Enver, her parçasıyla toplamından değerli ve toplamıyla parçalarından değerli biri oldu. Bunu bilip bilmediği ya da önemseyip önemsemediğini bilmiyorum

Mavi kalp: Enver Ercan

“Yürü Bre Kenan Paşa” şiirinde “Seyrek Türkçesi, hafif zeki aklıyla/düşkıran bir Türkiye’ydi isteği” demişti. Bunu derken de Evren’in ‘fahri ressam’lığı filan bir yana, temel bir ayrımdan, adeta olmak ya da olmamak halinden yola çıkıyordu.

Çünkü bu dizeleri tersinden okursanız karşınıza bir şair, yani Enver Ercan çıkıyordu: “Hınzır Türkçesi, hafif bıçkın tavrıyla/düşkuran bir Türkiye’ydi isteği”. Şimdilerde her ne kadar ‘kıtakıllı’ düşkırıcılar dönemini yaşıyorsa da memleket, “Bu da geçer ya hu” umuduyla, bunun da geçeceğine inancımız tam.

Bu son cümle Enver’e fazla gelmiştir. ‘Az ve öz’ meşrepli bir adama, yaşamak fazla gelmemiştir ama, şöyle bir iyimserlik ya da beyaz bir teselliyle, Enver için her şeyi ikiyle çarpabiliriz diye düşündüm. 4 şiir kitabını ikiyle çarp, 8 kitap, 60 yaşı, hadi 2 çok, yarısıyla çarp, 90. Teselli işte, bir yanı saçmaya varır bir yanı rüyaya. Düşkurmaya, şiirkurmaya, aşkkurmaya…

Bazı şeyleri, bazı hayatları, bazı insanları konuşmaya dünden başlanır, bazılarını konuşmaya yarından, gelecekten. Enver Ercan o bazılarından, yani yarından, gelecekten biri. Başladığı ya da başlattığı şeyi sürdürecek birilerini çoktan bulmuş, yetiştirmiş, hazırlamış, gönül rahatlığıyla bırakmıştır onlara. ‘Gönül rahatlığı’ dediğim, Enver’in o işten, dergiden, çalışmadan elini eteğini çekeceği anlamına gelmez. Gözü gönlü bir olan insanlar, mesafe duygusuna herkesten fazla hassasiyet gösterirler. Şiire, hayata, aşka tutkuyla bağlıdırlar, mülkiyet duygusuna da tutkuyla uzaktırlar. İnsanın ilk duygusu olan, ‘kolektif insan’ ruhunu günümüze kadar taşıyan ya da günümüzde de yaşayan ve taşıyanlar da yalnızca onlardır ki, mülkiyetin insana mahsus olmadığını bilirler. Bu yüzden de tabiatı, insanları, kadınları, erkekleri, çocukları, hayvanları, şarkıları, şiirleri, ezcümle aşkı çok severler.

Enver, ‘e’ şıkkı işte, hepsi. Azı sevip özü bilip hepsi olmak hüneri. Bir başka anlamda ‘bir başka dünya mümkün’ diyenlerden. Mümkünü olabildiğince ve uzanabildiğince olanaklı kılmayı ne bir görev ne bir zorunluluk, yalnızca “nasıl yaşanır ona uğraşıyoruz” demenin eylemi, yolu yordamı olarak yerine getiren, sürdüren. Ne yapsa ne etse, sessizliği de bir ‘duyu’ olarak uğraşına ekleyen. “Varlık” dergisinin yenilenmesi, yeni şair, yazar, okur kuşaklarıyla buluşması, Yaşar Nabi Gençlik Ödülleriyle şiire, öyküye kazandırılan gençlerin pek çoğunun, günümüz edebiyatının önde gelen adlarından olması, 90. sayısına zengin içeriği, renkli bölümleri, kadirbilir sayfaları ve yenilere açık anlayışıyla ulaşan “Yasakmeyve” dergisi, şimdiden unutulmaz dergiler arasında gördüğüm “Sıcak Nal” ve öykü birikimimizin hem toplandığı hem de kanatlandığı “Eşik Cini”, tabii ilk çıkardığı dergi olan, üstelik 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ve ağır şartlarda yayımlamayı başardığı “Düşün” dergileri… Komşu Yayınları, ki yayımladığı yüzlerce şiir kitabı arasında benim de mor kapaklı Keder Gibi Ödünç kitabım vardır. Cep defterleri diye sevdiğim ve ilk yayımlanan dört kitabı arasındadır yayınevinin. Sonra ne kitaplar yayımladı Komşu’dan, ne harika kitaplar! İlhan Sami Çolak ki Türkiye’nin, şimdi öyle diyorlar ya, ‘açık ara’ en uzun yatan mahpuslarından biridir, aralıksız en uzun süre içerde yatan şairidir, mapusluk sanatı mı ilmi mi her neyse artık, işte onda, Nazım Hikmet’i bile geçmiştir ve Enver Ercan onun 3 harika şiir kitabını da yayımlamıştır. Yoo, Enver keskin siyasi çıkışları olan biri değildi, eğer şimdilerde demokrat, laik ve namuslu olmak ‘keskin’ ya da ‘radikal’ bir siyasi çıkış sayılmıyorsa! Enver’in son işlerinden biri de, yönetim kurulunda bulunmaktan onur duyduğum Akademi’dir, Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Akademisi. Çeviri atölyeleri, dergi tasarımı ve gerçekleştirdiği ödüllerle şiiri ve şiir çevirisini destekleyen bir sivil toplum örgütü. Şiir toplum örgütü de diyelim, nasılsa şiir de sivildir!

