Şiir, şairin karnındaki şey her ne ise o olmadığı gibi, kimlikçi olsun, cinsiyetçi olsun, her türlü reel politik bilişin açık veya şifreli bildirişimi de değildir.

Maskeli şiir balosu

Ferruh TUNÇ

Seksen sonrasında, şiirin duygulu bir bildiri veya iç dökümü olmadığı anlaşılmış gibidir; ama hayır, biraz daha dikkatle bakınca aynı iç dökümü veya bildiri maskelenmiş olarak sürmektedir aslında. Evet, şiirlerdeki imge ve metafor bolluğu anlatımcı bir şiirle karşı karşıya olmadığımıza işarettir ama daha dikkatli bakınca imge ve metaforların simgesel ve sembolik sınırlarına hapsedilmiş olarak kullanılmakta olduğunu ve bir anlatıya yaslanıldığını fark etmek hiç de zor değildir. Seksen sonrası yaygın şiirinde anlatımcı olmadığı izlenimini güçlendiren bir başka gösterge de birbiri ile semantik bağlantısı kopmuş görünen ‘bağımsız’ dizelerdir. Bu şiirde dize öne çıkarılarak şiirde anlatının eski itibarı kırılmış görünür fakat şairin gayretinin plastik kolajlar, parçalı anlatılar ve çağrışımlar üstünden de olsa yine hikâyeler anlatmak olduğu dikkatli okur için oldukça görünür durumdadır.

Bu, ilginç (tuhaf mı demeliydim?) bir şiir çıkarmıştır ortaya: Niyeti ‘narrativist’ olduğu halde yazdığı bunun tersi olan şiirler… Ya da tersi: Niyeti ‘narrativist’ olmadığı halde yazdığı bunun tersi olan şiirler… Denilebilir ki, vazgeçilmeyen iç dökümsel veya manifestik anlatımcılık niyeti ona uygun olmayan, ya da uygun olsa da doğası içe sindirilemeyen şiirsel malzeme ile bir kafes içine alınmakta, karartılmakta ya da maskelenmektedir… Böylece okurun olduğu nesnel yakayla, yazanın olduğu öznel alan arasında ‘objektif korelasyon’ bir türlü kurulamaz. Bu durumda şiir dekoratifleşir. Okura düşen olsa olsa akli ve görsel bir ‘tartımı’ olur şiirin. Ya da takdiri, değerlendirmesi… Okur bu şiiri deneyimleyemez; beğenir veya beğenmez; ama hep bir şekilde dışarda kalarak, onunla doyurucu olmak bir yana herhangi bir etkileşime bile giremeden yapar bunu… 80 sonrasında giderek yaygınlaşan, ‘deneyimlenmeyen fakat tartımlanan’ bir şiir okuma tarzının varlığını buna bağlayabiliriz. Bence, bu dönemde yaygınlaşan ‘iyi şiir’, ‘iyi şair’ jargonunun köklerini bile burada arayabiliriz.

Dikkat edilirse şiirin kapalılığı veya açıklığından söz etmiyoruz burada; çünkü kapalı şiirde de açık şiirde de o eğer şiir olabilmişse okuru ile metin arasında bir ‘objektif korelasyon’ olanağı hep vardır. Bu bağ ya da etkileşim, şiirden mutlaka bir öykü, bir anlam çıkarmak anlamına gelmez. Boyutları didaktik bir sergilemeye uygun olmayan çok çeşitli deneyimler çıkarabilmek anlamına gelir şiirden… Dilin, gerçeklikle, toplumsal-tarihsel-mekansal biliş, duyuş ve sezişle, görece anlamlı bir bağ kurabilmesi demektir deneyim dediğimiz şey. Bu olurken, ancak sanat eserinin deneyimlenmesinden edinilebilen bir biliş, buluş, doğrulanış hazzı duyabilmektedir insan. Pek doğal olarak, anlatımcı özellikten tümüyle yoksun bir şiirden de böylesi estetik deneyimler edinebiliriz. Anlattıklarımızı paradoksal ya da gereğinden soyut bulanlara, anlatımcı veya iç dökümcü olmayan bir şiirden nasıl deneyimler edinebileceğimiz konusunda Tranströmer okumalarını salık veririz. 80 sonrası yaygın bir tür şairin farkında olarak veya olmayarak yaptığının tersine, şiirin, estetik olmayan bir dilin/durumun sözümona estetik olana tercümesi olmadığını anlarsınız Tranströmer okuyunca. Onun şiiri; “şiir, yazdığınız şeydir” tezini doğrular. Şiir, şairin karnındaki şey her ne ise o olmadığı gibi, kimlikçi olsun, cinsiyetçi olsun, her türlü reel politik bilişin açık veya şifreli bildirişimi de değildir. Anlatılamayan bir iç döküş ise hiç mi hiç değildir… Niyetini gerçekleştiremeyen bir dışavurum ya da içdöküm anlatısının şiiri diyebileceğimiz 80 sonrası yaygınlık kazanan bu şiir türünde, şiirsel malzemenin yazan açısından istismar edilişi fakat okur için büyük ölçüde işlevsizleşmesi söz konusudur. Kökünde duygulu konuşma olduğu fakat bu uygun olmayan bir şekilde dışa vurulduğu için böyledir bu. Çünkü maskeler özlenen yüzler yerine geçtiği kadar yüzsüzlük olarak da görünebilir karşısındakine. 80 öncesinde toplumcu mücadelenin tam anlamıyla içinde olanların bile kapılıp gitmediği kimlikçi, aidiyetçi, temsiliyetçi şiir tuzağına neoliberal aktivizmler üstünden balıklama dalmak, tarihin kimler için tekerrür ettiği konusunda fikir verecek midir?