“İşkence ile öldürülmüşse bayrağa hakaret ettiği söylenebilir, başından vurulmuşsa taş attığı, istismara uğradıysa sokağa çıktığı, cezaevinde dayak yemişse zaten ne mal olduğunun bilindiğinin söylenmesi yeterlidir” Devlet Dersi, Gökçer Tahincioğlu Yılmaz Ruhi Demir Gazeteciliğin bir aktivizm türü ya da gazetecinin aktivist olup olmayacağı tartışmalarıyla geçen bir ay sonrasında, katledilen gazeteciler anısına gazeteci kitapları seçkisi ile bu […]

Maveraünnehir nereye dökülür?

“İşkence ile öldürülmüşse bayrağa hakaret ettiği söylenebilir, başından vurulmuşsa taş attığı, istismara uğradıysa sokağa çıktığı, cezaevinde dayak yemişse zaten ne mal olduğunun bilindiğinin söylenmesi yeterlidir”
Devlet Dersi, Gökçer Tahincioğlu

Yılmaz Ruhi Demir

Gazeteciliğin bir aktivizm türü ya da gazetecinin aktivist olup olmayacağı tartışmalarıyla geçen bir ay sonrasında, katledilen gazeteciler anısına gazeteci kitapları seçkisi ile bu sayı aslında her şeyden önce kitap incelemelerinin ötesinde, bu tartışmayı somut ve derli toplu bir zemine çeken önemli bir çalışma olarak ele alınabilir. Diğer bir deyişle bu sayıda yer alan incelemeler böyle düşünüldüğünde, sadece güncel bir gazetecilik tartışmasını izleyen kitap incelemeleri olarak değil, memlekette geçmişten bugüne gazetecilik faaliyetinin olup geldiği nokta ve taşıdığı anlamların üstünde ısrarla durma gereğine dair dikkate değer bir anma da olacaklardır. Böyle bir anmanın neden ve muhataplarını tarif eden en güçlü tamlama ise şüphesiz ‘Devlet Dersi’ olacaktır.

Bu yazının başlığının da kaynağı olan, Ece Ayhan’ın 73 tarihli Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler kitabında geçen bu tamlama bir şairin sızı ve incelikle duyumsadıklarının en yüksek perdeden ifadesiydi şüphesiz. Aynı ismi taşıyan kitabı ile gazeteci Gökçer Tahincioğlu da, Ayhan’la kendisini bu sızı paydasında buluşturan ‘çocuk hak ihlalleri ve cezasızlık öykülerini’ derlerken, bu defa da mesleğinde ısrarlı bir gazetecinin duyumsadıklarının yüksek ifadesi ile karşı karşıya kalmıştık. Sözgelimi olağan koşullarda yazın türlerinin kuvveti zamana mukavemetleri ile açıklanabilirken, memleketin sürekli istisna durumu nedeniyle tam tersine aslında zamanın bu ‘Devlet Dersi’ karşısında mukavim olamadığını ve ‘bir teneffüs daha yaşamamış’ çocukların arttığını ve cezasızlığın sürüp gittiğini gösteriyor. Öyle ki kitabın yayımlandığı tarihten kısa süre sonra, Tahincioğlu’nun çocuk durumundan hareketle bütüncül bir ‘karakol hukuku’ analizi yaptığı çalışmasında anılan ‘çocukların avukatı Tahir Elçi’ katledildi; çalışmanın önemli kaynaklarından biri olan Gündem Çocuk Derneği ise bir olağanüstü hal kararnamesi ile kapatıldı.

Mevcut durum bu iken, gazeteciliği steril mesleki bir alan olarak kurgulamanın da zorluğu açıktır. Örneğin Tahincioğlu’nun anlattığı cezasızlık öykülerini sadece mesleki bir tarafsızlık ile güzellemek, ‘Başka coğrafyada yaşama kaderiyle öldürülmeyi’ kendine dert edinmiş bir gazetecilik faaliyetinin neleri göze aldığını görmezden gelmek olacaktır. Fakat Tahincioğlu’nun ‘Devlet Dersi’, belki de andığım tartışma bakımından ne aktivizm ne de profesyonelizm ile tam olarak açıklanabilir durumdadır ve hatta bu, ‘Devlet Dersi’ bakımından ayrıca kısır da bir tartışmadır. Çünkü Tahincioğlu’nun buradaki durumu daha çok parrhesia kavramı ile uygunluk içindedir: Doğruyu söylemek. Kimi gazetecilik tarifi de benzer şekilde doğruyu söylemeyi içeriyor olabilir. Ancak bu doğru, öğrencilerine gramer öğreten bir öğretmenin doğrusu gibi bir doğru olmanın çok ötesinde, eşitsiz güçler arasında gerçekleşen tehlikeli bir yüzleşme, muktedirin karşısında tek gücü hakikat olanın, konuşması durumunda karşılaşacağı yaşamsal risklerin ve tehditlerin bilinci ile konuşması gibi bir doğruyu tarif ediyor. Parrhesiastes konuşurken risk alanının durumunu tarif ediyor ve bu bakımdan Tahincioğlu’nun “çocukların doğumu ile değil ölümü ile başlayan hikâyeler” derken ve Ece Ayhan’ın kelimelerini bu hikâyelere üst başlık olarak seçerken yaptığı şeyin ne olduğunu yerinde kavramlarla açıklamak ve onu uygun tartışmalarla kavramak, Tahir Elçi ve Gündem Çocuk Derneği örnekleri ve Tahincioğlu’nun kişisel hikâyesi de düşünüldüğünde devlet dersine çalışırken yapılabilecek en doğru şey olacaktır. Çünkü ‘Devlet Dersi’ sadece bizim kaderimizin coğrafyasının değil, bütün bir devletler sisteminin dersidir aynı zamanda.

Cezasızlığın işlevleri ile yaşatılan, ötekilerin üstüne basıp geçen, devleti yaşatmak için insan yaşamını gözden çıkartabilen, ölülerin bile güvende olmadığı bu sistemler karşısında şeyleri yanlış adlandırarak dünyanın kaosuna ortak olmak cezasızlık kültürüne yapılabilecek en basit katkılardan olacaktır. Tam da Zeynep Sayın’ın Kötülük Cemaatleri’nde geçen şu cümleleri gibi: “Bütün derme çatmalığına rağmen maalesef başarılı olan, polisiyle, askeriyle, gaz gibi sanayi malzemeleriyle işlediği cinayetleri ve yaptığı katliamları meşru kılan bir mitos bu. Gazetecisinden baro başkanına her gün yeni cinayetlerle karşı karşıyayız. Keşke daha öngörülü olabilseymişiz.”

Bu nedenle Gökçer Tahincioğlu’nun ‘Devlet Dersi’, sadece bir meslek olarak gazetecilik ürünü gibi değil, 18 yaşına basmadan hayatları ellerinden alınmış, yaşamlarıyla değil ölümleri ile var olmuş çocukların hakikatlerinin derlendiği bir hakikat haykırışı derlemesi olarak okunmayı hak ediyor.