Mazlum Çimen ile babası Nesimi Çimen, Madımak Katliamı ve yeni albümü üzerine...

Mazlum Çimen: Biz Madımak’tan önce daha aydın bir toplumduk

BURAK ABATAY / @abatayburak

Sivas’ta yakılan aydınlardan, cura ustası Nesimi Çimen’in sanatçı oğlu Mazlum Çimen, Madımak Katliamı’nın 25. yılına özel bir albümü müzikseverlerle buluşturuyor. Usta Malı adını verdiği albümde Mazlum Çimen, babası Nesimi Çimen’in curasını ve kendi bağlamasını çalıyor. Mazlum Çimen’le bir araya geldik

Usta Malı albümü nasıl bir fikrin ürünü?

Sivas Katliamı’nın 25. yılına geldik. 25 yıl olmuş. Yani o gün doğan çocuklar bugün 25 yaşında. 25 yılda ne yaşadık? Bir adım ileri gidemedik. 25. yılında özel bir şey olmalı diye düşündüm ben de. Hep beraber ne yapılabilir diye düşündüm. Üzerime düşen bir görev olarak yaptım. Görevin ötesinde yapmam gereken bir şey misyonum gereği. O anlamda da alt metni, Madımak’a dayanan, altını çize çize “Sivas’ta yandık, öldük Sivas’ta bizi yaktılar” demek gereksizdi artık. Bunu söylemenin anlamı yok artık. Yani 25 sene sonra tutup yeniden ağıt yakmak, yeni bir ağıt dile getirmek değil. Biz var olan bir ağıtın içindeyiz zaten. Ağır bir ağıt hem de. Yeni bir ağıt düşünmedim o anlamda. Yapılmasını da istemedim. O yüzden de Alevi-Bektaşi kültürünün temeli olan doğa, insan, aşk ve deyişlerden yola çıkarak bilinmeyen ya da az kulağımıza çalınan bir şey düşündüm. Babamla nasıl 45 sene çalıp söylediysek aynı şekilde metronomsuz, kulaksız, ölçüsüz, aynı Nesimi curasıyla ve benim çaldığım şelpe bağlama ile yaptım. Kaynağı olan eserlerden bir çalışma yaptım. Onu da Sivas-Madımak Katliamı 25. Yılı gereği oraya hitap ettim. Özel bir çalışma oldu.

Bir de plak formatında basılacak değil mi?

Evet. Ağustos başı gibi plak formatında da basılacak. 1993 tane plak çıkacak. O da numaralı 0001’den 1993’e kadar. Buna ek olarak da 33 plak daha çıkacak. O 33 plağın da üstü kabartmalı, hepsinde Madımak’ta ölenlerin isimleri olacak. Asım Bezirci plağı, Muhlis Akarsu plağı, Behçet Aysan plağı, Metin Altıok plağı gibi. Onları da internet üzerinden satışa sunacağız. Ayrıca artı 33 tane daha basılacak. Onları satışa sunmayacağız. Her aileye birer tane teslim edeceğiz. Bir diğer özel tarafı da ben 25 yıl sonra ilk defa şelpe çalıyorum. Babamla çaldığımız bir şeyi ben 25 yıl sonra ilk defa kayıtta çalıyorum.

Ve cura?

Babamın curası ve benim çaldığım şelpe ikisini de ben çalıyorum.

Bir yozlaşma başladı

Eserlerinizin şu anda üretilen Alevi müziğinden farkı var mı?

Biraz farklı. Köken itibari ile aynı yere dayanabilir ama gelişimi çok farklı. Ona gelişim denir mi çok bilmiyorum ama. Şu anda Alevi müziği diye bir şeyden bahsedersek birkaç kişinin uğraşı ve kişisel çabası dışında genel anlamda gidişatı çok berbat görüyorum. Çünkü tamamen bir arabeskleşmeye gitti, bir Araplaşmaya gitti. Yani orada çok sağlıklı bir nefes görmüyorum. İnanılmaz bir yozlaşma başladı. Ama bu yozlaşma yaklaşık 10-15 senedir devam ediyor. 10-15 sene önceden başladı bu ve şu anda bir arabesk durumunda Alevi deyişi.

