Mayıs’ın ilk günü bugün. 1 Mayıs. Hakların verilmeyip alındığını, kazanılan hakların ne pahasına kazanıldığını ve kazanılacakların nasıl kazanılacağını hatırlatan gün.

Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun 1 Mayıs’ı 8 saatlik işgünü için grev günü ilan ettiği 1886’dan bu yana hiçbir hak kolay kazanılmadı. Onları kazanmak için verilen mücadele, savunmak için gösterilmediğinde de kaybedildi haklar.

1 Mayıs 1886’daki grev ve gösterilere yarım milyon işçi katılmıştı ABD’de. Siyah ve beyaz işçiler, emeğin ve alın terinin rengi olmayacağını kanıtlarcasına omuz omuza yürümüş, Louisville’in siyahlara yasaklı parkları siyah-beyaz çiçek açmıştı o gün.

Zor ama görkemli günlerdi. Görkemi aradan geçen 135 yıla karşın hiç azalmayan günler… Grev kırıcılar, grevci işçilere ataş açan polisler unutulmadı. 4 işçinin ölümüne, onlarcasının da yaralanmasına yol açan polis kurşunlarını protesto etmek için Chicago’daki Haymarket’te düzenlenen mitinge kim bomba atmıştı belirsiz.

Ancak, polislerin öldüğü saldırı sonrası yüzlerce işçinin tutuklanıp işçi önderleri Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe’in düzmece tanık ifadeleriyle idam edilmeleri de o günlerden bugüne emek ve hak mücadelelerine karşı hep tekrarlanan bildik bir taktik.

Hiçbiri ama, Mayıs’ın bir umut ayı olmasını engelleyemedi! İkinci Enternasyonal’in 1 Mayıs’ı uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü ilan etmesinden bu yana, her yıl, dünyanın dört bir yanından insanlar sokaklarda o umudu ateşliyor.

Baskıcı iktidarlar sokakları yasaklamak için bildik yöntemlerin hepsini kullansalar da, alın teri ve özgürlük mücadelesi verenler sokakları terk etmiyor.

Dünya 1 Mayıs’a bu yıl pandemi koşullarında sahip çıkıyor! Türkiye’de de; fabrika önlerine, hastane bahçelerine, sanayi sitelerinin merkezlerine çıkarak ve George Floyd’u öldüren meslektaşı gibi 1 Mayıs eylemcisinin boynuna basan polislere rağmen “Yaşasın 1 Mayıs!” diye bağırarak…

İki gün sonra da 3 Mayıs. Dünya Basın Özgürlüğü Günü.

Bir demokraside yaşamak isteyenler için hava kadar, su kadar gerekli olan bir özgürlük basın özgürlüğü. İfade özgürlüğünün en cisimleşmiş hali. Dünyanın dört bir yanında o da saldırı altında…

Türkiye basın özgürlüğü açısından ülkeler sıralamasının en gerilerinde. Bizde muhalif medyaya, basına dönük, cezaevinden maddi yaptırımlara kadar her tür baskının uygulandığı malum.

Genel durum da parlak değil. Yeni medya iklimi, 2020 yılında, dünya çapında bağımsız medya kaynaklarından 30 milyar doların yok olmasına, zaten çöl olan yerel medya ortamının iyice çölleşmesine yol açtı.

Pandemi gazeteciler arasındaki yaygın işsizliği katladı, çalışanların koşullarını daha da kötüleştirdi. Columbia Üniversitesi’nin bir araştırması gazetecilerin yüzde 40’ının, gelirlerinin yüzde 50’den fazlasını kaybettiğini ortaya koydu. Bir UNESCO araştırmasına göre, kadın gazetecilerin yüzde 73’ü online şiddete maruz kalıyor.

Dünyanın hali bu! Ancak, güneşli güzel günler görmek istiyorsak, 6 Mayıs’ta geleceğe olan inançlarını haykırarak darağacına giden Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in kararlılığını, cesaretini ve fedakârlığını anımsamak şart.

Mayıs’ın ilk haftasında, baharı tüm canlılığıyla hissederken, Deniz’in defterinin arkasına karaladığı şiiri de kavramak gerek: “Kapılar kapalı / Tutulmuşsa gece / kapkara yollar / Sıcacık bir sevgi / sunmayacak mıyım / insanlara? / Bakmayacak mıyım yarınlara / Seslenmeyecek miyim / insanlara?

Mayıs’ın ilk haftası, insanlığın mücadele tarihinden bir sesleniş geleceğe!