Tüm kaybedenler! Hep soralım, soralım ki yolumuzu bulalım! Vicdan nedir, umut nedir, galip nedir, mağlup nedir, ruhumuzu ne acıtır, ne gülümsetir? Kime göre, neye göre? Tüm soranların bir yerlerde birbirini bulması dileğiyle! Tüm umursamadan kaybedenlere sevgiler!

“Masumiyet, çocukluğumuzda kalan, arada fotoğraflarda bulduğum, tatlı bir anıdır”

EZGİ ÇELİK / e.ezgicelik@gmail.com

Nevi şahsına münhasır ne demekse, Esra Bezen Bilgin işte o demek. ‘Kaybedenler! Kime göre, neye göre?’ serisinin son kıymetlisi o. Röportajın başındaki 'primadonna' sorusunu tam ters köşe cevaplamasına karşılık, o gönüllerin en yetenekli kaybedenlerinden. Ve nadir bulunur primadonna'larından. Belki de tam kendisinin tarif etiği gibi. “Güzel bir şey, kötü bir şey değil. Ama sadece bana göre fazla planlı bir hayat” diye dile getirişinden belki. Belki o kadar plansız, akışında, geldiği gibi, en doğalından vurduğu için hayatta, bize her türlü primadonna! Esra’yı okurken, hassasiyetinde kaybolmanız, profesyonelliğinden şaşırıp kalmanız, etkisinden çıkamamanız dileğiyle! Teşekkürler Esra!

Primadonna ne demek?

Benim hep arkadaşlarımla negatif anlamda kullandığım bir şey primadonna. Aslında bir şeyleri eleştirmek için kullandığımız bir kelime. Bazı oyuncuların tavırlarını, kaprislerini eleştirmek için kullandığımız, dalga geçtiğimiz bir şey yani. Ama aslında gerçek anlamda, primadonna olmak negatif bir durum değil. Tam tersi, güzel bir proje! Ne yaptığını çok iyi bilen, mesleğinde nereye doğru gideceğini, çizgisini, hedefini çok iyi belirleyen insanların yapabileceği, kurabileceği çok güzel bir yer orası. Ama dediğim gibi, benim için, çevremde eleştireceğim şeyler olduğu zaman, negatif yerlerde kullandığım bir durum, primadonna olmak. Onu taşımak, onun havasıyla varolmak negatif bir şey benim için.

Peki her oyuncu aslında primadonna olmak ister mi? Neden?

Hayır. Bence istemez. Kötü bir şey olduğundan değil ama bazı oyuncular bunu istemez bence. O güçte, o zekâ da ya da istekte değildir ve tercih etmez. Çok sağlam adımlar demek primadonnalık. Birtakım kurgular demek. Bazı insanlar öyle yaşamaz, mesleğinde öyle yapamaz.

“Küçük rol yoktur”, “Yan karakterdir, işi yürüten”, “Sahnede bayrak ol, ama ol, fark edilirsin” gibi yıllardır süregelen bir takım oyuncu cümleleri var. Sence bunlar gerçek mi, yoksa oyuncunun kendini kandırması, bir çeşit motivasyon şekli mi?

Bence öyle. Ben bu cümlelere inanmıyorum. Ki öyle roller, oyuncular da izledim. Böyle örnekler gördüm. İzlediğim bir sürü oyunda ‘Ya o arkadaki kadın kim? İki cümle söyledi gitti’ dediğim anlar oldu. Ama genelde ben buna inanmıyorum. Bence gerçek rol var, oynayabileceğin, çiçeklendirebileceğin, dişi roller. Bir de üstüne hiçbir şey yapamayacakların var. Ama bu yan rol, başrol gibi değil. Başrol olursun ama çok renksizdir, yanda da başka bir rol vardır, çok dişidir. Rolün içeriği, iyi yazılmış bir karakter olması önemli olan. Yani bu cümleler biraz kendimizi avutmak için, disipline etmek için, hatta öğrenciler için ortaya atılan şeyler bence. Öğrencileri disipline etmek için kullanılır mesela. Hani ‘Ne yaparsan yap en iyi şekilde yap’ı öğretebilmek için. Meslek hayatında kullanılabilir cümleler değil. İyi roller ve zayıf roller var kısaca. İyi yazılmamış bir karakteri oynuyorsan arkada debelensen de fark edilmeyebilirsin.

