Balıkesirli bir aile, 2008 yılında 3 yaşındaki bir çocuğa koruyucu aile oldu. Bir yıl sonra da yüzde 50 engelli raporu olan 5 yaşındaki başka bir çocuğun koruyucu ailesi oldular. Çocukların anlattığına göre mutlu bir yaşantıları vardı, kadına “anne”, eşine de “baba” diyorlardı, birbirlerini kardeş olarak görüyorlardı. Ancak “baba” hakkında 2012 yılında Emniyet Müdürlüğüne gönderilen isimsiz […]

Balıkesirli bir aile, 2008 yılında 3 yaşındaki bir çocuğa koruyucu aile oldu. Bir yıl sonra da yüzde 50 engelli raporu olan 5 yaşındaki başka bir çocuğun koruyucu ailesi oldular.

Çocukların anlattığına göre mutlu bir yaşantıları vardı, kadına “anne”, eşine de “baba” diyorlardı, birbirlerini kardeş olarak görüyorlardı.

Ancak “baba” hakkında 2012 yılında Emniyet Müdürlüğüne gönderilen isimsiz bir ihbar e-postasıyla hayatları değişti. Bu isimsiz ihbar sonucu, esnaflık yapan baba hakkında “müstehcenlik, dolandırıcılık, sahtecilik, çocuğun cinsel istismarı” suçlamalarıyla soruşturma açıldı.

Tamir etmesi için dükkanına getirilen bir bilgisayarda bulunan görüntülerle ilgili yargılandı ve “bilgisayarın ona ait olmadığı, görüntülerin bilgisayarda olduğunu bilebilecek durumda olmadığı” gerekçeleriyle beraat etti.

Zaten “çocuğun cinsel istismarı” suçlamasıyla açılan soruşturmada da takipsizlik kararı verildi. Savcılığın takipsizlik kararında, “koruyucu olduğu çocuklara karşı herhangi bir istismarda bulunmadığı hususunun çocukların ifadelerinden anlaşıldığı, ihbar e-postasında da buna dair bir delilin veya suçlamanın bulunmadığı” ifade edildi.

“Baba” yargıda temize çıktı ama Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü bünyesindeki komisyon, hakkındaki ceza soruşturmaları nedeniyle koruyucu aile statüsünün kaldırılmasına karar verdi.

Baktıkları iki küçük çocuk aileden alınarak başka bir kentteki “Sevgi Köyü” adlı kuruma teslim edildi.

Kurumda çocuklarla görüşen uzman, ruhsal ve bedensel sağlıklarının yerinde olduğuna dair rapor hazırladı. Çocuklar da “anne ve babalarıyla mutlu olduklarını, şiddete maruz kalmadıklarını, eve dönmek istediklerini” söylediler. Aynı ifadelerini karakolda da tekrarladılar.

Aile de çocukları geri alabilmek için, yürütmenin durdurulması davası açtı. İdare mahkemesi 2014 yılında aileyi haklı buldu, çocukların aileden alınmasının haksız olduğuna hükmetti. Danıştay ise bu kararı bozdu, çocuklarla ilgili son kararın aile mahkemesine ait olduğuna karar verdi. Dosya aile mahkemesine taşındı. Oradan da Uyuşmazlık Mahkemesine, sonra Yargıtay’a, sonra da Balıkesir’deki yerel mahkemeye…

Dosyalar iki yıl boyunca mahkemeler arasında gidip gelirken, çocuklardan biri götürüldükleri kentten Balıkesir’e tekbaşına gitmeye çalıştı, kaldığı yurttan kaçtı. Evine dönemedi ama yolda trafik kazası geçirdi, ağır yaralandı. Halihazırda yüzde 50 olan fiziksel engeli de arttı.

“Baba” son olarak Anayasa Mahkemesine başvurdu, “sahte ihbar mektuplarıyla haksız yere yargılandığını, aile ortamında kendisi ve eşiyle yaşamak istediğini belirten çocukların beyanlarının dikkate alınmadığını ve çocukların yurda yerleştirildiğini, görüşmelerine de izin verilmediğini” söyledi.

Anayasa Mahkemesi, 27 Mart 2019’da karar verdi ve yargıdaki sürecin 6 yıl boyunca uzayarak davanın sürüncemede bırakılmasının, telafisi imkânsız zararlara yol açabileceğini ifade etti. Kaldı ki o zarar oluşmuştu bile.

Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine, ailenin manevi zarar gördüğüne ve bu zarara karşılık 7 bin lira manevi tazminat karar verdi.

Ancak zararı sadece aile görmemişti tabii, bu süreç işlerken çocuklardan biri 14, diğeri 15 yaşına bastı. Hayatlarının büyük kısmını yurtlarda geçirdiler. Onların masumiyet karinesini kim koruyacak?