Derbi haftası gelip çattığında maçın nerede izleneceği konusu gündeminize oturur. Sıkı bir futbolsever için dışarıda maç izlemesi sıkıntıdır çünkü. Öyle herhangi bir restorana, kafeye rastgele oturup izleyemezsiniz. Semt önemlidir, içerideki çoğunluğun hangi takımı tuttuğu önemlidir. Hele işin içinde bir de totemleriniz varsa sıkıntı büyüktür. Yanıma rakipten biri oturursa bize iyi geliyor, garson önce bana servis yaparsa kötü derken dışarıda izlemek tam bir işkence. Dolayısıyla eğer “tatlısu taraftarı” değilseniz maçı ya statta ya da evde izlemeyi tercih edersiniz. Bu laftan aman ha tartışmaya meyilli olduğum anlaşılmasın. Siz tartışmak istemeseniz de yan masada yapacağınız en masum yorum bile bir bombanın pimini çekebilir, emin olun. Nice düzgün restoranlarda koca adamların birbirine aynı takım kombinesini göstere göstere tekme tokat kavga ettiğine çok şahit oldum.

Fenerbahçe - Beşiktaş derbisini farklı nedenlerden dışarıda izlemek zorunda kaldım. Sonuç her ne kadar takımımı ilgilendirse de derbi bizim olmadığından nispeten rahattım. Mekânda benim gibi Galatasaraylılar da vardı. Daha önce bahsettiğim “derbi taraftarları” gibi hoşlanmadığım başka taraftar cinsi de “medet taraftarı.” Futbolun beşiğinde doğmamış çocuklar olarak zaten tüm milli ve Avrupa maçlarında ömrümüz “bilmem nereden gelecek gol sesi”ni beklemekle geçti. Kendimiz iyi kötü bir şeyler yapmaya çalıştık, olmayınca kulaklarımız başka maça yöneldi. Ellimizde kağıt kalem; biz berabere kalırsak, onlar yenilirse ama en az üç gol yerse, grup lideri de berabere kalırsa çıkıyoruz diye hesaplar yaptık. Bu ülkenin çocukları kafadan toplama çıkarmayı en çok grup maçlarında kullandı. Kimleri desteklemedik ama yine de “matematiksel olarak” biten şanslarımızın ardından hep biz üzüldük. Bu tamam.

Fakat kendi çıkarın için rakibi desteklemek bana hep ters geldi. Rakibi desteklemek kısmı değil dokunan, kendi takımının ancak başkasının başarısızlığı ile başarılı olacağına inanmak. Elbette puan hesabıyla takımınıza en iyi gelecek skoru umabilirsiniz ama o skor için destek vermek, rakipten “medet ummak” konusunu aklım pek almıyor. İşte derbi boyunca maç kadar kendi takımımın “medet taraftarlarını” da üzülerek izledim.

Forma
Kuşkusuz maçın en dikkat çekici anı Emenike’nin formasını çıkardığı andı. Kaçırdığı pozisyondan sonra kendi taraftarından gelen Sow tezahüratına içerleyen futbolcu önce İsmail Kartal’dan kendisini oyundan almasını istedi, sonra da kızgın bir şekilde formasını çıkarttı. -Allahtan yere atmadı- Sonrasında ortalık karıştı tabii. Fenerbahçe yedek kulübesi Emenike’yi ikna etmekle; Beşiktaş tarafı ise Emenike’ye sarı kart çıkartılmasını istemekle; Emre ise daha önce de küfür ettiği Biliç’le uğraşmakla meşguldü.

Hep söylenir “futbolcular da insan.” Doğrudur. Ama milyon dolarlar kazanıp bu parayı fizik gücü ve yetenekleriyle hak etmeye çalışan, milyonlarca taraftarın sevgisini, umudunu omzunda taşıması gereken insanlar. Şimdi olaya Emenike tarafından bakalım. Hep derler ki futbolcular “Biz sahada oynarken tezahüratları duymayız. Bu nedenle de aleyhte tezahürat bizi etkilemez.” Koca bir yalandır. Alpay’ın eşiyle ilgili yapılan tezahüratlar, Çarşı’nın Tümer için yaptığı tezahüratların onları etkilemediğini söyleyebilir miyiz? Yıllar sonra Alpay bu konuyu futboldan soğuma nedenlerinden biri olduğunu söyleyecek; Tümer hayatındaki en zor maçın Fenerbahçe formasıyla çıktığı Beşiktaş maçı olduğunu itiraf edecekti. Stat “Gitsen ne fark eder / kalsan ne fark eder / aldığın dolarlar elbet bir gün biter / Beşiktaş Çarşısı erkeğe küfreder / işte sen bu kadar zavallısın Tümer” diye inlerken o futbolcunun moralinin bozulmaması, oyundan düşmemesi imkânsızdır. Dolayısıyla Emenike içerlemekte haklıdır, özellikle de negatiflik kendi taraftarından gelince. Fakat olaya bir de biz taraftarlar açısından bakalım. Biz Türk taraftarı için forma kutsaldır. O yüzden o imzayı atan formasındaki armayı öper. Milyonlarca gencin hayali bir gün büyüklerin formasını giymekken, sen seçilmiş adamsındır. O yüzden ne kadar moralin bozulsa da formayı çıkartamazsın, taraftara el-kol yapamazsın.

Maçtan sonra oyuncunun ailesi oğullarına bağlama büyüsü yapıldığını söylemiş. Bu densiz hareketleri de büyünün etkisinden midir bilmem ama kendi takımım olmadığı halde Emenike’nin hareketleri beni bile sinirlendirdi, üzdü. Zira en az oyuncular ve hatta onlardan daha fazla futbol emekçisi olanlar bizleriz. Belki de bu nedenle beraberlik istemem gerekirken Sow gol attığında gülümsedim.