Yıllardır resimlerini ve üniversitedeki örnek hocalığını yakından bildiğim ressam Cengiz Savaş’ın, sergilenen son yapıtlarını gördüğümde sanat serüvenini yapılandıran en temel izleğin “masumiyet” olduğunu bir kez daha anladım.

Masumiyetin kırılgan halleri

İBRAHİM KARAOĞLU

James Joyce’un yarı otobiyografik romanı “Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi”ndeki en önemli karakterdir Stepen Dedalus. Soyadı, mitolojik kahraman Dedalus’a (Deadalus) bir göndermedir. James Joyce’un kişiliğinin ve öz yaşamının çok önemli özelliklerini yansıtır Stephen. 80’li yılların başında, bizim kuşağın en çok okuduğu kitaplardan biriydi; Pasaport Kahvesi’nde, elden ele dolaşır, içindeki aforizmaların altı çizilip tartışılırdı. Çok yücelttiğimiz, kült bir kitaptı. İç diyaloglarla, karekterin düşüncelerini olduğu gibi yansıtan; yaşamı, nesneleri, şeyleri nasıl algıladığını derin ve soyut ifadelerle, bir bilinç yansımasıyla sunan modernist bir romandı. O günlerde, yazında, bilinç akışı yönteminin yoğun tartışılmasına ve kavranmasına neden oldu sanırım. O kitaptan belleğimde kalanları hiç unutmam; bilinç akışı yöntemini, masumiyeti, deneyim ve değişim izleğinin ustaca yansıtılmasını. James Joyce'un bir yazar olarak varoluşunun anlatısıydı roman.


Yıllardır resimlerini ve üniversitedeki örnek hocalığını yakından bildiğim ressam Cengiz Savaş’ın, Ankara Sevgi Sanat Galerisi ve Trabzon/Akçaabat Erol Tuna Sergi Salonu’nda sergilenen son yapıtlarını sergi öncesi gördüğümde; sanat serüvenini yapılandıran en temel izleğin “masumiyet” olduğunu bir kez daha anladım. Masumiyetin en kırılgan hallerini sorguluyordu yine çoğu resimleri. Geçmişten şimdiye taşıdığı yaşanmışlıkları yansıtan imgelerle örülü yapıtlarının içi. Tüm bunları düşünürken anımsadım; Joyce’un kitabını ve “masumiyet”in sanatta çok özel bir izlek olduğunu. Yaşamla aramızdaki en içten ve doğrudan bir ilişki biçimi masumiyet: Beden ve ruhun birbirine en saf bağlılığı ve yaşamı hassasiyetle, ciddiyetle sürdürerek varolma biçimi. Masumiyet yittiğinde büyüyor ruh ve beden arasındaki uçurum.

Sanatçı Cengiz Savaş’ın sanat atlasının orta yerinde durur hep “masumiyet”; ruhudur yapıtlarının. Duygu, algı, düş gücü ve belleği masumiyet izleği üzerinden sorgular ve kendi sanat dilinin biçemiyle yeniden tanımlar masumiyeti.

Belleğinden hiç silinmeyen, çocukluk anılarından kalan ne varsa; her biri sessizce dolaşır resimlerinin içinde. “Anılar, kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür” diyen Adorno’nun söylemini masumiyet üzerinden çağrıştırır izleyicisine. Her şey eski günce defterlerinden sızmıştır sanki tuvallerine; renklerin, beneklerin, lekelerin, figürlerin diliyle sezdirir varlığını. Resimlerindeki ince duyguların ve masumiyetin kapsayıcı güzelliği; “gerçek masumiyet hiçbir şeyden utanmaz” aforizmasını anımsatır Jean-Jacques Rousseau’un.