Nasıl bir arabesk bu?

Üretim olmadan tüketime dayalı olması durumu. Yani bizim ekonomimiz gibi. Hiç fark yok; üretmeden tüketiyoruz. Var olan bir havuzdan besleniyordu, o kaynak da bitti. Tükete tükete ama yerine yeni bir şey konmadı. Üreten yok, derleme yapan yok. Kulaktan kulağa bilinenin peşine gittik. Birkaç isim duyduk, onların kapılarını çaldık. Onlar da bitti, yerine bir şey konmadı. Bu sefer bir parmak şarkı yarattık. Orada başladı zaten, sonra önünü alamadık. Çünkü birisi bir şey yarattı mı herkes aynı şeyi yapmaya başlarsa o arabeskleşmeye başlıyor zaten. Ve yerine biz temel noktalarımıza baktığımızda bizim eğitici, öğretici adı üstünde deyiş diyoruz, nefes diyoruz. Otur, akıllı ol etme eyleme cahille gezme şunu yapma bunu yapma edep, erken terbiye eden deyişlerimiz vardı ve bu deyişler bir aşkın üzerine otururdu. Aşktır bizim mayamız. Ama biz şimdi aşkı göremiyoruz. Alevi deyişlerinde, gerçi deyiş de diyemiyorum ben ona, Alevi müziğinde söylenen bir aşk görüyor muşunuz? Ya Hasan ya Hüseyin, Kerbela ya İmam ya Hızır… Bunlarla gitmiyor. Alevi deyişi bu mu?

Basiti bulmak çok zordur

Ne olmalı peki?

İnsan olmalı. Temeli doğa, aşk, insan olmalı. 81 ile 90 arasındaki deyiş yapısına bakın. 90’dan sonraki deyişlerimiz hatta 93’ten Sivas-Madımak Katliamı’ndan sonra gelişen süreçteki Alevi eserlerine bakın ucuzdur basittir. Basit savunulabilen bir kavramdır ama basit ikilemli olan bir şey. Basiti yakalayabilmek çok zordur. Basiti yakalamak önemli. Ama ucuzlatan basitlikten bahsediyorum ben. Ucuzlatan bir basitlik oluştu. Temeli oturmayan ayağı havada kalan, ayağı da olmayan söylemler oluşmaya başladı. Bunların ne olduğunu da bilmiyorum. Genelde öyle bir sürece girdik ki kendi kökümüzü koruyalım mantığı mıdır nedir bu bilmiyorum ama ki o kök de doğru bir kök müdür onu da bilmiyorum. Onu da çok çözmüş değiliz. Kerbela, Hasan, Hüseyin ve Ali’den dışarı çıkamadık. İnanılmaz bir yozlaşmanın içerisine girdik

Bu çağdaşı da yakalayamamak anlamına geliyor. ‘Gençlere de bu kültürü öğretemiyoruz’ diyebilir miyiz?

mazlum-cimen-biz-madimak-tan-once-daha-aydin-bir-toplumduk-481426-1.

