Elon Musk ismine her zaman dikkat edilmesi gerektiğini söylerim, uzaya gidiyor, kendi kendine giden elektrikli arabalar yapıyor şimdi de beynimize çip yerleştirip yükleme yapacak. Zamanımızın Nikola Tesla’sı olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz

Matrix filmi gerçek oluyor

TİMUR AKKURT
timur@teknosafari.com
@timurakkurt

Elon Musk kurduğu yeni şirket Neuralink’in insan beynini mikronluk mikroçiplerle bir bilgisayar arayüzüne bağlamak için çalıştığını açıkladı. 4 yıl içerisinde bu hedefe ulaşmak için çalışan Neuralink bu teknolojiyi beyin kaynaklı sağlık sorunu olanlar için geliştiriyor. Son röportajında iletişim kurarken konuşma ya da yazma gibi işlemler için beynimizdeki veriyi sıkıştırmamız gerektiğini söyleyen Musk, Neuralink ile telepati benzeri kavramsal iletişimin mümkün kılınabileceğini belirtti. Teknolojinin tam olarak kullanılabilmesi için 10 yıllık bir araştırma süreci olması bekleniyor. Fakat engelli kişilerin kullanımına 2020’de açılması planlanıyor.

Bu tip gelişmeleri gördüğünüzde eminim sizin aklınıza da ilk Matrix Filmi gelmiştir. Biliyorsunuz Elon Musk ismine her zaman dikkat edilmesi gerektiğini söylerim, uzaya gidiyor, kendi kendine giden elektrikli arabalar yapıyor şimdi de beynimize çip yerleştirip yükleme yapacak. Zamanımızın Nikola Tesla’sı olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. En güzeliyse her şeyi bir hayalle başlatması. Bu hayallerin tek tek hayata geçmesi ise asıl heyecan veren kısmı. Bizim eğitim sistemimiz ise hayal kurmayı neredeyse imkansız hale getiren çok eski usül ne yazık ki. Neyse eğitim sistemimize şimdilik girmeyeyim, pek çok kez bununla ilgili yazmıştım zaten.

Gelelim beyne çip yerleştirme işine. Her zaman olduğu gibi sağlık öncelikli bir durum söz konusu. Geliştirilen bu sistem sayesinde beyin ile ilgili pek çok probleme bir nebze de olsa çözümler getirilecek. Engelli olduğu için hayata istemeden 1-0 mağlup başlayan pek çok insan için umut olacak.

Diğer bir taraftan gelecekte beynimizi kablolu ya da kablosuz bir şekilde bilgisayarlara bağlayacağız. Burada önemli olan iki yollu bir iletişim ne kadar başarılı olacak. Yani beynimizdeki bilgiyi bir bilgisayara aktarabilirken, bilgisayardaki veriyi de beynimize ne oranda aktarabileceğimiz. Beynin kapasitesi konusunda pek çok araştırma okumuştum. Net bir kapasiteden bahsetmek çok zor ama ona doğru hızda bilgiyi aktarmanın önemli olduğunu biliyorum. Yani yüklemeleri çok hızlı değil, kişiye özel hızlarda yüklemek sanki mantıklı olanı. Gereğinden fazla ve hızlı bir yükleme aklımızı yitirmemize yani başka bir değişle Hard Disk’imizi yakmamıza sebep olabilir.

İşin iki yüzü var. Bir iyi bir kötü

Dil öğrenmek artık bir sorun olmaktan çıkabilir. Düşünsenize çok yer kaplamasın ben sadece gündelik hayat konuşmaları yükletmek istiyorum mu diyeceğiz? Ya da ben iş İngilizcesi alayım. Şunu da unutmamak gerek her gittiğimiz ülkenin dilini yükletmek de problem çıkartabilir. Karıştırmalar başlayabilir. Bu da bir sorun. Bir diğer taraftan yüklenen bu bilgilerin kullanılmayanlarını silebilecek miyiz? Yer kıymetli malum. Ya da ilerleyen dönemlerde 256 gigabayt hafıza geliştirme taktırtılabilecek mi? O zaman sık kullanılmayanlar klasörümüzü harici hafızamıza kaydeder gerektiğinde silebiliriz değil mi? Fotoğraflar dahili, videolar harici gibi bir ayrım yapılabilir mi? İşin şakası bir tarafa bu işin sonu yok. Gerçekten ekstra beyin kapasitesi de pekala yapılabilir görüyor. Nöron, sinir hücre yapıları çözüldüğünde aslında bu tip gelişmelerde gerçekleşebilir. Yine şaka gibi ama olası bir detay daha aklıma geliyor. Daha hızlı beyinler yapılabilir mi? O zaman Formula 1 pilotlarının beyinleri model alınabilir ve uçakların yönetildiği kulelerde çalışanlara uygulanabilir. Saniyelik doğru kararları alabilir ve uçakların sağlıklı bir şekilde trafikleri yönetilebilir. Hatta düşünsenize bir futbolcuya, basketbolcuya bu sistemin uygulandığı! İnanılmaz müsabakalar izleyebiliriz. Bu bir süre sonra çok sıkıcı olacaktır. Hangi kulübün ne kadar parası varsa, kaç oyuncusuna hızlı ve Messi yetenekleri yüklenirse başarı oranı artacak, diğerleri bütçesi yok diye çok zayıf kalacak vs. Bu konu uzar gider. Bir de bu kadar gerçek dışı bir dünya ne kadar tat verir o da tartışma konusu.

*****

TÜSİAD’ın geçen hafta GittiGidiyor ve The Boston Consulting Group (BCG) desteğiyle yayınladığı “Dijitalleşen Dünyada Ekonominin İtici Gücü: e-Ticaret” raporu, Türkiye’nin dijital dönüşüm ve e-ticaret konularındaki durumunu ortaya koydu.

