Kız kardeşi geçmişte bir komünistle evlenmiş; ki, o komünist şimdi hapiste; üstelik kendi eski kocası da yahudiymiş. Bu mealde lâflar eden, İçişleri Bakanı; Büşra Ersanlı için. Demek istiyor ki, yeri toplama kampı olmayacak da neresi olacak: Sanki Nazi Almanyası’nda ya da onun işgâli altındaki herhangi bir ülkedeyiz.

Toplu hâlde KCK tutuklamaları; başbakan yardımcısı açıkça söyledi, doğrudan doğruya stratejik: Habur’daki gibi, yargının siyasal bir araç olarak kullanılması, dolayısıyla hak-hukuk ve adaletten koparılması; ki, bu da devletin kendi meşrûluğunu kendi elleriyle parçalaması.

İçişleri Bakanının, kendi vatandaşlarının bir bölümünü ‘piç’ ilân eden pankartların önünde konuşma yapması da, her türlü insanî, ahlakî ve hukukî değerlendirmenin ötesinde, devletin kendi kendisini o insanların da devleti olmaktan çıkartıp basit bir zorbalık aygıtı konumuna indirgemesi.

Mevcut iktidarda ‘vatandaş’ kavramı yok; ama, zaten olamaz da; zira, ‘vatandaş’, insanı ırkının, cinsiyetinin, dininin, mezhebinin ötesinde, kendi içinde değerli bir varlık olarak gören bir ahlâkın hukuk ve siyasetteki iz düşümü; oysa bunlar, yaratılanı yaratandan ötürü sevdiklerini söylüyorlar; tabiî yeri/zamanı/işlerine geldiğinde -yine aynı yaratana dayanarak- dövüp, gerekirse yok etme hakkını da mahfuz tutarak; daha doğrusu böyle bir hakka mesnet oluşturmak üzere.

‘Vatandaş’ kavramına ulaşmalarını engelleyen bir başka husus da şu: Yeryüzü coğrafyasını ‘dar-ül islam’-‘dar-ül harp’ ayırımı üzerinden okuyan bir kafada, bizdekine mümasil bir vatan tasavvuru yoktur ki, vatandaş kavramı da kendisine bir yer bulabilsin.

Demokratikleşme diye, ‘vatandaş’ı es geçip, insanları kimliksel kategorilere hapsetme oyunu oynanırken, vatan/yurt/yurtseverlik gibi değerler de küreselleşen dünyanın yükselen yıldızı ‘Yeni Türkiye’de artık kendilerine yer olmayan dinozorsu kalıntılar olarak ilân edilirler.

Irk/din/mezhep çatışmaları üzerinden kendi viyadükünü kurma peşindeki emperyalistler, adamı durduğu yerde hiçbir şeyin ‘eş başkan’ı yapmazlar: İnsan hakkı-hukuku gibi kaygıların olmamalıdır ki, kendi vatandaşlarını en etkili şekilde tepeleyebilmek üzere Heronların, Predatörlerin, savaş jetlerinin en eli açık müşterisi olabilesin; vatandı, yurtseverlikti, dolayısıyla anti-emperyalistlikti gibi arkaik takıntıların da olmayacak ki, radar üssü kuran stratejik müttefikinden toprak esirgemeyeceksin.

Türkiye kapkaranlık günler yaşamaktadır ve daha da karanlıkları eşiktedir. Bugünlerdeki 28 Şubat’la hesaplaşma, diğer yandan da iyice kartlaşmış ‘Yeni Anayasa yapma’ parodileri, işte tam tamına insanların zihnini biri geçmişe, diğeri de geleceğe doğru olmak üzere ‘şimdiki zaman’dan uzaklaştırmaya matuf tezgahlardır.

Bugün, 9’u milletvekili olmak üzere yüzlercesi seçilmiş, yüzden çok fazlası gazeteci, yazar-çizer veya akademisyen binlerce kişi zindandadır. İnsanların en mahrem konuşma ve ilişkileri bile dinlenmekte, röntgenlenmekte ve de kaydedilip bir yandan umuma faş edilirken, diğer yandan da suç delili kabûl edilmektedir. En önemlisi, gündelik her faaliyet terör suçu addedilir hâle getirilmişken, terörün finansmanını önleme kisvesi altında herkesin malına mülküne hiçbir yargı denetimi olmaksızın el koyma hazırlığı içindedirler: ‘Parasız eğitim’ pankartı açan öğrencinin terorist sayıldığı yerde, cebine harçlığını koydu diye, babası da bu yağmanın hedefi olabilecektir. Yine yargı denetiminden bağımsız bir el koyma yolu olarak ‘afet riski taşıyan arazi ve yapılar’a ilişkin yasa da çıkmak üzeredir ki, ülkemiz topraklarının %90’ı bu kategoriye girmektedir.

Bütün iktidarın tek elde toplanmasına ilişkin düzenleme ve hazırlıkları saymaya girişmeksizin, diğer çok önemli bir noktayı da dikkate almak gerekir: Bu hükümet, hemen hiçbir şeyi doğrudan değil, kaçak/kaçamak dolaylı yollardan, örneğin ‘torba yasa’ların arasına sıkıştırmak suretiyle gerçekleştirme konusunda çok mahirdir. Her şeyin, mutlaka başka bir şeyin gizli aracı olarak ortaya sürüldüğü bir ortamdayızdır: Eurovision’a gidecek sanatçıyı bile Dışişleri Bakanlığı tayin etmiştir, etnik kökeni üzerinden perendeler atabilmek ümidiyle; ki, bu her şeyden önce o çocuğa hakarettir.

Yeni Anayasa konusunda söylenecek olan ise şudur: %10 barajı ve mevcut lider sultası varken seçilmiş bir meclis kesinlikle anayasa yapamayacağı gibi, üyelerinin bir kısmı zindandayken kendisi de henüz tam teşekkül etmiş sayılamaz. Böyle bir meclis’e dayanan bir hükümetin meşrûluğu kesinlikle şaibeli olup, her türlü tartışma ve polemiğin öncesinde iktidara hatırlatılması gereken de işte budur.