Türkiye’nin “yeni sistemi”nin ilk Meclis’i dün Erdoğan’ın konuşması ile açıldı. Meclis’in büyük ölçüde etkisizleştirilmesinin belki bir ölçüde etkisi vardır, ama ülkenin önündeki siyasi haritanın şekillenmesinde asıl etkili olacak olanın Mart 2019 yerel seçimleri olduğundan, Meclis’teki bütün parti temsilcilerin aklında ve dilinde belediye seçimleri vardı.

Meclis’te Erdoğan ve Bahçeli kol kolaydı ve onların çay sohbetine İyi Parti temsilcisi de katıldı. Çaya davet edilmeyen HDP ve gitmeyen de CHP… Adı konulmasa, anmaktan özenle kaçınılsa da, doğal süreçlerde yan yana olanlar ve karşı karşıya kalanlar ortaya çıkıyor.

İttifak olacak mı, olmayacak mı? Kim kiminde ittifak yapacak? Tepede mi konuşulacak ittifak, yoksa tabanda doğal olarak mı gerçekleşecek?

Daha heyecan verici olanı da isim tartışması… MHP İstanbul’da aday göstermeyeceğini açıkladı. Ancak, Ankara’da aday gösterecek. İstanbul’da attığı adımla ön alıp AKP’yi kimi yerlerde, misal Ankara’da, aday göstermemeye mi zorluyor? AKP kimi yerlerde aday göstermemek gibi bir yola girebilir mi?

Peki, CHP? Geçen seçimde yaptığı gibi, Ankara’da yine sağdan ve milliyetçi seçmenden oy alacak bir aday mı gösterecek? İzmir’de Aziz Kocaoğlu’nun aday olmayacağım hamlesi ile yine içine mi dönecek?

Yeni sistem içerisinde Meclis’in ne kadar etkili olduğunu anlamak için, tam da Meclis’in açıldığı gün dikkatlerin asıl olarak 5-6 ay sonra yapılacak belediye seçimlerinde yoğunlaştığını görmek yeterli olacaktır.

Tam da Bahçeli’nin endişe ettiği gibi, yerel seçimlerle Cumhur İttifakı elindeki bazı belediyeleri, en önemlisi de İstanbul’u kaybederse, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen yeni başkanlık rejiminin geleceği de tehlikeye girebilir!

Yerel seçimler bu nedenle hem AKP+MHP iktidar bloku hem de muhalefet partileri için, kendi özgün öneminin ötesinde olağanüstü önem kazandı.

Yerel seçim sonuçları, başkanlık sistemini tahkim eder bicinde sonuçlanır ve AKP+MHP yeni belediyeler kazanırken CHP elindeki kimi belediyeleri de kaybederse, CHP’nin güçlükle ötelediği iç çatışması yeniden öne çıkacak ve mevcut yönetim varlığını sürdüremez hale gelecektir.

Bu lafı da çok tekrar ediyoruz ama, yine kaybetmeye kimsenin tahammülü olmayan bir seçime gidiyoruz!
Düzen dışı sol, sosyalist partiler açasından geçmişte böyle tanımlanan seçimler de hiçbir şeyin sonu değildi, gelecek yerel seçim de bir şeyin sonu olmayacak.

Kasabalarda, köylerde, mahallelerde, işyerlerinde, fabrikalarda, okullarda, kısacası hayatın her alanında tabanda meclislerde örgütlenmek, halkı dayanışma meclislerinde bir araya getirip sorunlarına çözümler üretmek onlar için temel siyaset tarzı olmaya devam edecek.

Bolu kampı sonrasında CHP, ittifak konusunda daha net cümleler kurdu. Özellikle sağı ürkütürüm diye soldan ve HDP’den uzak durma tavrında değişiklik var izlenimi veren açıklamalar oldu. Grup Başkan Vekili Engin Özkoç; meselenin artık CHP, İyi Parti, HDP meselesi olmaktan çıktığını belirterek; “Bunun için hangi tür görüşme gerekiyorsa üst düzeyde, ilçe bazında, il bazında, herkesle görüşerek milletin ittifakını sandıkta gerçekleştirmeye çalışacağız” dedi.

AKP olağanüstü sıkıntılı ve ekonominin kendi tabanını da ciddi bir şekilde vurmaya başladığı bir dönemde seçime gidiyor. Tam da kışa girerken elektriğe ve doğalgaza yapılan zamlar, memleketin değişik yerlerinde ekonomik nedenlere kendini yakan ve intihar eden insanların varlığı, konkordato talebinde bulunan şirketlerin sayısının 3 bini aşması ve bütün bunların iktidarın sosyal yardımlardan da kesintiye gitmek zorunda kaldığı bir dönemde olması AKP tabanını sarsıyor.

Bu koşullarda, muhalefet, aday belirlemeyi bir mühendislik işi olarak görmeyip, en geniş kesimlerin destekleyebileceği isimleri yine en geniş kesimlere sorduğu bir demokrasi pratiği içinde belirlerse şansını artıracaktır.

Özellikle İstanbul’da, sol sosyalist çevrelerin ve Kürt vatandaşların desteğini alan etkin bir çalışma ve o çalışmanın sonuç vermesi, ülke genelindeki siyasi iklimi değiştirecek bir gelişme olacaktır.