriyle, kendini yılbaşı partisinin karanlık bir yansıması olan büyük bir orgynin içinde buluyor.

İki katmanlı bir dünya olduğu iması daha filmin başlarındaki yılbaşı partisinde mevcut. Bu iki katman ayrıca iki açıdan değerlendirilmeli. Birincisi, yüzeyde, yılbaşı ışıklarıyla süslenmiş görüngüler dünyası ve yüzeyin altında, derinlerde yatan, gizli ve karanlık dünya. Malikanenin aşağı katında süregiden partideki mutlu ve ihtişamlı görünen çiftler, yüzeyde görünen parlak hayatı temsil ederken; malikanenin yukarı katında, gizli ve karanlık dünyanın temsili olarak, büyük ve ihtişamlı bir odada doz aşımı yapan ve böylece hayatı tehlikeye giren bir fahişe ile partinin, fahişenin ve tüm bu görkemin sahibi Victor Ziegler. İkinci açı ise, yüzeyde, normal, sıradan hayatlar yaşayan, bu hayatları yaşarken rüyada, transta ya da uyur gezer olan insanlar ve derinlerde bu insanların cinsel dürtüleri de dahil olmak üzere her şeyini kontrol eden yer yer gizli, yer yer açık fakat oldukça karanlık bir kapitalist düzen ve bu düzenin sahibi bir üst sınıf.

Daha sonra orgyde de yılbaşı partisine benzerlikler olduğunu görüyoruz. Fakat bunlar tersine çevrilmiş ya da ters yüz edilmiş benzerlikler: İlkinde yüzler maskesiz, vücutlar giyinik; ikincisinde vücutlar çıplak, yüzler maskeli. İlkinde, Bill doz aşımı yapan Amanda’yı kurtarıyor; ikincisinde, davetsiz misafir olmanın tehlikeli olduğu çok açık olan böylesi bir partide, Amanda davetsiz misafir olduğu çabucak anlaşılan Bill’i kurtarıyor. İlkinde, Bill bir seks davetini reddediyor; ikincisinde, Bill davette bulunsa da daveti reddediliyor. Bütün bu tersine paralellikler, ilk partinin puslu ya da hayali ışıkları altında kalan gerçeğin, ikinci partinin gerçekliği olduğunu ortaya çıkarıyor. Herkesin maskeli olduğu, Masonik bir ritüeli veya bir tarikat ritüelini andıran ritüelde, maskesini çıkarmaya zorlanan Bill’e soyunması emredildiğinde, maskeli bir fahişe (Bill’in hayatını kurtardığı Amanda) Bill’in yerini alıyor. Eski bir güzellik kraliçesi olduğu anlaşılan fahişe ertesi gün ölü bulunduğunda ve Bill sorularına yanıt almak için malikanenin kapısına dayandığında, muhtemelen ritüelin kendisini yöneten kişi olan Victor Ziegler, o gece malikanede gördüğü her şeyin sahnelendiğini, Bill’in hayal bile edemeyeceği ve bilmemesinin kendisi için daha iyi olacağı isimlerin olduğunu ve Bill işin peşini bıraksın diye işin içine korku ve gizem katıldığını anlatıyor. Ve ölen kız için “onun başına normalde gelen şeylerin dışında bir şey gelmedi” diyor. Ziegler ve Bill arasındaki bu konuşma, kapitalizmin en inanılmaz mitleri bile inandırıcı hale getirirken, bir yandan da söylenenlerin koca bir yalanın propagandası oluşunu ve bu propagandanın da gayet doğal ve düzene uygun olduğunu utanmazca dile getirecek kadar her şeyin kontrol altında olması konusunda kendinden emin oluşunu temsil ediyor.

Bill ve Alice film boyunca bilinçaltı arzularıyla yüzleşip trans, rüya ya da uyur gezerlik halinden bir süreliğine de olsa çıkıyorlar. Fakat böyle bir farkındalık ilişkileri için iyi mi, yoksa büsbütün tehlikeli bir durum mu? Böyle bir farkındalık toplum için iyi mi, tehlikeli mi? Film çiftin sevişme ve mutlu aile hayatlarına devam etme arzusuyla bu farkındalığın yarattığı tehlikeyi atlatabilme ya da onunla beraber yaşayabilme ihtimalleriyle son buluyor.

Filmde son bir şeye dikkat çekmek istiyorum. İnsan doğasının en karanlık noktalarına hiçbir şey sakınmadan korkusuzca giren Kubrick, obsesif bir şekilde, hemen her diyaloğu son cümlelerin karşılıklı tekrarı şeklinde devam ettiriyor. Bunu gizli tarikatları ve dünyayı yöneten düzenlerini açığa çıkan şifreleme olarak yorumlayanlar olsa da, ben bilinçaltı arzularının karanlığının serbest kalması ve ışığa çıkmasıyla şekillenen bir obsesyonun yansıması olarak yorumluyorum.