“Karakter oyuncusu” ne demek?

Ben bilmiyorum ne demek. Biraz dizilerde kullanılıyor bu aslında galiba. Hani görece daha güzel, oyunculuk okumamış birilerinin yanına, okul bitirmiş, genelde tiyatro yapan, tecrübeli oyuncuları yerleştirip, ‘karakter oyuncusu’ diyoruz. Böyle bir lügat gelişti. Yoksa anlamı ne demek, ben de bilmiyorum. Hani şeydir ya, Cüneyt Arkın star, Erol Taş karakter oyuncusudur… Ne demek? Hiç bilmiyorum.

Kameradan korkmak ne demek?

Bize okulda (konservatuvar) öğretilen, sonrasında çok yanlış olduğunu anladığım, bariz dört beş yanlıştan biri. Tam zamanında doğru yere döndüm ben. Yoksa oyunculuğu çok farklı yerlerde arayacaktım. ‘Sahne oyunculuğu büyük bir şeydir, kamera oyunculuğu küçük. Sahnede duygularını en iyi şekilde göstermek için büyük büyük olman gerekir, kamerada ise tam tersi’ gibi birtakım şeylerle büyüdük biz. Dolayısıyla ben her zaman kamera korkusuyla büyüdüm. Hep vardı. Ben büyüğüm, hatlarım büyük, tiyatro oyuncusuyum, hep tiyatro yaptım diyerek, kamerada başarısız olacağımı düşünürdüm. Bence bu öğretilen bir şey ve bunu aşman gerekli. Şu an harika, çok başarılıyım demiyorum tabii ki ama deneyerek yenmeye çalıştım. Evet, teknik olarak bazı farklar olabilir ama duyguyu doğru yerden çıkardığında, dünyanın en büyük şeyini de yapsan ben seni kamerada izliyorum. Sahnede çok küçüğünü yaptığında da aynı şekilde. Duygu önemli. Hâlâ korkum olabilir ama daha cesaretliyim. Sevdiğim için de denemekten korkmuyorum. Önce kafamda çözmedim meseleyi ben. Kendimi kameranın önüne attım, sonra kendimi izledikçe keşfettim. Bir de tabii bu korkunun temelinde şu var: Birinde çok az şansın var ve sonsuza dek kalacak, öbüründe içinde sürekli dönüp, hata yapma şansın var. Kısa bir sürem var, en iyisini yapmalıyım, sonra bu kalacak derken, tiyatro da öle değil. Aylarca prova şansın var. Sonra oynarken dönüp ufak dokunuşlar yapabilirsin. Bu baskı da korku yaratıyor. Çok acayip.

Oyunculuk parçalara ayrılabilir mi? Yoksa oyunculuk her yerde oyunculuk mudur?

Yok. Ben öyle bir şeye inanmıyorum. Özünde sen doğru duyguları bulmaya ve bütün samimiyetinle oynamaya çalışıyorsun o kadar. Dizi, sinema, tiyatro hepsinde bu. Ya da Çehov oyunculuğu, Eric Morris oyunculuğu… Böyle ayrımlara inanmıyorum. Arlecchino da (Commedia dell’ arte) oynasan, Shakespeare de oynasan çaban aynıdır bence. Tabii ki teknik farklar oluşur. Üç bin kişiye oynuyorsan sesini duyurma çaban başka olur, seyirci sana yakınsa başka. Ama ‘oyunculuk tarzı başkalaşır’ gibi şeylere katılmıyorum. Oyunculuk her yerde oyunculuktur.

Kıskançlık ne demek?

