Diyanet’in memur ulemasından, cemaatlerin, tarikatların şeyhlerine ve gazete köşesi tutmuşlarına kadar ortalık fetvacı dolu! Önüne gelen her konuda fetva vermekle meşgul.

Kendi ideolojik tutumlarını dışa vuran, şeriatçı yaklaşımlarıyla, halktan gelen sorulara mezhepçi fetvalar veriyorlar.

İlahiyatçı Osman Ünlü de, kendisine gelen sorulara, Türkiye gazetesindeki köşesinde bu eksende fetvalar aktarıyor ve yorumluyor. Nelerin “helal” ya da “haram” olduğunu yazıyor.

Özellikle de son yazılarında Alevileri yakından ilgilendiren konularda, Alevi ismini belirtmeden bazı göndermelerde bulunuyor.

Muharem ayı içinde aktardığı bir fetvasında; “Peygamber efendimiz matem tutmak yasaktır diyor” ve ekliyor: “Müslümanların matem yapması ve başkalarına lanet etmeleri yasak edildiği için, matem yapmıyoruz” diyor.

Bu ülkede yaşayan Aleviler için Muharrem ayı önemlidir ve bu ay içinde Kerbela faciasında katledilenler için matem orucu tutarlar. Emevi zihniyetinin temsilcisi Muaviye’nin oğlu Yezit’e de lanet okurlar!

Muharrem ayı, dini saltanata çeviren, taht ve devlet ideolojisi haline getiren zalimlerin lanetlendiği, aç ve susuz bırakılıp sonra da katledilen mazlumların anıldığı aydır.

Alevilerin matem orucu hakkında fetva vermek ise bir Sünni ilahiyatçının görevi değildir. Matem orucu başka bir oruca benzemez. Aleviler’de tutulan oruç bozulmaz. Çünkü matem orucu, Kerbela ve günümüza kadar yaşanan Kerbela’larda zalimce öldürülenler için, “bir daha Kerbela’lar yaşanmasın” diye, tutulmuş bir niyet ikrarı orucudur. Farz olduğundan, korkudan ya da cennete gitmek için tutulmaz. Bozulmayan ve bu yeryüzünde Kerbelasız bir yaşam için tutulan niyet orucudur. Bir ikrardır (sözdür). Kerbelasız bir dünya yaratılıncaya kadar tutulur.

O yüzden Aleviler için “Her gün Aşure, her ay Muharrem, her yer Kerbela’dır.”

Kerbela’larla yüzleşmekten kaçmanın tek yolunu fetvalara sığınarak unutturmak isteyenler, “Matem orucunu, Yezit gibi zalimlere lanet okumayı yasak” buyururlar.

“Şarkı Söylemek, Çalgı Çalmak da Haram!”

İlahiyatçı Ünlü, bir fetvasında ise “Her türlü teganni, yani çalgı ile şarkı söylemek ve dinlemek haramdır” diye buyurmuş. Devamında ise “..raks etmek, oynamak, dönmek haramdır” diye devam etmiş ve bunu yapanları ise “fasıklar” (sapkınlığa gidenler) diye damgalamış!

Alevi inancının merkezinde Cem ibadeti vardır. Bağlamasız (sazsız), deyişsiz, semahsız, muhabbetsiz ve kadın, erkek eşitliği, razılık ve rızalık ilkesi sağlanmadan Cem olunmaz.

Ünlü bu fetvalarını verirken, tabii ki sadece Alevilere seslenmiyor, “her türlü çalgı ile şarkı söyleyen ve dinleyen” tüm Sünnileri de “fasık” sayıyor!

Ebussuud Efendi’ye göre de “çalgı, raks, şiir” bir idam gerekçesi sayılıp, icra edenin katli vacip olmuştur. Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin “bir kişi çalgı çalsa ve Müslüman olmayana çalgı çalsa ona ne yapmak gerekir?” sorusuna cevaben, “Çalgıyı kıran büyük sevap işlemiş olur, çalan şiddetle azarlanıp hapsedilmelidir” fetvası vermiştir.

Ebussuud Efendi, Yunus Emre’nin şiirlerini bile dine aykırı saymış, “Bu şiirleri okuyanların öldürülmesi gerekir” diye fetvalar verilmiştir.

Yani Yunus Emre’nin, “Cennet cennet dedikleri, bir ev ile birkaç huri / İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni” diye başlayan şathiyesini okumak, idam edilmeyi göze almak demekti

Müzikli ibadet Osmanlı’da “ölüm”dü. Bu nedenle Pir Sultan Abdal gibi nice halk ozanları idam edilmiştir.

Oysa müzik, şiir, çalgılar insani yaşamın ve ihtiyacın en doğal parçası, ruhsal ve kültürel zenginliğidir.

Aleviler, bağlamasız, şiirsiz, nefessiz ve müzik eşliğinde dönülen semahsız Cem ibadeti yapmadığı düşünüldüğünde, sanırım bu türden fetvalara karşı asırlar “fasıklar” olmaya devam edeceklerdir.

2019 yılında halen, 500 yıl öncesinin Şeyhülislamı olan Ebussuud Efendi’nin şeriatçı fetvalarından beslenmeye devam edenler, nedense, her gün TV’lerde, Radyolarda ve sokaklarda müzik dinleyerek “haram” ile iç içe yaşamayı da bir başka çelişki olarak yaşamaya alışmış gibi görünüyor.