Hirsch’in kuramsal çerçevesi, devlet türetimci tartışmaların yanı sıra, Nicos Poulantzas, Antonio Gramsci gibi kuramcılardan ve Düzenleme Ekolü’nden beslenir. Kitabı, tartışmaları, kuramcıları ve ekolü bir araya getiriyor

Materyalist devlet kuramı

EBUBEKİR AYKUT

Kapitalist devletin Marksist kavranışı günümüzde eskisine kıyasla epey gelişmiş durumdadır. Kapitalist devlet üzerine tartışmalar özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası artmıştır. Tekelci devlet kapitalizmi tartışmaları devlet sorunsalına dikkatleri çekmiş, Batı’da refah devleti pratikleri ile birlikte burjuva toplumunda siyasal iktidarın açıklanması Marksist kuramın gündeminde yer edinmiştir. Fransa’da Nicos Poulantzas, İngiltere’de Ralph Miliband kapitalist devlet tartışmalarında öne çıkan isimlerdir. Yine aşağı yukarı yanı dönemlerde Almanya’da “devletin türetilmesi” olarak adlandırılan bir tartışma ortaya çıkmıştır. Joachim Hirsch anılan tartışmanın en önemli temsilcilerinden biridir.

Devletin türetilmesi
Hirsch’in kuramsal çerçevesi, devlet türetimci tartışmaların yanı sıra, Nicos Poulantzas, Antonio Gramsci gibi kuramcılardan ve Düzenleme Ekolü’nden beslenir. Yazarın Materyalist Devlet Teorisi: Kapitalist Devletler Sisteminin Dönüşüm Süreçleri bahsi geçen tartışmaları, kuramcıları ve ekolü bir araya getiren son kitaplarından biridir.

Devletin türetilmesine ilişkin tartışmalar Hirsch’in devlet kuramının hareket noktasını oluşturur. Söz konusu tartışma Sovyet hukukçusu Evgeny B. Pashukanis tarafından formüle edilen soruya cevap arayışıdır. Soru Pashukanis tarafından şöyle formüle edilmiştir: “Sınıf egemenliği, yani nüfusun bir kısmının diğerine tabiiyeti neden olduğu gibi kalmaz? Neden resmi devlet egemenliği biçimi kazanır veya aynı anlama gelmek üzere, devletin baskı aygıtı neden egemen sınıfın özel aygıtı olarak kurulmaz, neden bundan ayrılır ve toplumdan ayrılmış, nesnel bir kamu gücü niteliği kazanır?” Hirsch anılan kitabında cevabı “kapitalist toplumsallık tarzının özelliklerinde” aramak gerektiğini belirtir. Kapitalist toplumsallık doğrudan üreticilerin (işçilerin) üretim araçlarından koparılmasıyla nitelendirilir. Üretim araçlarına sahip olmayan işçiler üretim araçları sahipleri ile emek piyasasında meta sahipleri olarak karşı karşıya gelirler. İşçinin sahip olduğu meta emek-gücüdür, kapitalist işçinin ücretini öder. Böylelikle kapitalistin üretilen artı değere el koyması şiddet yoluyla değil metaların alış verişi yoluyla gerçekleşir. İlgili çerçevede devletin merkezi işlevi emek sömürüsünü mümkün kılan üretim araçlarının özel mülkiyetinin güvence altına alınmasıdır.

Hirsch’e göre kapitalist devlet sadece şiddet aygıtı olarak tanımlanamaz, “aynı zamanda görünürde rekabetin ve sosyal mücadelelerin üzerinde durarak, yabancılaşmış ve nesnelleştirilmiş bir şekilde de olsa toplumun politik birliğini ifade eder”. Kapitalist toplumsallık politika ile ekonominin, devlet ile toplumun ayrılmasını ve aynı zamanda birleşmesini içerir. Öte yandan kapitalizm sadece piyasa ekonomisi olarak varlığını devam ettiremez. “İç çelişkileri toplumun maddi varlığı, düzeni ve devamlılığına yönelik olan ve dolaysız değerlenme sürecinin dışında bulunan faaliyetleri zorunlu kılar.” Bu da ancak kapitalist toplumun politik birlikteliğini sağlayan devlet aracılığıyla gerçekleşir.

Kapitalist devlet kapitalist üretim ve yeniden üretim koşullarına bağımlıdır ve sermaye baskısı olmasa da devlet birikim ve değerlendirme süreçlerini güvence altına alır; devlet söz konusu güvenceyi sağladığı ölçüde kapitalist karakterdedir.

