7 Haziran yaklaşırken Türkiye her geçen gün daha tehlikeli bir ortama doğru yol alıyor. Kendiliğinden olmuyor elbette, kuşkusuz bu durumun yegane sorumlusu koltuğu fena halde sallanmakta olan siyasi iktidar. AKP oylarını sabit tutacağına inandığı eğreti ezberlerle koltuğunu konsolide etme derdinde. İslamcılık, Türkçülük, muhafazakârlık gibi Türkiye’de her zaman iş gören kartları yeniden masaya süren AKP’nin jokeri ise yine Erdoğan. Davutoğlu dahil parti içinde jokere eli gitmeyen çok sayıda isim olmasına karşın, partinin Erdoğan’dan vazgeçerek 7 Haziran’da başarılı olma şansı yok. Davutoğlu ve arkadaşları bu durumu hepimizden daha iyi bildiklerinden, Erdoğan’ın kendisi için arzuladığı başkanlık sistemine ilişkin yürüttüğü kampanyaya seç çıkaramıyorlar. Ne AKP’nin seçim vaatleri ne de Davutoğlu’nun sözleri değil, seçim ikliminin belirleyicisi olan Erdoğan’ın ağzından çıkan sözler. AKP seçmeni ise kendini ayrıcalıklı hissetmeye devam etmek istiyor. Olası bir anlaşmazlığın son on iki yıldır kendilerine sağladığı iş, mevki, kapital ve manevi getirilerden mahrum kalmak istemiyorlar. Erdoğan’ın ne istediği, başkanlık sisteminin ne olduğunun önemi yok. Devletin tepesinde, televizyon ekranlarında Erdoğan’ı görmek, işitmek, AKP’nin varlığını sürdürmesi seçmenine kendini iyi hissettiriyor. AKP de seçmeninin bu minnet, itaat ve iman duygularından besleniyor.

Kendisine özel bir başkanlık sistemi arzusuyla, her saat ve gün, hiçbir canlı yayını kaçırmayan, ekranları şahsi boy aynasına çeviren Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı tarafsızlığı bir yana bu mevkiinin bütçe ve imkânlarını kullanarak adeta bağımsız, tek kişilik bir kampanya sürdürmesi bir gün “masa”dan ertesi gün imam hatiplerden söz etmesinin nedeni Türk-İslam sentezinin her daim iş yapması.

Fakat yaklaşan seçimlerin önünde koca bir mayıs ayı var. Tarihsel geçmişi, anıları ve anlamları ile 1 Mayıs, 6 Mayıs ve tabii ki mayısın son günlerine denk düşen Gezi’nin üçüncü yılı, Erdoğan’ın açıklamalarıyla duraklama sürecine giren barış süreci Mayıs ayının AKP için hiç de kolay geçmeyeceğine ilişkin öngörülebilir başlıklar. Öngörülemeyen yeni olay ve gündemlerin Mayıs ayına damgasını vuracağı da gün gibi ortadayken mayısın gücü kullanılmalı.

Erdoğan’ın Dolmabahçe açıklamasına ilişkin rahatsızlığını dile getirmesiyle sendeleyen barış süreci, masa açıklamasıyla adeta durma noktasına geldi. Bu durumu seçime ilişkin bir politika olarak algılamak hatalı olacaktır. Barış Kürt hareketi başta olmak üzere barış isteyen ve destekleyen mecraların etkisi ve varlığıyla AKP’ye karşın yürüyor.

Hatırlayalım, AKP bölgenin hem ekonomik hem de inanç değerlerini kalkındırma hedefiyle hizmet götürürken bir yandan da BDP’li belediyelerin yetersizliklerinin altını çizerek yola koyulmuştu. Kemalizm’in neden olduğu inanç ve etnik mağduriyet paydasında Türk sağını, muhafazakârları ve Kürtleri ortaklaştırarak, müzakere süreci, Kürt kimliğinin tanınması ve barışa baş koymak gibi söylemlerle Kürt oylarını arttırmayı amaçladı, başardı da. İktidarın PKK’nin silahları bırakmasını istemesinin nedeni barış değil, Kürtlerin siyaseten zayıflayacağına, bölgede AKP oylarının artacağına olan inanç idi. Ancak AKP’nin gizli hesabı Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylık süreci, Öcalan’ın silahsız çözüme ilişkin vurguları ve Dolmabahçe açıklaması ile tehlikeye girdi. Erdoğan başta olmak üzere müzakere sürecine ilişkin AKP dilinin değişmesinin nedeni de bu.

Bu nedenle HDP’nin Meclise girmesi kadar CHP’yle koalisyon yapma ihtimali önemsenmeli, her iki parti uzaklaşmak yerine birbirine yaklaşmaya yönelik söylemleri ön plana çıkarmalıdır. Herkesi mutlu edecek yeni bir Türkiye’nin geleceği Erdoğan ve AKP’ye sandıkta hakettikleri dersi vermekle, vicdan, eşit yurttaşlık, özgürlük, laiklik ekseninde birleşmiş toplumsal bir paydaşlıkla mevcut. 7 Haziran’a bir ay gibi kısa bir süre kalmışken, Kürtler, Türk solu ve sosyal demokratının birbirine daha yakın durması hiç olmadığı kadar elzemdir. Böylece Erdoğan hem başkanlık fantezisini hem de partisini kaybedecektir.