Bilmiyorum. Kıskançlık duygusu taşımayan bir insanım. Mesleki anlamda da, imrenme diyorum ben ona. Belki kıskançlık kelimesini sevmediğim ve kendime yakıştıramadığım için, bilinçaltımda imrenmeye dönüştürüyor da olabilirim, bilemiyorum. Ama özel hayatımda da kıskanç biri değilim. O duyguyu bilmediğim için, tanımlayamayacağım. Özgüvenle alakalı denir kıskançlık. Ben öyle özgüveni çok yüksek biri değilimdir aslında. Eşiğim çok yüksek değildir. Bilmiyorum. Özel hayatımda ya da çalışacağım insanları seçtiğim için, bir güven ortamında olduğum için de olabilir. İmrendiğim çok oyun, oyuncu, tekst oluyor. Keşke ben de orada olsam dediğim oluyor. Ama öyle uykularımı kaçıracak kadar bir durum olmadı hiç. İkisini öyle ayırıyorum yani.

Sence kıskançlık törpülenmeli, iyileştirilmeli mi?

Hayır. Bende hiç öle bir durum yok. Bir insanı kıskanç bulduğum zaman da, eğer o kişi, kendine ya da çevresine acayip kalıcı zararlar vermiyorsa problem yok. Bir insanın bunu hissetmesi de son derece güdüsel bir durum çünkü. Çok normal.

Hırslı olmak ne demek?

Hırs mı çaba mı? Hırs mı azim mi? Bunlar da benim hayatımda hep dönüştürdüğüm kelimeler. Hırs kelimesini hep kötü anlamda kullandığım için. Tamamen öğretilmişlikle ilgili bunlar. Kıskançlık, hırs yıkıcı şeylerdir, o yüzden ‘çabalıyorum’ demek daha hoş geliyor gibi. Hep hayatta hırsı kötü anlamda kullandım ben, öyle yerleşmiş. ‘Hırsı yüzünden acıttı', 'Hırsı yüzünden öldürdü', 'Hırsı yüzünden şu an ülkeyi başımıza yıkıyor' gibi. Aslında hırs kötü bir şey değil, daha iyi olmak demek. Ben sadece bunu azme dönüştürüyorum. Bir de ben çok güdüsel hareket edebiliyorum. Aklımla değil de güdülerimle karar verebiliyorum. Bir şeyi çok seviyorum ve iyi olması için elimden geleni yapıyorum. O kadar. Bu bende bir hırsa dönüşmüyor. Sadece en iyisini yapmaya çalışıyorum. Yaptım, bu kadar. Bendeki bu kadar ama en iyi şekilde yapmaya çalıştım ben, gibi…

Çalışkan oyuncu mu, yetenekli oyuncu mu?

Ya ikisi de. Yetenek olmadan çalışkan oyuncunun çok bir anlamı yok bence. Çok az bir yetenekle çok çalışan bir insanın olağanüstü bir şey yaratabileceğine inanmıyorum ben. Çok yetenekli olan da ona güvenmeyecek, çok çalışacak hep tabii ki. Ama önce yetenek. O olacak mutlaka. Çünkü olmayan bir şeyin üzerine çalışarak koymak çok teknik kalır. Yani doğuştan bir şey mutlaka olacak sonra sen tabii ki üstüne koyacaksın.

Oyunculukta ne çalışılır?

Ben proje bazlı çalışabiliyorum. Benim öyle hayatta tekniklerim var, onları arada sırada yapıyorum, otuyorum Karaköy’e gözlem yapıyorum gibi durumlarım yok. Bedenime iyi bakmak, sesime bakmak gibi beylik şeylerin dışında, rol ve proje bazlı çalışmak, benim aklıma o an bir yöntem getiriyor. Bence hepimizin algıları o yönde çok açık. Bir role bakarken bir anda cebindekiler dışarı çıkıveriyor. Yoksa öyle, dur bakim şunu bir gözlemliyeyim de, kullanırım demiyorum. Bence oyuncuların insan psikolojisi üstünde algıları gerçekten çok açık. Böyle bir durum var.