Tabi ki! Gençliği yakalamak için genç olmak gerekiyor diye bir düşünce vardır ya şimdi genç olmaktan algıladığımız nedir? Genç kalmak kendini yenilemek ile oluyor. Kendini yenilediğin sürece yani devinimi sağlarsan beyninde, yüreğinde, terinde, teninde güncelleşmeni yapabilirsen genç kalırsın. Şimdi gençliği yakalamak için bir kere kendi güncellemesini yapmayan bir kültürden bahsediyoruz. Kendini güncelleyemiyorsan senin gençliği yakalamak diye bir derdin de yoktur zaten. Senin derdin gençlere Aleviliği anlatmaksa bunu 4 kitap olarak ortaya koyamazsın. Kitabi olarak ortaya koyamazsın. Onu formüle edemezsin o anlamda. Formüle etmeye başlarsan biçimliyorsun, kalıplıyorsun. O zaman da Alevilikten uzaklaşıyorsun. Maraş’taki Alevilik ile Uzunköprü’deki Alevilik aynı değildir. Oradaki Alevilik ile Ege’deki Alevilik aynı değildir. Sen formüle edersen hepsinin aynı kalıba girmesi gerekir. Ama bunu yapamazsın. Aleviliği sadece doğa, insan ve aşk üçgenine oturttuğun zaman anlatmaya başlarsın. Onun salınımı sana öyle gelir, bana öyle geliyor en azından. Ama buluştuğumuz halkanın temel taşı, yani suya düşen taş olarak o taşta buluşmak gerekiyor. O taşta buluştuğunda Aleviliği orada biçimlersin bana. Onun suya düşüşü Aleviliği açmaya başlar. Alevilik doğru kelime midir? Biz gerçekten Alevi miyiz, değil miyiz? O farklı bir tartışma zaten. Ama gençliği yakalamak adına söylüyorsak sen kendini güncellemeden nasıl gençliği yakalayacaksın ki? Şimdi düşünün, hafta sonları cemevlerine çağırırlar gençleri bunun hafta sonları Kuran kurslarına çocukları çağırmaktan hiçbir farkı yok bence. Niye çağırıyorsunuz? Bırak o gelmek istiyorsa gelsin. Bir de şöyle bir şey var; bahar gelmiş gül açmış. Sen gül ile bülbülün aşkını şarkılarına eserlerine deyişlerine erişiyorsun da insana niye erişemiyorsun. Bahar gelmiş, gül bülbüle aşık olmuş. Böyle bir dönemde genç kız genç oğlan aşık olmuş dolaşıyor. Hafta sonu cem’de ne işin var? O çocuğu o aşktan alıp da cemevlerine sokamazsın. Sokman da gerekmiyor. Cem’i anlatman önemli. Aşkı anlatman önemli. Sen bunu 1300-1400 yıl evvelki söylemden dem vurarak bugüne getirirsen o gençliğe güle güle. Ben olsam gitmem. Aşktan bahsetmek yetmiyor, acı ile de ilgili bir şey bu. Sen gününü kültürünü yaşam biçimini dünyanı güncelleyemiyorsan acılarını da atlarsın. Sen hâlâ Kerbala diye acınıp söylüyorsan, acını güncelleyememişsen, günümüzdeki Çorum’u, 1 Mayıs’ı, Sivas’ı, Malatya’yı Maraş’ı atlarsın. Sen Sivas’ı ıskalayabiliyorsun, Maraş’ı ıskalayabiliyorsun ama Kerbela’yı ıskalamıyorsun. Böyle enteresan bir şey var. Niye?

Başka şeylere de ses çıkarmak lazım

mazlum-cimen-biz-madimak-tan-once-daha-aydin-bir-toplumduk-481427-1.

Peki neden böyle?

Güncelleyemiyorsun kendini. Sen kendini güncelleyemezsen risk yaratamazsın. Risk yaratamazsan seni kimse ciddiye almaz. Risk almıyorsun. Güncellesene, günümüze getir. Gününe getirmediğin zaman sen Kerbela’dan bugüne gelemiyorsun. Aleviliğin temel misyonu ne oldu? Başörtüsü, türban, Kuran kursları, Diyanet. Hayvan hakları, kadın hakları evsizler hakları, zamlar, haksızlıklar, işkenceler, kapitalizmin gelişmesi bunlarla hiç ilgilendiğini görmüyorum. Başörtüsü serbest olsun, diyanet, Kuran kursları kaldırılsın. Evet, ama bunun dışında da bir şeyler söylemek gerek. Bir sürü zulüm haksızlıklar oluyor. Neredesiniz?

Söylediklerinizden yola çıkarak sormak istiyorum. Yeni düzenlemeler, yeni türkülere ne kadar ihtiyacımız var?

