İstanbul, bir kitap fuarını da hayırlısıyla bitirdi. Onca kitabın arasında dolaşırken, kitaplarda yazılanlar değil de, insanın aklına kilo ve litre hesapları sokuyor şeytan. Bunca kitap için kaç ton kağıt harcandı, kaç litre mürekkep? Şeytan, kitabın ve yazının ana ekseninden farklı bir yöne çeliyor dikkatimizi. Elbette şeytanın olduğu yerde hınzırlık olur, kitaplar masum masum seyredilmez.

Okunmayan kitaplar yazıyoruz. Okunmadığını görünce aklı başına gelmeli insanın. Enerjisini başka iyi şeylere yöneltmeli. Dünyada boğuşulacak dert çok. Hiçbir şey bulamazsan, soğan yetiştir. İki baş soğan ver birisine, ekmeğe katık edip yesin.

Okunmayan kitapları niye yazdığımı sordu bir dost. Yazının masumiyeti, hayat, sanat… gibi ikna edici olabilecek sözler etmedim. Mürekkeple kan davam var dedim. Ya o bitecek, ya o! Daha yazacağız. Kendimiz bile kendimizin okuru olmayıncaya değin.

Geçen hafta vizörden bakmakla ilgili yazmıştım. Bu konuda, sadece bakanın açısından yazınca, konu biraz eksik kalıyor. Başta, vizörden bakan başka olup, bize gösteren konumda ise, bakmanın yani gözün masumiyetini de sorgulamak gerekiyor. Mürekkeple savaşımızda, temiz mürekkebin varlığı, yokluğu ne kadar sorunsa, vizörden göstermede, masumiyet tartışması bir o kadar önemli. Göz ve kalem masum mu?

1500’lü yılların sonundan, yakın zamanlardaki savaşlara değin, askerlerle birlikte yanında teknik ressamlardan savaş muhabirlerine kadar değişik “gözler” kayıt yapmıştır. Bu duruma değinen Peter Burke ( Tarihin Görgü Tanıkları, çeviri; Zeynep Yelçe, Kitap Yayınevi) “Bu sanatçı-muhabirlerin ‘masum birer göz’, yani türlü beklentilerden ve önyargılardan bütünüyle arınmış ve tarafsız bir bakışa sahip olduklarını söylemek akıllıca olmaz” demekte.

Yazarın “masum göz” yaklaşımı ve değerlendirmesi, bizdeki AKP medyasının mürekkep harcaması düşünüldüğünde çok “masum” kalmakta. İktidar medyası, göbekten ve cüzdandan bağlı olduğu AKP’yi her konuda ve kayıtsız şartsız aklamak ve desteklemek için kazan kazan mürekkebi boca etmekte. Ne var ki, henüz beyaz mürekkep bulunmadığından, kullandıkları kara mürekkep, iyice kararıp, kirlenmekte, masumiyetini yitirmekte. Ergenekon ve Balyoz Davası süreçlerinde yazılanlar bile tek başına, yazanların bir bardak suyu, bir damla mürekkebi hak etmediklerini fazlasıyla kanıtlar niteliktedir.

Yazmak, kayıt altına almak! Masumiyeti ve mürekkebi kirletmek pahasına gerekli. Çünkü anaakımı oluşturan “bakışların” sahibi ve hegemonik ortam, masum gözü ve mürekkebi çoktan kirletmiş. Hem de fazlasıyla. Biz ne yaparsak yapalım, daha da kötüleştiremeyiz. Ne yazarsak, ne görür ve gösterirsek o kadar iyi! Tersine dönen bir süreç.

Yazının, bilginin, sanat ürünlerinin metalaşması gibi tartışmalar, nasıl da “müreffeh” bir zemini çağrıştırıyor. Oysa biz şimdi rezil bir zemin katta, iktidar kirlenmesinden ölmekte olan medyayı konuşmak durumundayız. Şeytandan söz etmiştik başta. Gözün ve mürekkebin kirlendiği bir zamanda, şeytanın aklımıza soktuğu hesaplar çok masum kalıyor. Yani şeytan masum!

Haftaya dize; “kandil ışığına sayıldı yalnızlık” (Metin Kaya, Küba Mavisi, Artshop Y.)