Bugünün konusu mecbur: Seçim sonuçları... Ne yapacağım? Gazetenin taşra baskısına yetişmesi için sonuçları bilmeden, mecbur...

Bugünün konusu mecbur: Seçim sonuçları... Ne yapacağım? Gazetenin taşra baskısına yetişmesi için sonuçları bilmeden, mecbur başka şeylerden söz edeceğim. Gerçi ne diyeceğiz ki? “Onlar” hep iktidar… İktidar!
Şöyle bir hikâye vardır. Otobüste bir adam yaşlı bir kadının ayağına basmış, o da can acısıyla “hayvan” demiş. Adam pis pis sırıtmış. Kadıncağız da dönmüş, “Hayvan diyorsam, bülbül demiyorum, kanarya demiyorum, ayı diyorum ayı!” demiş...
Şimdi “iktidar” diyorsam, “demokrasi” demiyorum, “seçim” demiyorum… Yoo hayır, devamında kimseye hakaret etme niyetim yok.
İddiam şudur: AKP’ye destek veren kimi aydınlar Stockholm Sendromu’ndan mustariptir. “Stockholm Sendromu”, mazlumların kendilerini zalimlerle özdeşleştirmesi gibi duygular ifade eden bir nevi hastalık belirtisi. Adını da 1973 yılında İsveç Stockholm’de yapılan bir banka soygunundan almış. Bu soygunda rehin olarak tutulan insanlar bir süre sonra kendilerini rehin alan soygunculara yakınlık duymaya başlamışlar; “ama bunlar iyi insanlar, bize yiyecek verdiler, bizi öldürmediler ki…” deyip onların tarafına geçmişler ve hatta yargılama sırasında soyguncuların avukat parasını dahi aralarında toplamışlar.
Şimdi de öyle olmuyor mu? “AKP aslında iyidir, bakın bizi darbeden koruyor!” (Aynı sendrom, tam tersinden, hakiki darbe dönemlerinde de yaşanmıştı. Bkz. Ahmet Altan’ın 12 Eylül günlerinde yazdığı pornografik “Sudaki İz” romanı. Yazarına göre, ezcümle, devrimciler mücadele etmeseydi darbe filan olmazdı!) Yani, kimi aydınlar bükemedikleri bileği öpmeye teşnedir.
Eski darbe girişimlerini elbette ve iyi ki madara ettiler. İddianamesi yazılmış darbenin tehlikesi olmaz! Darbe girişimcilerinin yedikleri haltlar (cinayetler, ölüm kuyuları, entrikalar) niyet ettikleri işin tabiatında var. Tabiatları kurusun! Ama şimdi, asıl tehlike, bunların tasfiye edilmesindeki sebebi görememek. Demokrasi aşkı mı? Yoksa, ABD politikaları moderatörlüğünde hükümet ile birlikte, askeriyenin bir kısmının diğer kısmını etkisiz hale getirmesi mi? Sonraki adım demokratikleşme mi olacak, ya da ne?  Asıl marifet darbe varken, darbe tehlikesi varken tankların üzerine tırmanabilmek değil mi? Sırf askeriye (hele hele mütekait askeriye) karşısında kostaklanınca demokrat olmuyorsun, cesur da olmuyorsun…
AKP bugün çok pervasız… ABD’den ve cemaatlerin örgütlü gücünden başka hiçbir şeyden korkmuyor. Cemaatçiler farklı mı? Hepsi aynı ağacın dalları… Geçtiğimiz haftalarda Vatan gazetesinde bunların sözcülerinden Hüseyin Gülerce’nin bir röportajı yayınlandı. “Mağdurlar” muktedir oldular ya, “her şeyi biz biliriz, biz söyleriz” ahkâmı da bunlarda… Gülen’e gülmek için değil, ciddi ciddi tartışmak için iki tez öne sürüyorlar:
Birincisi, cemaatler demokratikleşecekmiş. Nasıl yani? Dernekler masasına başvurup “Biz tüzüğümüzü değiştirdik” mi diyecekler? Yani orta yere bir sandık koyacağız, şeyhlerimizi, oy kullanarak seçeceğiz, artık eleştiri-özeleştiri serbest… Yahu bu cemaat örgütlenmeleri, en jakoben örgütlerdir. Tepeden inmeciliğe karşıyız derler, ama bir yandan biat kültürü, bir yandan “en tepeden” ilahi buyruklarla sevk ve idare edilirler. Din ve özel olarak İslamiyet en kadim toplum mühendisliğidir. Toplumu ekonomisinden siyasetine, kültüründen hukukuna, gündelik yaşamına kadar tanzim eder. Bizim liberaller ise bunlara sivil toplum örgütü payesi vermeyi pek severler. Cumhuriyetin kıyafet kanunu karşısında Kuran’ın Nisa suresindeki ilahi kıyafet kanununu savunmayı özgürlük diye yuttururlar. Toplum mühendislerinin topluma “şekil” vermesini haklı olarak eleştirirler, ama topluma "şekil verme" bakımından (ayetleri, hadisleri, sünnetleriyle tam bir şablon olan) İslamiyet’i es geçerler.
İkincisi, şimdiki demokrasi yetmezmiş, memlekete “mana boyutunda demokrasi” lazımmış! “Mana”nın manası nedir? Maneviyat… Yani açıkçası dini esaslar… Şimdi onlar böyle deyince, biz de haliyle referansın, kimdir, nedir diye soruyoruz.  Spinoza, Hegel filan olacak değil ya… Nakşibendîlik tarikatı, yani Nurculuk, yani Risale-i Nur’lar! İşte bunların yer aldığı birinci kaynaktan, ayetlerden, hadislerden alıntı yaptığınızda da hemen mızmızlanıyorlar. Ortada kuyu varmış, yandan geçmeliymişiz! AKP’ye oy vermeliymişiz!
Neyse ben yine de seçim sonuçlarını şimdiden ilan edeyim: Ülke genelinde yine muktedirler kazandı, bizler kaybettik. Ne diyelim? Bu “yolda” galiptir mağlup dahi olan…