Medyanın yüzde 90’ının yandaş olduğu bir tarihi dönemden geçtiğimiz ortada. Basın İlan Kurumu’nun keyfi cezalandırma yöntemi nedeniyle özgür medya, daha da zor koşullarda doğru gerçek haberi hazırlama ve halka ulaştırma görevini nasıl yerine getirecek, bakıyoruz artık.

Medya “özgürlüğünü” kutladı!

Osmanlı’nın ilk ve son anayasası Kanun-i Esasi basın özgürlüğünün ilk belgesidir diyebiliriz. Çünkü bu hiç uygulanmayan yasada “matbuat kanun dairesinde serbesttir” diye yazıyordu. Ne güzel, demek ki serbest olacaktı matbuat. Ama dairenin de çapının çerçevesinin çizilmesi gerekmektedir. Özgür olacaksınız ama kanun dairesinde. Meclis-i Mebusan kolları sıvar ve daireyi çizmeye koyulur. Uzun süren tartışmalardan sonra özellikle mizah gazetelerinin dairesi epeyce daraltılarak tasarı kanunlaşır ve onay için özgürlüklerden hiç hazzetmeyen II. Abdülhamit’e sunulur. O da ne yapacak, bakarız deyip kendi emeği yazıhanelerden birinin çekmecesine atmıştır tasarıyı. Bu kanun dairesinde serbestlik meselesini alay konusu yapan gazeteciler de dairenin çapını bilemedikleri için biraz şaşkındırlar. Cüretkâr Teodor Kasap, Hayal adlı gazetesinde ayağı zincirli Karagöz’ü resmedip altına da “matbuat kanun dairesinde serbesttir” diye yazınca 3 yıl hapis cezası alacaktır.

İkinci Meşrutiyet döneminde gazeteciliğin nefes alacağı bir düzen öngörülmüşse de bu pek mümkün olmamış, tam tersine “muhalif gazeteci öldürme geleneği” de başlatılmıştır. Değerli Ümit Alan’ın Türkiye’de Gazetecilik Masalı’ndan aktaralım. “1909’da Hasan Fehmi, 1910’da Ahmet Samim, 1911’de Zeki Bey sokakta vurularak, 1913’te Hasan Tahsin bir toplantının ortasında boğularak öldürülmüştür.” (Can Yayınları, sf.27) Bu devrin basına bakışını gösteren şu sözler de aslında o tarihlerden bugünlere uzanan genel anlayışın veciz bir ifadesidir: Sadrazam Ali Paşa şöyle ifade ediyor: “Devletin zaafını millete söylemeyi vatanseverlik eseri bulmam.” (Alan; sf.28) Hâlâ öyledir. Cumhuriyet döneminde basının sansürü ya da toptan susturulması Takriri Sükûn Kanunu ile resmileşmiş, Şeyh Sait ayaklanması bahanesi Tevhid-i Efkâr, Tanin, Vatan gazeteleri ile birlikte Aydınlık, Orak Çekiç gibi sosyalist yayınlar da kapatılmış, çok sayıda gazeteci tutuklanmış mahkûm edilmiş ya da sürgüne gönderilmiştir.

Devlette süreklilik esas…

Burada bir tarih özeti yapmayalım artık, gelenekte pek bir aksama olmamış, Cumhuriyet'in ilk Basın Kanunu’nda da bu durum açıkça belirtilmiştir: “Ülkenin genel politikasına dokunacak yayınlardan dolayı, gazete ve dergiler geçici olarak kapatılabilir.” Dersim Harekâtı sırasında dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın emirnamesi de gazetelerin nasıl yönetileceği, nasıl yayın yapmaları gerektiği konusunda daha sonra pek çok davada örneğin Cumhuriyet davasında da gördüğümüz uygulamanın ayrıntılı bir örneğidir. Şükrü Kaya emirnamesinden özetleyelim: “…Askeri harekattan bahsetmemek; Hükümetin daha önce derpiş etmiş olduğu programın tatbik edileceği ve neticenin yakında katiyetle elde edileceği fikrini yaymak; Dersim havadislerini ikinci üçüncü sayfalara intikal ettirerek vakayı hatt-ı layığına icra etmek.” (Alan; sf.38)

Aslında bu kanun dairesinin çapı o gün bugündür bir türlü çizilememiş, daire bir küçülmüş bir genişlemiş, iktidarların keyfi uygulamalarından nasibini almış, her devir sıkılaşan kanun maddelerinin duvarından geri dönmüştür. Bizim gençliğimizde Ceza Kanunu’nda “hükümetin manevi şahsiyetini tahkir” suçu pek revaçtaydı ama asıl TCK’nin ünlü 141- 142. maddeleri gazetecilerin dairesini epeyce daraltıyordu. Ne yapsan, ne yazsan komünizm propagandasına girer, davalar zamanın ünlü bilirkişilerinin fetvası, savcıların isteği ve hâkimlerin hükmü ile sonuçlanırdı.

