Filminden çok daha çarpıcı bir sonla biten bu harikûlade romanı okumadıysanız, daha fazla vakit kaybetmeyip hemen okuyun. Okuyun ve “ben neyim” diye düşünün. Bulabiliyorsanız, sizi Koko’dan daha kıymetli kılan o tılsımı bulun

Maymun bilmeye cüret ederse

GÖKHAN YAVUZ DEMİR

Tam da goril Koko’nun Paris’te düzenlenen Dünya İklim Zirvesi’ne gönderdiği mesajın videosunun sosyal medyaya düştüğü günlerde Pierre Boulle’un Maymunlar Gezegeni’ni okudum. Ne tevafuk ama! Koko, “siz insanlar aptalsınız” diyordu. Kendi uygarlığımızın içinden o kadar zeki gözüken “homo sapiens sapiens,” yani “düşündüğünün üzerine düşünebilen” Descartes’ın o muazzam öznesi, kartların bambaşka dağıtıldığı bir gezegen ve uygarlıkta kim bilir ne kadar sefil kalırdı! Bilmiyorum, acaba Koko Maymunlar Gezegeni diye bir anlatıdan haberdar mı? Ama Maymunlar Gezegeni’nin o zarif ve zeki dişisi Zira’nın zeka testlerinde sınıfı geçemeyecek bir çok insanı ben de tanıyorum. Hem Koko hem de Boulle, birbirlerinden haberdar olmasalar da, bizi bu soruları sordurtmaya kışkırtıyorlar: İnsan nedir; akıl nedir; uygarlık nedir?

1968’de Hollywood’un daha distopik bir sonla çektiği filmi herhalde bilmeyen yoktur. Seksenlerde bir bacaksızken izlediğim o filmin heyecanını yeniden yaşamak umuduyla romanı okumaya başladığımda, Maymunlar Gezegeni’nin beni entelektüel varoluşum üzerine düşünmeye sevkedecek bir kitap olduğunun hâlâ çok fakında değildim. Ama bir kez daha anladım ki insanı diğer türler üzerinden ayrıcalıklı kılan çok ayırdedici bir hususiyetimiz yok.
Dili iletişim aracı olarak tanımlamaya meraklı vasat akademik yaklaşımların nezdinde insan konuşan hayvandır. Oysa gündelik hayatını bir hayvanla geçiren her fani, hayvanların da iletişim kurabildiğini tecrübe edecektir. İnsanı oyun oynayan bir varlık, “homo ludens” olarak tanımlayanlar ise, herhalde bir köpekle oyun oynamanın hazzına hiç ulaşamamış talihsizler olsa gerek. İnsanı diğer türler karşısında ayrıcalıklı kılan bir şey varsa, o da herhalde insanın diğer türler karşısında ayrıcalıklı olduğuna dair bir söylem geliştirebilme yeteneğidir. Bu anlatma, kurgulama, içinde yaşadığımız sefil gerçekliğe anlam verebilme yeteneği; insana sadece kendisini değil, diğer canlıları ve diğer canlılar karşısında kendi üstünlüğünü de tanımlama imtiyazı kazandırmıştır.

Heidegger ne diyordu? Sadece insanın dünyası vardır, hayvanın çevresi. İnsanın dünyasını çevreden ayıran şey anlamdır; insanın dünyası, anlam dünyasıdır. Bu anlam dünyasının içinde insan kendini yüceltirken, diğer canlılar üzerinde de bir hak meşruiyetinin inşasına girişir. Uygarlığımızın temel değer ve varsayımlarının, aslında sadece bizim kurgumuz (belki de kuruntumuz) olduğunu ise bize ancak yine kurgu gösterebiliyor. İşte edebiyatın büyüklüğü! Ve dolayısıyla da yine işte insanın büyüklüğü! Kendi uygarlığımızın aslında hiç de meşru olmayan meşruiyet kaynaklarını kurguyla var ettiğimiz gibi, insanın ve uygarlığının sınırlarını da yine kurguyla tecrübe edebiliyoruz.