Devletin yeniden biçimlenişi
Anılan kuramsal çerçeve içinde Hirsch günümüzdeki kapitalist devletin ve devletler sisteminin dönüşümünü açıklayabilmek için küreselleşme ideologlarının devletin önemini yitirdiği iddiası yerine devletin yeniden biçimlendiği tezine dayanır. Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte sınıf ilişkileri yeniden şekillenmiş ve değişik biçimlerde yeniden kurumsallaşmıştır. Sermayenin artan uluslararasılaşması ve finansallaşması devletin önceden yerine getirdiği işlevlerin tümünün ortadan kalktığı ya da devlet-dışı kurumlara devredildiği anlamına gelmez, daha ziyade işlevler arasındaki hiyerarşiler değişmiş ve yeni işlevler ortaya çıkmıştır. En azından merkez kapitalist ülkelerde devletler vergi toplama yetkisine bağlı olarak kapitalist üretim ve değerlenme süreçlerinin altyapısal önkoşullarını sağlayan, emeğin yeniden üretimini mümkün kılan, para-sermaye akışını bankacılık ve finans kurumları vasıtasıyla garanti eden, sınıf mücadelesini belli ölçüde kontrol altına alan ve toplumsal birliği görece gerçekleştiren temel işlevlerini yerine getirmeye devam etmektedir.

Söz konusu süreçlerde devletin geçirdiği dönüşüm Hirsch’e göre devletin uluslararasılaşması başlığı altında toplanabilir. “Burada hem devlet aygıtlarının kendisinin uluslararasılaşması, hem de kamusal düzlem ve işlevlerin mekansal-sosyal bir çeşitlendirilmesi söz konusudur.” Dönüşümün birbiriyle ilişkili altı boyutu öne çıkarılabilir. İlki, her bir devlet aygıtının uluslararası sermaye ve finans piyasalarına eskisine oranla daha güçlü bağımlılığıdır; bu durum ilgili devlet aygıtlarının içinde uluslararası sermayenin çıkarlarının “ulusal” sermaye ya da geniş yığınların çıkarı aleyhine baskın hale geldiğine işaret eder. İkincisi, tekil devletler sermaye ve finans akışlarının esnekleşmesi nedeniyle ilgili sermaye için “cazip” üretim alanı olabilmek amacıyla en karlı koşulları sağlamak (teşvikler, vergilerin düşürülmesi, ücretlerin baskılanması vb) için rekabete girerler; Postfordist rekabet devleti Fordist-Keynesçi refah devletinin yerini alır.

Üçüncüsü, devletin müdahale olanaklarını sınırlanmasıyla “ulusal niteliklerini yitirmeleri” denilen süreç ortaya çıkar; devlet bir yandan rekabet devletinin gerekliliklerini yerine getirme zorunluluğuyla toplumsal birliği sağlamakta zorlanırken göç hareketleri toplumsal birliği oluşturan sınırları bulanıklaştırır. Dördüncüsü, hükümet-dışı kuruluşların artan önemi, devletin görevi olduğu düşünülen bazı işlevlerin özel kuruluşlara devredilmesi, çokuluslu şirket ve uluslararası kurumların devlet karşısındaki güçlü konumunda ifadesini bulan politikanın özelleştirilmesidir: “Politika böylece kontrol edilmesi neredeyse mümkün olmayan kamusal-özel müzakere ve karar alam yapılarına aktarılmaktadır.” Beşincisi, küresel birikim sürecinin tekil devletlerin olanakların aşan düzenleme zorunlulukları nedeniyle politik düzenleme yapılarının giderek uluslararasılaşmasıdır; artan uluslararası örgüt ve kurumlar söz konusu sürece işaret eder. Altıncısı, dış görünüş ve toplumsal-politik eğilimlerinde bazı ortak özellikler taşıyan şirket yöneticileri, devlet aygıtı personeli ve uluslararası örgüt elemanı, hükümet dışı kuruluşların temsilcilerinden oluşan kapitalist ve yönetici sınıfın ortaya çıkışıdır.

Hirsch’in devletler sisteminin dönüşümüne ilişkin tartışmasının iki önemli sonucuna işaret edilebilir. İlk olarak küresel birikim süreci her hâlükârda kapitalist devlete (güncel süreçlerde uluslararasılaşmış rekabet devletine) dayanır. İkinci olarak sermaye için cazip üretim alanları olmak için rekabete giren tekil devletlerin toplumsal birliği sağlama işlevleri gittikçe zorlaşır ve kapitalist devlet liberal-demokratik biçiminden otoriter devlet biçimine yönelir.