Arada Menderes dönemi, 61 Anayasası’nın kısa nefeslendirmesi sonra faşist 71 ve 80 darbeleri var ki artık ayrıntıya girmeyelim. Sürüp giden faili meçhul cinayetler var, Devlet Güvenlik Mahkemeleri var, özel yetkili mahkemeler, savcılar var, gazetecileri özel hedef seçen Terörle Mücadele Yasası var. Demek ki efendim, devir değişse de basın özgürlüğü konusu yerinde sayıyor, gazetecilik yapmak için bedel ödemeyi göze almak gerekiyor.

Yerinde say, geriye dön, bir iki…

Günümüze gelelim. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde basın kuruluşlarınca açıklanan veriler iktidarın basına bakışının zerre değişmediğini gösteren verilerdir. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün her yıl Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde yayımladığı rapora göre Türkiye Basın Özgürlüğü Endeksi'nde bu yıl, 180 ülke içerisinde 149. sırada yer alıyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin raporuna göre Türkiye’de 2021 yılında 219 gazeteci yargılandı, 32 gazeteci gözaltına alındı, 75 gazeteci saldırıya uğradı. Gazeteciler hakkında 48 yıl 11 ay hapis cezası verildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 2022 Ocak-Nisan Medya Hak İhlalleri Raporu’na göre 28 gazeteci, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde. Son dört ay içinde gazetecilere yönelik toplam 102 dava açıldı. 173 haber, beş internet sitesi, 46 video engellendi. 12 olayda 13 gazeteci gözaltına alındı. Dört ay içinde 27 gazeteci işten çıkarıldı, 15 gazeteci istifa etti. Radyo Televizyon Üst Kurulu, bağımsız medya kuruluşlarına 21 para, 10 yayın durdurma cezası verdi. Şimdi de yeni kısıtlamaların geleceği sosyal medyanın zapt-u rapt altına alınacağı tasarıların hazır olduğu söyleniyor. Medyanın yüzde 90’ının yandaş olduğu bir tarihi dönemden geçtiğimiz ortada. Basın İlan Kurumu’nun keyfi cezalandırma yöntemi nedeniyle kamu ilanlarından alması gereken pay iyice azalan özgür medya, daha da zor koşullarda doğru gerçek haberi hazırlama ve halka ulaştırma görevini nasıl yerine getirecek, bakıyoruz artık.

Dayanışma zorunluluğu

Medya, seçim öncesi değişen, daha da değişecek olan koşulları hesaba katacaktır herhalde. Zor günlerin yaşandığı daha da zor günlerin medyayı beklediği ortada. Böyle zamanlarda halkın haber alma hakkının engellenmesine karşı yeni yöntemler bulmak, gazetecilikten vazgeçmemek bir şekilde gerçeklerin insanlara ulaşmasını sağlamak gibi bir görevi var özgür medyanın. Somut çözümler aramak ayakta kalmayı başarmanın yol ve yöntemlerini tartışmakla başlayalım işe. Basılı gazetesiyle, sosyal medyasıyla, etkin bloglarla, radyo ve podcastlerle, kişisel yayınlarla görevi sahiplenen bağımsız gazetecilerle bir bütün olarak gerçek gazeteciliğin ilke ve kurallarına uygun yayın yapan medya için çıkış yolunun dayanışmadan geçtiğini düşünüyorum. Bu dayanışma haber sayısını zayıflatacak bir anlayışla değil, haberleri sahiplenerek değil, tam tersine çoğaltarak, zenginleştirerek, ortak çalışmayı özendirerek gerçekleştirilebilir. Haberin peşine, -biliyoruz eğer masa başında yapılmıyorsa pahalı bir iştir- kurulacak ortaklıklarla düşülebilir. Uluslararası “Paradise Papers Konsorsiyumu” gibi ortak çalışma örneği belki ulusal düzeyde de gerçekleştirilebilir.

Gerçek gazeteciliğin ilke ve kurallarından ödün vermeden yola devam edecek medyanın her türden saldırı ile karşı karşıya olduğunu, önümüzdeki dönemde soruşturmalarla daha fazla bunaltılmak isteneceğini öngörmek zor değil. Bu da etkin bir savunma hattı kurulmasını gerektiriyor. Değerli avukat dostlarımızın özverileri ile süren dayanışmada da ortaklaşmak doğru bir yöntem olabilir.

Önemli bir örnek de Faruk Bildirici’nin kendi kişisel çabasıyla sürdürdüğü ombudsmanlığın, gazete ve sosyal medyada etkin kimi yayınların ortak ombudsmanlığına dönüşmesi oldu. Gerçek medyanın kendini denetleme mekanizmasını oluşturma ve kurma yolunda önemli bir adımdı ve öyle anlaşılıyor ki işlevini yerine getirebilecek, kurumsallaşabilecektir.

***

Gazetecilik ve gazeteci, siyasetin kirli dünyasında iş yapmak orada gerçekleri aramak zorundadır. Ama bu dünyada kendini koruyabilmek, siyasetin kirine bulaşmadan gazetecilik yapmak özel bir dikkat gerektiriyor.

Tek güvencemiz habere sadakat, eleştiri ve özeleştiri değil mi?