Yeni türkülere çok ihtiyacımız var. Var olanı tüketmekten yozlaşıyorsun. Söylerken üretmelisin de. Üretmiyorsan bulmalısın. Bulamıyorsan aramalısın da. Ama böyle bir şey yok. O zaman Nişantaşı dolaylarından bir türkü söylemeye başlıyorsun. Bir eserin türkü olması için farklı formatlar lazım. Zaman, süreç, benimseme, klasikleşme, toplu kabul gibi kriterleri var. Ama o tatta bir eseri çıkaramazsın artık. Çünkü o türküyü söylerken o insan çarık giyiyordu. Sen şimdi onu söylerken parmak arası terlik giyiyorsun. Yani yaşam duygusu değişmiş. Yani insanın toprakla buluştuğu duygu farklı. 50 sene önce üretilmiş bir türküyü o tarzda, o tatta üretmek mümkün değil. O tatta bir şey yaparsan ‘gibi’ oluyorsun bu sefer.

Bu değişimi nasıl isimlendiriyorsunuz?

Şiirleşmiş türküler başlıyor yavaş yavaş. Sanayi türküleri diyorum ben ona. Çünkü kırsaldan sanayi bölümüne geçti toplum. Türkü formatında eserler diyoruz ya, onlar şehirli türküler. Bir de Türkiye’de melodi bulucuyuz biz. O melodiler zamanla insanlar tarafından kanlı canlı bir şekilde benimsenip, beslendiğinde, zamana devriyesini sürdürdüğünde bir zaman sonra karşına türkü olarak çıkıyor. Bunu çıkarmak bizim görevimiz. Nereye doğru gideceğimizi belirleyen onlar.

93’ün acısı elbette çok büyük. O olay acıyı büyüttü ve biz bu acıyla mı kaldık? Bu müziğe ya da kültüre bir zarar verdi mi?

Alevi müziğine zarar vermek gibi bir şey konuşamayız. Alevi müziği dediğimiz şeyin çoğu acıdan oluşuyor. Ama daha çok şöyle bir şey var; Alevi müziğinin değil de Alevi hayatına, camiasına bir milat oluşturdu. Biz Madımak’tan önce daha aydın bir toplumduk. Şimdi öyle değiliz. Biz acılarımızı korumak adına kendi kara dilimizi yarattık, içine girdik ve oradan çıkamıyoruz. O yüzden hala Madımak’tan bu tarafa bir adım ilerlemiş değiliz. 40’ların, 50’lerin sonuna doğru çocuklaşan, büyüyen, gelişen 60’larda kendini bulan 70’lerde gençleşen 80’lerde adamlaşan, büyüyen bir Alevi anlayışı vardı. Birisi aydın, demokrat, sosyalist, solcuysa o tamamen direk Alevileri seviyordu. Birisi Alevi ise o doğal olarak zaten solcu ve demokrattı.

93’ten önce daha örgütlüydük

Şimdi öyle değil mi?

93’ten sonra bu bitti. Birisi Alevi ise o solcu anlamına gelmiyor. Birisi solcu-aydın ise o mutlaka Alevileri seviyor anlamına da gelmiyor. Onu biz elbirliği ile yıktık. Kendi acımızı korumak için, hep Aleviler mi çekecek bu acıyı diye bir tavır alarak bunun da temeli beslendi zaten, çektik için kendimizi. 93’ten önce daha örgütlüydük biz. Eskiden “Aleviler bu toplumun sigortasıdır” denirdi. Şimdi öyle bir şey yok. Çünkü önceden yine de güncelleşmeye yönelen bir tarafı vardı Alevilerin. Çünkü sen soldan koptun, kendini soldan çektin. Sen doğan gereği, tabiatın, maddenin gerçeği gereği sen zaten sen demokratsın. 93’ten önce solun içindeydi. Şimdi sigorta değilsin, çünkü sen o dönem risk yaratıyordun. Kendini güncelleyerek geliyordun. Halk ozanları, 68’lerden 80’lerin ortalarına kadar gelen halk ozanlara baktığımızda çoğu Alevi idi. Devinime, güzelliğe, aşka taşıyan eserler üretmediğin sürece kalırsın.