Upuzun bir yazı yazmıştım. ‘Mehmedin Kitabı’ndan alıntılar vardı içinde.

Upuzun bir yazı yazmıştım. ‘Mehmedin Kitabı’ndan alıntılar vardı içinde. Nadire Mater’in harika işlerinden biridir o kitap. Güneydoğu’da savaşmış askerlerin tanıklıkları ile doludur. Bir kere okuyunca unutamazsınız.

Ama hepsini sildim. O bile kurtaramadı yazdıklarımı. Ne dediysem hep sathi, sahte ve anlamsız göründü. Klişelerle dolu bir sürü laf.

Her gün sürüsüyle yazılıyor böylesi.

Herkes gibi ben de kötü bir hafta geçirdim. Hakkari’de öldürülen 24 çocuğun hayaleti ile birlikte.

Peşimde onlarla caddelerde yürüdüm, parklardan geçtim. Her zaman gittiğim lokantaya uğrayıp tavuk çorbası içtim. Onlar gazetelerden, televizyon görüntülerinden bana bakarken boğazımdan geçmedi. Akşam pantolonumu sandalyenin üzerine asıp pabuçlarımı yatağın ucuna bıraktığımda hala oradaydılar. Aklımda onların hikayeleri ile yatağa girip yorganı üzerime çektim.

Evine dönemeyen bir sürü çocuk. Hepimizin başucunda uykumuzu bekleyen 24 ölü çocuk.

Bununla beraber yaşayabilecek miyiz?

Dışarıdan gelen sesleri dinledim bütün hafta. Sloganlar, lanetlemeler, bağırış sesleri. Sabahları arabalarına atlayıp korna çalarak sokakları dolaşan protestocuların arasından geçip derse gittim.

Vatandaştılar. Öfkeliydiler. Daha çok savaş istiyorlardı.

Oysa ölenler onların çocuklarıydı.

Sınıfa girdiğimde, etrafımdaki genç yüzlere bir bir baktım. Hakkari’de öldürülen askerlerle aynı yaşta oldukları geldi aklıma. Eve döndüklerinde onları karşılayan kardeşlerini, hastalandıklarında sırtlarına havlu ısıtıp koyan annelerini, akşam dışarı çıkacakları vakit ‘Harçlığın var mı?’ diye soran babalarını düşündüm.

Sokakta korna çalanlar belki de onlardı.

Mailleri, mesajları, insanların beğenip birbirlerine yolladıkları yazıları okudum. Hepsi kendinden emindi. Çoğu daha fazla kan istiyordu. Bazıları çıkıp intikam alacağız, diyordu.

Halbuki bunlar bir zamanlar barıştan söz eden insanlardı. Birbirine barış çiçekleri böcekleri yollayanlar, güvercinler falan gönderenlerdi. Aralarında arkadaşlarım vardı. Tanıdığım insanlar. Tanıdığımı sandıklarım. Çiçek çocuğu şarkıları söyleyenler vardı. Yurtta sulh, cihanda sulh, diyenler vardı.

Barış zamanı barıştan söz etmek kolaydı tabii. Zor olan savaş zamanında barış istemekti. Bu da arabaya atlayıp kornaya basmaya benzemezdi. Profil resmini değiştirip kan damlayan silah fotoğrafı koyma benzemezdi.

Savaş zamanı barış istemek, yatağın başucuda bekleyen hayaletlerin yüzüne bakmaya cesaret etmek demekti.

Bunu düşününce aklıma Auden’ın bir şiiri geldi:

“Modern birinin ihtiyacı olan her şeye sahipti aslında,

Bir gramofon, bir radyo, bir buzdolabı, bir de araba,

Kamuoyu araştırmalarına göre her zaman makul bir adamdı,

Barış varken barıştan yana oldu; savaş zamanı, gidip savaştı.”

Şiirin adı “Meçhul Vatandaş”tı.