Enver, her parçasıyla toplamından değerli ve toplamıyla parçalarından değerli biri oldu. Bunu bilip bilmediği ya da önemseyip önemsemediğini bilmiyorum. Sanmıyorum da. Bana kalırsa o da Cemal Süreya’nın ‘jest’lerinden biriydi.

Sanki Cemal abi ‘kendisine ayrılan sürenin sonuna geldiği’ için kullanamadığı, yapamadığı, gösteremediği jestlerinden bazılarını bazı şairlere paylaştırmıştı. Bu şairlerden biri de Enver’di ve o jesti bir jestle kabul edip sonuna dek tam bir şövalye ruhuyla sürdürdü. Her şeyi de bu ruhla sürdürdü. Metin Altıok’un “gündüzleri eğilmem ama/geceleri kanatırım kendimi” dizeleri Enver’in yaşamına da değinir sanki.

O jest bir bakıma da kolektif ruhun günümüzdeki insanını ortaya koyar. Alın Cemal Süreya’yı, üstüne 1 yaş daha koyun, ortaya Enver Ercan çıkar. Hayır, yalnızca Abdi İpekçi ödülünde Cemal Süreya’ya yazdığı ve benim de pek sevdiğim mektubuyla birincilik ödülünü kazandığı için değil elbette. Yakın arkadaşı Hasan Bülent Kahraman’ın ona dair söylediklerinin Cemal Süreya’yı da ziyadesiyle anımsattığı için: Kendine has bir eda, şık, muzip üslubu olan, sonuna kadar genç kalan, hayata karşı iştahlı, tutkulu, aforizmaları olan, coşkulu, iyimser, herkesin iyi olmasına çalışan, seven, beslenen, hayran olan, paylaşan, bölüşen, toplayan, birleştiren, beğenisi cömert, komplekssiz ve tabii kadınları çok seven ve “kadınları içtenlikle seven erkeklerde görülen iyimserlik, doygunluk” içinde ‘kabalıktan uzak’ bir kişilik. Düşgücü. Şiirimizin Bektaşisi.

Yaşamında da, şiirinde de, ilişkilerinde, sevgisinde, genişliğinde, ferahlığında da öyle bir meşrep. Mezhep değil meşrep. Şiirlerinde Tanrıyla konuşurken en çok hissediliyor. Tanrı, şiir misafiri oluyor Enver’in şiirinde: “tanrım diyorum sağol/ ruh ikizimi sonunda karşıma çıkardın/ama hala yoksun ortada/gerçi sen de haklısın/böyle bir dünya yaratmış olsam/ben de saklanırdım”.

Enver’le gidişinden 3 gün önce vedalaştık. Kardeşliğin, arkadaşlığın suyu bir bardağa doldu, benim elime, onun dudaklarına değdi. Türkçenin Dudaklarısın Sen (2014) harika şiirlerin yer aldığı son kitabıydı. Orada 9 rüya yer alır.

Dağlarca, Oktay Rifat, Can Yücel, Cemal Süreya… Enver uğurlanırken burada değildim, 2 gün sonra rüyama geldi. Tabii onun yazdığı rüyalar gibi değil, daha doğrusu onun gibi anlatamam. Başında son yıllarda taktığı fötr şapka, bir pikap sürüyor, ben yanındayım. Elinde bilgisayardan çıkmış bir dergi taslağı, şiir dergisinden çok müzik dergisine benziyor, adı İngilizce, “Blue Heart”. “Kardeş” diyor, öyle der, öyle kitap imzalardı, “ikidilli olacak dergi, Türkçesi de Mavi Kalp, ama vakit kalmadı işte, gitmeden çıkaramadım!” Sonra basıyor gaza, rüyadan çıkıyor.

“Gök Yüzünü Çevir Bana” şiiri geliyor aklıma, “tanrı bu geceyi korusun” dizesiyle biten küçücük büyük şiir. Gökyüzü gibi bir insandı Enver, açık, geniş, mavi, evet mavi bir kalbi vardı onun, ikidilli mi sayılır bilmiyorum ama, gökyüzünü çoktan kalbine çevirmişti.