Çocukluğunu, Ege’nin küçük bir köyünde, doğanın hiç bozulmamış renklerinin ve kendine özgü seslerinin duru dünyasında; imece üretim ilişkilerinin, içten sevgilerin, karşılıksız paylaşımların, çıkarsız dostlukların masumiyetle mühürlü zamanlarında yaşamış. Oradan gelmiş üniversitenin resim bölümüne. Entellektüel bir öğrencilik süreci yaşamış. Sanatın değişik alanlarında da denemiş kendini. AST (Ankara Sanat Tiyatrosu) da onun okulu olmuş. Hem öğrencilik hem de oyunculuk yapmış AST’ta. Sanat tutkusunu içselleştirerek biriktirmiş kendini. Ve resim yapma tutkusu yoğunluk kazandığında tuvallerinin içinde biriktirmeye başlamış güncelerini; yaşadıklarının tutanağı olmuş resimleri. Çoğu yapıtlarında çocukluğunu arıyor sanki; anıların dehlizlerindeki unutulmaz şeyleri; masumiyeti. İnsanın da doğanın da masumiyetini sorguluyor; doğanın her mevsim rengârenk gülümseyen yüzünü, en bozulmamış büyüsünü; insanların umut yüklü sevinçlerini, hüzünlerini. Hiç unutmamanın resimleri tuvallerinin içinden bakan. Onca karşıtlığın yoğunluğunu duyumsadığı görüngüleri, yaşanmışlıkları ve taşranın hiç bir yere sığmayan o büyük yalnızlığını unutamama günceleri…

Yaşamın küçük anlarından, ayrıntılarından süzülmüş inceliklerle varsıl, özgün sanat biçemi oluşturmuş bir büyük ustanın, hocaların hocası ressam Prof. Dr. Turan Erol’un asistanlığını yaparak başlamıştı Cengiz Savaş’ın hocalık serüveni. Hâlâ sürüyor. Uzun yıllarını adadı üniversiteye. Hocalık ve sanat serüvenindeki ilkelerini, duruşunu kendi deneyimleriyle, kültürel bir varsıllıkla, kendine özgü yöntemlerle oluşturdu. Ve üniversitedeki atölyesini de bu anlayışlarla sürdürüyor. Kendi değerlerinin sığınağı özel atölyesi. Paylaşabileceği her şeyi paylaşıyor öğrencileriyle. Öyle çoğaltıyor kendini ve sanatını.
“Bir insan elinin sıcaklığındaki dayanışmayı” özleyenleri, büyük yalnızlıkların yarattığı mutsuzlukları, gidenleri, dönmeyenleri, bekleyenleri, umutsuzları, hüzünleri, buluşmaları, kavuşmaları, umudu, küçük sevinçleri ve ürkütülmüş yaşamların masumiyetini sundu hep yapıtlarında. İnsanı (en çok da kadını) odak alan bir döngüyle şekillendirdi resimlerini ve heykellerini.

Yıllar önce, Pablo Picasso’nun “Kore’de Katliam” adlı büyük, görkemli, anakronist resmini incelerken, masumiyet izleğini büyük bir başyapıta dönüştüren gücü sorgulamıştım en çok. Picasso bu resmi yaparken Goya’ın en önemli yapıtlarından “Tres de Mayo”dan çok etkilenmiş. Aslında Goya’nın resminidışavurumcu ve kübist bir biçeme dönüştürerek Kore’deki katliama karşı evrensel bir görsel manifesto sunmuş. Kore Savaşı’ndan altı ay sonra yaptığı bu resimle masum insanların sesini duyurmuş dünyaya. Faşizmin tüm biçimlerinin işlediği dehşete, savaşa ve ona eşlik eden katliamlara karşı gerçek bir sanatsal manifesto üretmiştir. Her çağın her haksız savaşına, katliamlarına karşı evrensel bir karşı duruştu bu resim. Kore Savaşı, sanata en az yansıyan, kurbanları en az anımsanan bir savaş. Picasso’nun resmini izlerken önce, Enver Gökçe’nin “Meri Kekliğim” şiiri canlanmıştı belleğimde “Kore/ Dağlarında/Tabakam/Kaldı/Mapus/Damlarında/Özgürlüğüm/Hey/Meri/Kekliğim/Yeter/Çektiğin.” diyen dizeleri. Sonra, Çengiz Savaş’ın Kore resimlerini anımsamıştım. Her biri yaşamın içinden yansıyan masumiyetler tutanağıydı…

Masumiyetin, değişen toplumsal rollerdeki portreleri aslında Şavaşın resimleri; anımsamak, özlemek, buluşmak, söyleşmek ve birbirimize dokunmak gibi unuttuğumuz şeylerin ayrımına varmamızı sağlıyor. Yaşamı savunuyor hep. Şiirsel, imgelerle yüklü, içimizi ışıtan, dinginleştiren yapıtlarıyla; varoluşu, insanın doğasındaki saflık, içtenlik ve masumiyet üzerinden sorguluyor.