Medya kendine yönelen baskı karşısında normal koşullarda hiç gündeme gelmeyecek bir görev üstlenmek zorunda kaldı. Bu görev kendini savunma, ayakta kalma görevidir.

Medya ombudsmanlığında yeni dönem

Sürekli kendimizi ve bize benzeyenleri, bizimle yaklaşık aynı görüşleri savunanları okuduğumuz için, tüm biçimleri ve yöntemleriyle evrensel gazetecilik ölçülerine uygun çalışmayan medyayı ve toplum üzerindeki etkisini küçümser olduk. Rejime bağlı medya aldığı finansal destek, yalana, dezenformasyona, demagojiye dayalı yöntemlerle geniş kitlelere ulaşmayı başarıyor. Biz ise kendinden hoşnut, kapalı devrede birbirimizi motive ediyor, mutlu olmayı başarıyoruz. Üstelik gazetecilikte direnen medyadaki uzlaşmacı eğilimleri de, aynı nedenle, kayıpları artırmamak, safları korumak kaygısıyla eleştiremiyor ya da eleştirmekte zorlanıyoruz.

Oysa bu durum tam ters yönde işliyor; gerçeklerin peşindeki gazeteciliği zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda açılan gedikten sızan, rejime sorgusuz sualsiz biat etmiş yandaşlığın, iki satır aykırı laf etti diye gazetecilik sayılmasına yol açıyor. Rejimi eleştirmeyi zamanın ruhuna uygun bulmayan, ittifakları genişletme kaygısıyla ilkelerini unutan siyasetçiye benzemek gazeteci için doğru bir tutum olmaz. Eleştiriyi rejimin bütününe değil, yalnızca kimi eylemlerine yöneltmeyi seçen, eylemler arasındaki bağı görmeyen, bütünü gözden kaçıran, muhalefeti eleştirmeyi unutarak ona kötülük eden gazeteci de görünenin arkasındaki gerçeği ortaya çıkarmakta zorlanır.

Gazetecilikte direnen, gerçekleri yazmaktan vazgeçmeyen, baskılara karşın ilkelerinden taviz vermeyen medya, şimdi çok yönlü büyük bir saldırı ile karşı karşıyadır. Açık ve kapalı sansürün, yasalarla karşılaşmadan gerçeği anlatma yolu olarak benimsenen ve yaygınlaşan ama gazeteciliğe büyük zarar veren otosansürün etkisi gittikçe genişliyor. Diğer yandan başta RTÜK olmak üzere tüm kamu kurumlarına denetleme ve engelleme görevi veren, sanıldığı gibi kimi TV programlarıyla sınırlı olmayan genelgeler ise baskının daha da genişleyeceğini gösteriyor. Kamuoyu yoklamalarında güçten düştüğü görülen ya da belirtilen iktidar blokunun bu güçten düşmeyle ters orantılı olarak baskıyı artıracağını, hızla yükselen gazeteci tutuklamalarına, artan mahkûmiyetlere bakarak öngörmek mümkün.

Kendini savunma zorunluluğu

Medyaya baskı arttıkça, gerçeklerin duyulmasının önüne aşılması güç engeller çıkartıldıkça, yeni yöntemlerle engelleri aşmanın yollarını aramak, bulmak başlı başına bir görev oldu. Medya kendine yönelen baskı karşısında normal koşullarda hiç gündeme gelmeyecek ikinci bir görev üstlenmek zorunda kaldı. Bu görev kendini savunma, ayakta kalma görevidir. Halkın haber alma hakkına sahip çıkmanın kendini savunmaktan geçtiği bir dönem başlıyor böylece. Sansürle mücadeleyle başlayan bu dönem adalet saraylarında devam ediyor. Gazetecilik varlık yokluk savaşına girişmek zorunda kalıyor. Bu koşullarda gazetecilik meslek örgütlerinin, ulusal-uluslararası kuruluşların dayanışmaları yaşamsaldır; mücadeleyi en azından görünür kılmak böylece mümkün olur. O nedenle gazeteciler kendilerini de haberleştirmek zorunda kaldılar. Üstelik bu, eşitsiz koşullarda eşit olmayan güçler arasında bir savaştır. Rejime bağlı medya ölçüsüz bir şekilde yalan söyleme, sınırsız demagoji yapma yöntemlerini kullanırken, gazeteciler ilkelerine aykırı olduğu için aynı yöntemlerle yanıt veremezler.

Peki ne yapacağız, gazeteciliği nasıl ayakta tutacağız? Bu sorunun yanıtı kuşkusuz yalnızca gazetecilerde ve onların mücadelelerinde değil; demokrasi için savaşan güçlerde, onların birlikte olabilmelerindedir. Yine de medyanın mücadelesi hem ülkede yürütülen demokrasi mücadelesine önemli bir katkıdır hem de var olma mücadelesidir. Var olmak ise kendini denetleyebilme gücünü harekete geçirmekle, halkla, okurla, izleyiciyle aktif bir ilişki kurmakla başarılabilir. Bunun için kapatılmış kapıları açmanın yeni yöntemlerini, alaca karanlıktan karanlığa değil, aydınlığa çıkmanın yollarını bulmak zorundayız. İşte umut veren bir çıkış, inatçı bir dostumuzdan geldi.