Rapordaki verilere göre Türkiye’de yüzde 32 büyüyerek 17 Milyar TL’ye ulaşan çevrimiçi perakende satış, toplam perakende satışların sadece yüzde 3.5’ini oluşturuyor. Dünya genelinde bu oran yüzde 8.5 şeklinde.

Toplamda 30.8 Milyar TL’ye ulaşan e-ticaret’in 3.2 Milyar TL’sini bahis ve 10.1 Milyar TL’sini seyahat oluşturuyor.

Bu payın artırılması için ise KOBİ ve klasik perakendecilerin e-ticaret alanına daha fazla dahil olması gerekiyor. ABD’deki ilk 100 perakendeciden sadece 6’sının e-ticaret aktivitesi yokken bu sayı ülkemizde 35’de.

Ucuz olsun yeter

Hepimizin internetten okuduğu, etrafında duyduğu örneklere bakıldığında ülkemizde çevrimiçi alışverişten çok fazla şikayet mevcut. Ulaşmayan kargolar, ödemesi yapılıp gönderilmeyen ürünler ve özellikle satış sonrası destek ve servis problemi. Bu da şu anlama geliyor, kullanıcıların çevrimiçi alışverişi tercih etme sebebi iyi hizmet almaları değil. Tam tersine raporda bunun birincil sebebi olarak ‘ucuz olması’ gösteriliyor. Yani ürünü hangi siteden yada dijital pazardan aldığı tüketicinin umurunda değil, ucuz olsun yeter.

Tüm bunlar markaların sadece fiyatla farklılaşmaya çalışmasının en büyük sonucu. Bu sorunu aşmak için Amazon Prime örneğinde olduğu gibi çevrimiçi alışverişi dijital hizmet sektörüne dönüştüren markaların örnek alınması lazım. Yani tüketiciye siteye yada uygulamaya girişten, kargolamaya, satış sonra desteğe kadar kolay ve farklı bir deneyim yaşatmak gerekiyor. KOBİ’lerin ve klasik perakendecilerin bu şartlara uyum sağlamasının ardından sağlıklı büyüyen bir pazara sahip olmak çok daha kolay olacak.

Alışveriş öncesi web ve mobil cihazları kullanarak liste yapan tüketiciler diğer müşterilere göre 3 kat daha fazla alışveriş yapıyor. Tüketicilerin dijital pazar yerleri ve markaların sitelerine gelmesini sağlayan çoklu kanallı pazarlama ile kullanıcılar farklı platformlar arası hareket ederek alışverişe yöneliyor. Bu da markaları çapraz platform kampanyalara yönlendiriyor. Tüm bunlar kullanıcıların ürünü bulmak için spesifik bir noktaya gitmesi ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Markaların tüketicilerle daha kolay buluşmasını sağlayan bu yöntemle Macy’s markasına göre 1 dolarlık yatırım 6 dolarlık alışveriş olarak markaya geri dönüyor.

2020’de yüzde 64’ünün gelişmekte olan ülkelerde olması beklenen e-ticaret’in teknolojiyle paralel gelişmesi markaların karşısına daha büyük mücadeleler çıkarırken tüketicinin işini kolaylaştırıyor. Nesnelerin interneti, VR, AR gibi teknolojilerin e-ticarete uygulanarak alışveriş şeklini değiştirmesi bekleniyor.

Ülkemizde e-ticaretin gelişmesiyle artması beklenen aktivitelerden biri de e-ihracat. Tüm Türkiye’den birçok KOBİ bu konuda istekli olmasına rağmen a’dan z’ye bir yol haritasının eksikliği bu potansiyelin boşa harcanmasına sebep oluyor. Dijital eğitimlerle bu girişimcilere e-ticaret ve e-ihracat dersleri verilmesi planlanıyor. Bu da yerel üreticilerin ülke geneline hatta ülke dışına ulaşabilmesi anlamına geliyor. Tüm hedefler gerçekleştirilirse sınır ötesi ticaretin de katkısıyla Türkiye’de perakende e-ticaret hacminin 2019’da 35 milyar TL seviyesine gelmesi bekleniyor.

Kötü taraflara ek iyi savaşan beyinler geliştirilse ölüm makinesi gibi insanlar olsa bu ne kadar iyi olur? Terörislerin eline geçen bir sistem dehşet bir tehlike arz edecektir! Gerçekten çok korkunç bir sona doğru gitmez miyiz?

Bu sistemler geliştikçe bir taraftan arızalar ve bozulmalar da olmayacak mı? Yani bu gelişme bize satış sonrası destek kalitesinin de ne kadar önemli olacağını göstermiyor mu?

Bilim hem bize bunları yaşamamıza sebep oluyor hem de başka sorunlar yaşamamıza. Önemli olan işte bu noktada işin tadını ne kadar kaçırmadan sadece ihtiyacımız olanla yetinebilmemiz. Burada da en önemli insan eğilimi kırılma noktası oluyor ki bu da beni korkutuyor. İnsanoğlu maalesef doyumsuz ve hırslı bir canlı. Doğayı da mahveden biziz, düzeltmeye çalışan da. O kadar çok tutarsızlığı olan bu canlı neyi ne kadar kontrol edebilecek! İnsanlığın sabıka kaydına baktığımızda endişelenmemek elde değil. İyi olan taraflar olduğu kadar kötü olan tarafları anlatmaya çalıştım. Son kararım, bizim tutarsız olduğumuz ve bize güvenmediğim. Bu gelişmeyi kim ve nasıl yönetecek? Bir üst akıl mı olacak? Yapay zeka konusuna hiç girmedim, girsem gerçekten işin içinden çıkamayız gibi geliyor bana.