Fargo, The Knick, House of Cards, Game of Thrones gibi şu an çok popüler birçok iyi yabancı dizi ve birçok muhteşem film… Bütün bunlar varken neden tiyatro izleyelim yahu?

Çünkü o sinema, o tiyatro. Bu yüzden. Yanındayım ve gözümden yaş damladığı an görüyorsun. Nefes alışımı görüyorsun. Sinema yerine bunu izle gibi değil. Ya da o varsa bu da var değil. İkisi de var. O başka, o başka. Farklı şeyler. İkisinden aldığımız haz da başka. İkisin de de acayip emek var. Tiyatro da ise bayağı bir emek var. Oraya gideceksin, yanında oturan yabancıya rağmen, o canlı duruma dahil olmaya çalışacaksın. Bu emek ayrı bir haz.

İzleyici ne demek?

Amacımız. İzlenmesi için yapıyorum. Ve onlara saygı duyuyorum. O emeği gösterdikleri için bir kere saygı duyuyorum.

Kendi seyircini seçmek ister miydin?

Hayır. İstemezdim. Spontan olsun, sürpriz olsun. Tam tersi çok enteresan tepkiler alabiliyorum. Senin kalbine dokunabiliyorum, başka birinin saçının teline bile değemiyorum. Bu da benim için önemli. Bunu görmek. Bir eşik.

Senin için ütopya nedir?

Benim için ütopya; dünyada barış, dünyada huzur, çocuk ölümlerinin bitmesi, ırkçılığın bitmesi… Umutsuz olmak istemem ama bunlar benim için ütopya. Türkiye'de sanatın daha sevilen, itilip kakılmayan bir noktaya gelmesi, benim için ütopya. Bana çok uzak geliyor.

Masumiyet nedir?

Masumiyet, çocukluğumuzda kalan, arada böyle fotoğraflarda filan bulduğum tatlı bir anıdır.

Masumiyet sonradan kazanılır mı?

Kazanılır. İnsan çok güçlü çok zavallı çok aydınlık çok karanlık çok kompleks bir yaratık. Yıkıverir, onarıverir. Edindiği bütün bilgiler, taşıdığı bütün duygular için geçerli bu. Hepsi değişebilir, bir günde yok olabilir, tekrar kazanılabilir. Ama bu çağda zor bir kelime masumiyet benim için.

Senin için ‘sözün bittiği an’ nedir?

Dünyadaki vahşet. Gezi'den beri benim için, sözün bittiği çok an oldu. Türkiye ile başlayan, dünyayı da katıyorum, sözün bittiği çok an oldu gerçekten. Bir tane olay değil maalesef. Son dört beş yıldır böyle çok an var benim hayatımda.

Hayatta en çok neyi içselleştirirsin?

Gece'yi. Mehmet’i de tabii ki. Ailemi yani.

Sence ‘değer’ nedir?

Hakkını vermektir.

***

KISA KESSEK

Vicdan nedir: Benim dilemmam. İyi ki var, keşke olmasaydı.

Üretim de seni ne etkiler: Çiğ, işlenmemiş, el değmemiş yetenek. Ya da tam tersi, çok müthiş, bilgi dolu, güçlü, donanımlı teknik. Oyunculukta özellikle.

Hayalindeki en büyük proje: Gece ve Mehmet’le çok uzun bir tatil organize edebilmek.

Yüreğin burkulduğunda çıkış yolun: Ağlamak.

Proje ya da beraber çalışacağın ekiplerde ölçün: Tek bir şey yok.

Galip ve mağlup kelimeleri sana ne ifade ediyor: Otorite ve hümanizm.

Ruhunu ne acıtır: Haksızlık, yoksulluk, ırkçılık. Çocuk ölümleri.

Ruhunu ne gülümsetir: Çocuk kahkahası.

Kalabalıkta yalnız olmak var mıdır, yok mudur: Vardır.

Oyunculara sözün: Diren.

Yönetmenlere sözün: Diren.

Gidecek olsan nereye gidersin: Nereye gideceğim değil, kimlerle gideceğim mühim.

Senin için umut: Gece.