Meslektaşım, değerli dostumuz Faruk Bildirici Hürriyet’ten atıldıktan sonra medya ombudsmanlığını kendi çabasıyla sürdürmekle yetinmedi, okur temsilciliğini kurumsallaştırmanın yöntemleri konusunda yaratıcı fikirler geliştirdi. Faruk, 19 Ocak 2022 tarihinde sitesinde yazdığı ve geniş ilgiyle karşılaşan yazı ile önerisini somutlaştırdı. Çıkışını şöyle gerekçelendirdi:

Editoryal ve finansal bağımsızlık

“Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde Umur Talu’nun öncülüğünde hazırlanan ‹Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ Türkiye gazetecilik tarihinde değerli bir dönüm noktasıydı. Türkiye gazeteciliğinin en geniş katılımla hazırlanmış etik ilkeler metniydi bildirge. Üç bine yakın gazeteci ve meslek örgütü imza koymuştu. Bildirgenin 1998’de yürürlüğe girmesinin ardından gazetecilikte etik ilkelerin hâkim olması ve medyanın özdenetimi yolunda yeni çabalar ortaya konuldu. 1999 yılında Milliyet’te Ombudsman (Okur Temsilcisi) köşesinin açılması da bu çabalardan biriydi. Milliyet’in ardından Hürriyet, Sabah ve Cumhuriyet gazetelerinde de ombudsmanlar göreve başladı.”

Bildirici’nin anlattığı dönemde ben de Cumhuriyet gazetesinde ombudsman olarak çalıştım. Ne yazık ki bu dönem Cumhuriyet gazetesine açılan dava, benim de aralarında bulunduğum yazar ve yöneticilerin tutuklanmasıyla kesintiye uğradı. Yeni yönetim ise okur temsilciliğini gerekli görmemiş olmalı ki, sürdürmemeyi seçti. Faruk medya kuruluşlarına yaptığı çağrıda hem kendi hem de öteki organlardaki ombudsmanların deneyiminden yola çıkarak editoryal bağımsızlığın önemini vurguladı:

“Medya sahipleri ve editoryal yöneticileri, adı geçen gazetelerin hiçbirinde ombudsmanların tam anlamıyla ‘editoryal bağımsızlığa’ kavuşmasına izin vermediler.”

“Artık bu aşamada medya kuruluşları ile anlaşarak, bu kuruluşlar tarafından tanınan, kararları ve okur/izleyici ile yaşanan sorunlarda hakemlik rolü kabullenilen bir özdenetim mekanizması haline dönüşmeyi amaçlıyorum. Kabul eden medya kuruluşlarına dışardan ve bağımsız olarak ombudsmanlık yapacağım. Ne kadar çok medya kuruluşu ile ombudsmanlık sözleşmesi imzalayabilirsek o kadar kurumsallaşmış bir ‹Medya Ombudsmanlığı’ vücut bulacak. Dijital, sözel ve basılı medyayı oluşturacağım bir ekiple daha düzenli ve daha yoğun biçimde izleme olanağı bulacağım.

Siyasal, hukuksal, finansal zorluklar, kısıtlar, sorunlar ne olursa olsun; gazetecilik herkesten, her kesimden, her şeyden önce gazetecilerin mesleğidir. Mesleğimize ilişkin yanlışları eleştirmekle yetinmeyip, öğrenilmiş/dayatılmış çaresizliklere aldırmayarak iyi/doğru/güvenilir gazetecilik için kurumsallaşma hedefli bir çözüm yoluna, gazeteciler olarak birlikte çıkabiliriz.

Bu bağlamda; bütün medya kuruluşlarına ve gazetecilere çağrımdır, ‘Medya Ombudsmanlığı’nı kurumsallaştırmaya var mısınız? Gelin ülkemize özgü, yeni, bağımsız bir ‹Medya Ombudsmanlığı’ modeli yaratalım.”

***

Bildirici’nin çağrısına aralarında BirGün’ün de bulunduğu kimi medya kuruluşları olumlu yanıt verdiler. Umarım ki olumlu yanıt verenlerin sayısı artsın, editoryal ve finansal bağımsızlık temelinde kurumsallaşma gerçekleşsin. Böylece medyada yukarıda anlatmaya çalıştığım zor dönemde mücadeleye çok önemli bir katkı sağlayacak bir yöntem devreye girmiş olacaktır. Başarılı olacak mı, olacak mıyız? Bu bizim kararlılığımıza bağlıdır. Baskıların arttığı, özel olarak kıskaca alındığı bu dönemde medya, kendini savunmak, bunun için yeni yöntemler geliştirmek zorundadır. Faruk Bildirici dostumuzun girişimi bu anlamda bir çıkış yolu, etkin bir yöntem olacaktır...