Kur’an kursuna gittiyse de Kur’an’ı pek öğrenemedi. Bunun yanında, başarılı olduğu alanlar da vardı. Hiç Marx okumadan Marx’a karşı argüman kullanmayı pekala becerebiliyordu

Medet Bey’in kısa tarihi

Medet Bey, doğmadan önce anasının karnını o kadar çok tekmeledi ki, anacığı yatırlara gidip “bu çocuk sağlıkla doğsun, bir daha da gebe kalmaya tövbe ederim,” diyerek üç beş kez horoz ve gebeliğinin son ayında da Eyüp Sultan Hazretlerinin eşiğinde bir sefere mahsus olmak üzere al kınalı koç adadı. Sözüne sadık kalmak için de, bebe doğduktan sonraki halvetlik hayatını aybaşının üç beş gün öncesi ve üç beş gün sonrasıyla tahdit etti.


Medet Bey’in ana rahmindeki isyankar hali doğar doğmaz sukut buldu. Asma tefeğine tutunmuş bir salyangoz gibi anasının eteğine yapışıp, yeryüzünde tek bir ilişkiyle de yaşanabileceğinin bir kanıtını ortaya koyarmışçasına, yalnızca çevresine bakarak, gördüklerine anlam vermeye tembellenerek, susarak, meme emmenin, kabul ve kifayet etmenin baştan çıkarıcı kolaylığıyla yaşamaya başladı. Fakat yine de bir salyangozun asma tefeğinde bıraktığı o pırıltılı izi bırakmaktan kaçınamadı.

Henüz iki günlükken yaklaşık otuz iki saat ağladı ki, ağlaması sona erdiğinde üç buçuk günlük olmuş, Adnan Menderes bu otuz iki saat boyunca son yolculuğuna hazırlanmış, ağlamanın sonunda da asılmıştı.

On bir yaşına geldiğinde, Medet Bey hala konuşkan biri değildi. Konuşkan olmak bir yana, artık derdini ağlayarak da anlatamıyordu.

Bir gece ansızın uyanıp mutfağa gitti; yeni alınmış, henüz metal kokan buzdolabının kapısını açtı ve babasının pek kıymet verdiği, yemesinin yasak olduğu anzer balından on beş kaşık kadar yedi. Saat sabahın beşiydi. Babasına bal yemenin kalp hastalığına iyi geleceği fikrini kimin aşıladığını, bunun bir işe yarayıp yaramadığını bilmiyordu. Küçümen, çorapsız, üşüyen kış adımlarıyla mutfağı adımlarken, uzak bir yerde, Deniz Gezmiş’in boynuna ilmek geçiriliyordu.
Medet Bey’in, devletin işlediği suçlardan hiç haberi olmadı. Bu suçların affedildiğini de büyüdüğünde televizyonlardan öğrendi. Medet Bey hikayemizin bu safhasına kadar masumdu. Çünkü daha çocuktu.

•••

Sonra Medet Bey yetmişleri, seksenleri, doksanları yaşadı. Etliye sütlüye karışmadı. Karışmadı derken, hiçbir şeye karışmadı. Ülkenin kafasında horoz ibiği ya da asma tefeğinin üstünde salyangoz gibi yaşadı. Ülke kafasını nereye sallarsa, asma tefeği rüzgarda nereye savrulursa oraya sallandı, oraya savruldu.

Erdal Eren’in asıldığından haberi bile olmadı. Seksenlerin beyaz Renaultlarını, doksanların beyaz Toroslarını hiç bilmedi. Üniversite okuyamamıştı, teknik lise mezunuydu, makine ressamlığı yapıyordu; hep fakirdi. Tek derdi evlenmekti ama bunu da anası engelliyordu.

O kadar tekmenin nasiple bu kadar da ilgisi olsundu.

•••

Medet Bey, hayatı boyunca pek çok düşünceye meyletti. Bunlar genellikle atalarının ne büyük adamlar olduklarına dair kendi hayatının zorluklarını gidermeye yönelik düşüncelerdi.

Kur’an kursuna gittiyse de Kur’an’ı pek öğrenemedi. Bunun yanında, başarılı olduğu alanlar da vardı. Hiç Marx okumadan Marx’a karşı argüman kullanmayı pekala becerebiliyordu.

Sonra bir gece Taksim’de ıslak hamburger yerken bir kadınla tanıştı. Onu anasının evine götüremediği için bir otel odasında beraber oldular. Kadına yüz lira vermesine rağmen aşık oldu.

Akşamdı, otel odasının perdeleri kapalıydı. Medet Bey yatakta yarı çıplak uyuyan kadına baktı. Tam bakarken Berkin Elvan’ı öldürdüler.

Birkaç yıl, “benim hayatımda ne oldu?” diye düşündü durdu. Derken emekli oldu ve olur olmaz da felç geçirdi.
Geçen gün ziyaretine gittim. Hastanede bir buçuk ay kalmış; şimdi evinde. Anası ona revani yapıyor. Sol yanı hareketsiz, zihni kapalı, hiçbir şeyi anlamıyor.

“Kardeşinden selam getirdim,” dedim.

Anası araya girdi:

“Onun kardeşi yok ki!”

Dedim ki, “var.”

Hatta adresini verdim. “Edirne cezaevinde,” dedim. “Silivri’de, Galatasaray Meydanı’nda.”

Medet Bey söylediklerimi duydu; tepki vermedi.

Aklı uyuyor şimdi. Kim bilir ne vakit uyanır.

Ama uyanır.