Boulle’un kurgusunda insanlar av partilerinde av, laboratuvarda denek, küçük çocuklara doğum günü hediyesi olarak verilen ve tasmayla gezdirilen “ev hayvanı” olarak boy gösteriyor. Bizim bu dünyada insan olma sıfatını hak etmeyen her hayvana reva gördüğümüz ne varsa, Maymunlar Gezegeni’nde maymunlar da aynılarını insan denen evrimin alt basamaklarında mahkûm kalmış hayvana lâyık görüyor. Meselâ av esnasında korktuğunda içgüdelerinin mantığına ağır bastığını gören romanın kahramanı Ulysse Mérou, maymunlarla iletişim kurmayı dener ve zekasını göstermeye çalışırken her eyleminin şempanze Zira tarafından bir şekerle ödüllendirilmesiyle bunu çok derinden bir acıyla tecrübe ediyor. Mérou zekasının bir ayrıcalık getirmesini beklerken eline tutuşturulan her şeker tanesiyle, “rasyonel” bir varlık değil de “akıl yoksunu ama zeki bir hayvan” olarak takdir edilmenin aşağılanmasına maruz kalıyor. Jonathan Swift’in Gulliver’in Seyahatleri’nde veya Ryunosuke Akutagawa’nın Kappa’da yaptığının aynısını bu sefer de Boulle yapıyor ve bizi rotasından çıkmış bir yolculuğun neticesinde kendi uygarlığımızın bütün tumturaklı iddialarına rağmen ne kadar sefil olduğunu bize ötekinin gözünden gösteriyor. Dünyada köpeğini takdir etmek için sosisle ödüllendiren Mérou, şimdi Soror’da bir kesme şekerle aferin alıyor.

Zira ve Cornelius ile dost olan ve Soror’daki maymun uygarlığını yakından tanıma fırsatı bulan Mérou’nun gözünden biz de bilmeye cüret eden maymunun insanın bütün imtiyazlarını tek tek elinden aldığına şahitlik ediyoruz. Maymunlar akademisinin çalışma prensiplerine yönelik öğrendiklerimiz ise belki de benim açımdan romanın en kışkırtıcı kısmı. Bir uygarlığın taklit değil de temellük üzerine kurulabileceğini Boulle zihnimize öyle bir nakşediyor ki orangutanlar üzerine şu anlattıkları doğrusu beni derin kaygılara gark ediyor: “Kendini beğenmiş, ağırbaşlı, ukala, eleştiriden ve özgünlükten yoksun, gelenekçi, bütün yeniliklere kapalı, klişelere ve kalıplara bayılan bu orangutanlar (...) hafızaları kuvvetli olduğundan, kitaplardan pek çok bilgiyi ezberlemişlerdi. Ardından da okudukları bu bilgileri tekrar ettikleri yeni kitaplar yazarak, meslektaşları olan diğer orangutanların saygısını kazanıyorlardı.”
Çok yorum gerektirmeyecek kadar berrak olan bu alıntının üzerine ikinci bir tevafukla YÖK, “akademik teşvik ödeneği”ni açıklayınca ben de 2000’den fazla kelime bilen Koko’yu düşündüm. Temellükün değil de taklitin taltif edildiği bir akademide herhalde Koko da ne güzel kitaplar yazardı!

Filminden çok daha çarpıcı bir sonla biten bu harikûlade romanı okumadıysanız, daha fazla vakit kaybetmeyip hemen okuyun. Okuyun ve “ben neyim” diye düşünün. Bulabiliyorsanız, sizi Koko’dan daha kıymetli kılan o tılsımı bulun. Kendi adıma ben, makale yazdığım için bana şeker vermeyi vaad eden YÖK’ten sonra, Koko’ya daha çok saygı duyuyorum.

MAYMUNLAR GEZEGENİ
Pierre Boulle
Çeviri: S. İpek Ortaer Montanari
İthaki, 2015