Her mahallenin her mahallelinin bir hikayesi vardır! Her mahallenin hikâyesinin altında sakladığı başka bir öyküsü daha vardır. İstanbul’da birçok semt, güzel- mutlu öyküleriyle birlikte eski ve acıtıcı gerçekler saklar

Masum değiliz hiçbirimiz

EMRE ÜNSALLI- emreunsalli@gmail.com

İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açılan iki yakasına hâkim bir tepenin eteğinde, çam ve defne ağaçlarının arasına, yine o ağaçların kerestesinden imal edilmiş çiftlik evinin kapısı yıldırım hızıyla açıldı. İçeriden çıkan Leon efendi, koşar adım çiftlik yolunu geçip soluğu komşusu Şerafettin’in yanında aldı.

“Yandım efendi. Adamın teki gelmiş çiftliğin içine kulübe yapıyor.”

Şerafettin aslında böyle bir şey bekliyordu. Kendisinden büyük de olsa Leon çocukluk arkadaşı sayılırdı. Agop’un babası Marten, 1915 senesinde yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmış, bir yıl önce, 1955 senesinde patlak veren olayların ardından da Ailesini İngiltere’ye götürmüş, tek oğlu Agop ise arazileri ve yurtdışına çıkaramadıkları serveti korumak için Türkiye’de kalmıştı.
Yani olanlar bu gün olmasa bir başka zaman olacaktı ama doğrusu o günün bu kadar çabuk geleceğini hiç düşünmemişti.

Yakın dostu Leon gibi o da hazırlıksız yakalanmıştı.

“Bunun derdi başka Şerafettin” dedi Leon, “Kesin beni basacak! O yüzden yapıyor kulübeyi. Zaman kollamak için. Ortalık yine karışırsa gelip gırtlağımı keser. Mahsus buraya yapıyor kulübeyi.”

Leon’un dedikleri olmayacak şey değildi. Çok değil bir yıl önce neredeyse tüm İstanbul ayaklanmış, ne kadar Ermeni, Rum varsa hepsinin evi talan edilmiş, malına mülküne el konulmuştu. Fakat olaylar Yeniköy’den öteye geçmemiş, kalabalık dağıtılmıştı.

Şerafettin ve Leon belki de bu yüzden biraz cesaretlendiler, bir müddet daha izledikten sonra adamın yanına gitmeye karar verdiler.

Adamın yanına vardıklarında, elindeki son kazığı da toprağa çakmış dinleniyordu.

- Ne yapıyorsun efendi burada?

- Kendime ev yapıyorum. Bir itirazın mı var?
- Yapacak başka yer mi bulamadın adamın toprağına yapıyorsun evini?
- Bugüne kadar oturmuş tamam. Bundan sonra bıraksın da artık biz oturalım.
Şerafettin ve Leon bu çıkışmanın ardından hiç bir şey söyleyemeden geri döndüler.
Akşamüzeri tepeye baktıklarında ise çok şaşırdılar. Kulübe bitmişti. İşini bitiren adam katlanmış koca bir yatağı omuzlamış kulübenin kapısından içeri ittiriyordu. Ardından kap kacak ve eski dökük birkaç eşya...
Sonra…
1956 yılında Karadeniz’den İstanbul’a göç eden bu adam, ardından gelen hemşerileriyle birlikte ilk önce Rumeli Feneri’ne ardından Kavak, Büyükdere, Yeniköy en son olarak ta Kireçburnu sırtlarındaki bu araziye aynı sözü tekrarlayarak yerleştiler.

“Bugüne kadar siz oturdunuz yeter. Artık biz oturacağız”

Bu iş o kadar da zor olmadı. İlk önce bir kaç küçük kulübeyle girdikleri tepelere yaklaşık bir yıl içinde küçük bir mahalle oldular. Agopyan, bu yeni komşularıyla geçirdiği sorunlu bir kaç ayın ardından hem devletin hem de ahalinin baskılarıyla elindeki bütün malı satıp, çıkarabildiğini yurt dışına, çıkaramadığını toprağın altına gömüp, ilk önce İngiltere konsolosluğuna, ardından konsolosluğun da yardımıyla birkaç yıl önce ailesinin gittiği İngiltere’ye göç etti.

Toprağa yerleşen aileler, Leon’un da gitmesiyle birlikte arazileri istedikleri gibi kullanarak kendilerine hatırı sayılır bir çevre edindi.

Fakat yetmişli yılların sonuna doğru, aynı arazide başka insanlar görünmeye başladı. Dönemin kabadayılarından Kürt İdris’in (İdris Özbir) liderlik ettiği insanlar, kısa bir sürede bütün sırta hakim oldu. Evler o kadar çabuk yapıldı ki, Karadenizliler duruma müdahale etme fırsatı dahi bulamadı. Bölgeye bir gecede birbirinden ayrı dağınık bir şekilde onlarca ev yapıldı. Bölge kısa bir süre sonra ilçe belediye kayıtlarına “Özbirevler” olarak geçmişti bile.

Askeri darbenin ardından adı değişip “Cumhuriyet mahallesi - Tepe Üstü” olan bu semt, içinde etliye sütlüye karışmayan sakin insanların oturduğu bir yer halini aldı.

Sonra…
2011’in Haziran ayında, geçmişte olanlardan bir haber, yaşadıkları yeri kendi öz toprakları bilen dördüncü kuşak mahalle sakinleri, Cumhurbaşkanlığı imzalı tebligat marifetiyle bir gerçekle yüzleşti.

“İngiltere’de yaşayan Ermeni bir aile, Cumhurbaşkanlığı’na, arazilerinin tamamı ve tüm malına 1917-1955 ve 1960 yılları arasında el konulduğunu anlatan bir mektup gönderdi.
Leon Bedros Agopyan adındaki mektup sahibi, 94 yaşındaki bu adam, “Malıma el konulduğu için şikâyetçiyim” diye başlayıp, “Toprağımda ölmek istiyorum” diye biten dilekçesinin yanına iliştirdiği belgeler ve tapularla, yaşadıkları yeri dedelerinin mirası bilen insanları acı bir gerçekle yüzleştirdi.
Masum değildik hiç birimiz…