Telefon ya da internet üzerinden dolandırılanların sayısı artmaya devam ediyor. Medyadaki onlarca uyarı, Emniyet Müdürlüğü’nün kısa mesaj bilgilendirmeleri, kamu spotları vs pek de bir işe yaramıyor. İki temel yöntemi var dolandırıcıların. Korkutma ve beleş kazanç. Beleş kazancın anlaşılır bir yanı var. Dünyanın her yerinde, her zaman az emekle büyük gelirin cazibesine karşı koyamayanlar hep olmuştur. […]

Telefon ya da internet üzerinden dolandırılanların sayısı artmaya devam ediyor. Medyadaki onlarca uyarı, Emniyet Müdürlüğü’nün kısa mesaj bilgilendirmeleri, kamu spotları vs pek de bir işe yaramıyor. İki temel yöntemi var dolandırıcıların. Korkutma ve beleş kazanç.

Beleş kazancın anlaşılır bir yanı var. Dünyanın her yerinde, her zaman az emekle büyük gelirin cazibesine karşı koyamayanlar hep olmuştur. Görece yeni ve Türkiye’ ye özgü gibi görünen ise korkutarak dolandırmak. Açtığı telefondan, ben başkomser bilmem kim emniyetten arıyorum, ben Cumhuriyet Savcısı falan, konuşmalarını duyan hipnotize olmuşçasına tutulup kalıyor. Hemen hemen aynı cümleler devam ediyor, “kimlik bilgilerin PKK ya da FETÖ’ nün eline geçmiş adına işlem yapmışlar!” Generalinden hakimine, doktorundan profesörüne kanmayan yok! Nasıl kanıyorlar?

Doğru olsa da yüzeysel açıklama, ülkede hâkim olan korku iklimi ve adalet sistemine olan inançsızlık. İnsanlar, son derece basit suçlamalarla, kaynağı belirsiz ihbarlarla gözaltına alınıyor, aylarca mahkeme yüzü göremiyor, dahası mahkûm da ediliyorlar. Sıradan insan iktidar karşısında ne kolluk gücüne ne de yargı sistemine güven duyuyor. İktidar yanlısı olduğunu kanıtlayamayanların kolluk gücü ve yargı karşısında pek de bir güvenceleri olmadığını hissetmelerinin yarattığı korkunun etkisi var kanmalarında.

Ama bu açıklama yeterli değil. Dolandırılanların çok büyük bir bölümü iktidara öyle ya da böyle muhalif oldukları açık olan insanlar değiller. En azından aktif olarak politikayla ilgilenenlerin sayısı oldukça az. Medyayı hızlıca tarayıp kandırılanların profiline bakılsa ahım şahım politik insanlar olmadıkları görülebilir. Dahası aralarında iktidar yanlıları da oldukça fazla.

Galiba, buzdağının görünmeyen bölümünde çok daha büyük bir etken var. Yakalanmış olma hissi ya da suçluluk telaşı diyebiliriz bu hale.

Demem o ki, bir şekilde “açığı olan” insanların bir gün yakalanabileceklerine dair hissettikleri tedirginlik duygusu. Telefondaki sert ve kararlı sesin “başın büyük belada” demesiyle yargılama becerileri bozuluyor olabilir mi?

Bütün kandırılanları aynı potaya atmak değil niyetim, ama nasıl oluyor da “bir hâkim bile” bu tuzağa düşebiliyor, sorusu üzerine düşünelim diyorum.

Suçluluk duygusu bastırılması, yok sayılması en zor duygulardan biri. Bu duyguyu yapısal olarak hissedemeyen “antisosyalleri” bir yana bırakalım. İnsan, suçluluk hissettiğinde bir gün yakalanacağı ya da bedelini bir şekilde ödeyeceği tedirginliğinden pek sıyrılamaz. İster bu dünyada, “inananlarca” ise muhakkak öbür dünyada suçun cezasının verileceğine dair inanç, insan yavrusunun insanlaşma sürecinin temel bileşenlerindendir. Bütün inanç sistemleri de suçluluk cezalandırılır ilkesini temel alırlar.

Kırk yıla yakın süredir ilmek ilmek toplumun her hücresine sinen/ sindirilen ilkesizlik, kuralsızlık, yalan, yağma ve talan düzeninde öyle ya da böyle, küçük ya da büyük suç işlemeyen neredeyse kimse kalmamış olabilir mi? Politik suçları kastetmiyorum. Sıradan, adli sayılan suçlar. En tepedekiyle en alttakini ortak paydaya alabilen suç ortaklığı.

Sıradan insanın, kendisi için büyük, toplum için küçük suçlarıyla iktidar ve avenesinin büyük suçlarını eşitleyerek görmezden gelmesine neden olan bir ortaklık.

Bütün mafya filmlerinde, mafya üyelerinin her pazar kiliseye gidip günah çıkarmaktan geri duramamaları gibi bir dindarlıkla eşleşen suç ortaklığı.