Orhan Şener – TGS Akademi Direktörü, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi YSK’nın ne karar vereceğinden, İstanbul’da mazbatayı kimin alacağından veya seçimlerin tekrarı ihtimalinden bağımsız olarak yapılması gereken temel bir tespit ve sorulması gereken temel bir soru var. Tespit: İktidar bloku elindeki muazzam devlet gücü ve medya üzerindeki çok geniş hâkimiyet alanına rağmen ciddi şekilde tökezlemiş, mağlup […]

Medya ve seçimler

Orhan Şener – TGS Akademi Direktörü, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi

YSK’nın ne karar vereceğinden, İstanbul’da mazbatayı kimin alacağından veya seçimlerin tekrarı ihtimalinden bağımsız olarak yapılması gereken temel bir tespit ve sorulması gereken temel bir soru var.

Tespit: İktidar bloku elindeki muazzam devlet gücü ve medya üzerindeki çok geniş hâkimiyet alanına rağmen ciddi şekilde tökezlemiş, mağlup olmadıysa da, galibiyete de ulaşamamıştır ki adilane geçmediği rahatlıkla söylenebilecek bu yarışın sonunda galip olmamak da birçoklarınca mâlubiyet olarak değerlendirilecektir.

Soru: Kimilerince iddia edildiği üzere iktidar bloku ellerindeki muazzam medya gücünü yeterince kullanamamış mıdır, veya ‘yandaş medya’ olarak tabir edilen bu iletişim aygıtı zaten mevcut haliyle etkisiz midir? Ya da daha basit haliyle, iktidarın elinde bu medya aygıtı olmasaydı, ya da muhalefetin elinde de kitlelere ulaşabileceği iletişim araçları olsaydı sonuçlar daha farklı olur muydu?

Bu soruları, baştaki tespitleri de göz önünde bulundurarak cevaplamak için Türkiye özelinden ve hatta günümüzden uzaklaşmamız, zaman ve mekanda kısa bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor.

•••

Medyanın kitleleri nasıl ve ne kadar etkilediği kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmaya başladığı 1920’lerden bu yana önemli bir tartışma konusu.

Başlarda iddia, bu etkinin mutlak olduğu, sihirli bir kurşun gibi mesajı nereden gönderirseniz gönderin hedefini bir şekilde bulacağı ve hatta sadece ama sadece o hedefi bulacağı idi.

Zamanla bu güçlü ve abartılı iddia yerini kısıtlı etkiler yaklaşımı olarak bilinen daha makul, temkinli bir pozisyona bıraktı. Buna göre evet, medyanın tabii ki bir etkisi vardı ama bu etki sınırlıydı. Kimilerine göre önemli kararları değiştiremezdi; ancak hayatın gidişatını etkilemeyen, politik olmayan gündelik, basit meselelerde etkili olabilirdi. Bu yaklaşıma göre medya mevcut statükoyu korumakta başarılı olsa da, değişim yaratmakta çok zorlanıyordu.

Daha sonraki görece gelişmiş yaklaşımlara göre, medyanın bir etkisi olabilmesi için öncelikle kanaat önderlerine mesajın ulaşması, oradan da kitlelere yayılması gerekiyordu.

Kültürün, insanların inanç ve değerler sistemlerinin etkisinin önemine vurgu yapan 1960’lar sonrası kültürel yaklaşımların iddiası ise, medya ne mesaj gönderirse göndersin kitlelerin kendi kültürel ve ekonomik-politik arka planlarına göre bu mesajı yorumlayacağı, bu sebepten bazı mesajların ters tepebileceği idi. Örnek olarak, ABD’de kolluk kuvvetlerince orantısız şiddete maruz kalan siyahları televizyon kanalları ‘devletin güvenlik güçlerine mukavemet eden serseriler’ olarak da sunsa, bu yayını evinden izleyen bir siyah son tahlilde ekranda siyah kardeşlerini döven polisler görecekti.

Medyanın etkisine dair bir diğer yaklaşım ise daha teknoloji ve format odaklı oldu. Kanadalı kuramcılar Harold Innis ve öğrencisi Marshall McLuhan’dan beslenen bu yaklaşım, mesajı ileten aracın da en az mesajın içeriği kadar ve hatta daha fazla etkili olduğunu savunur. Özellikle televizyonun popülerliğinin artmasıyla birlikte daha da önem kazanan bu yaklaşım sonraları etkisini yitirmeye başlasa da İnternet, web, sosyal medya ve mobil ‘devrimleriyle’ ciddi dönüşümlere tanık olan iletişimsel alan, 1990l’arla birlikte tekrar teknoloji ve format merkezli yaklaşımlara başvurdu.

Bakıldığında gerçekten de dijital dönemin iletişim araçlarının sosyo-politik alana etkisinin basit format değişimlerinden öte olduğu rahatlıkla söylenebilir. Toplumsal hareketlere ‘Facebook devrimi’, ‘Twitter protestoları’ gibi isimler takmak aşırı indirgemeci olsa ve toplumun dönüştürücü vasfını yok sayan bir tutum olsa da, yeni medya araçlarının 21. yüzyıl toplumsal hareketlerinde ciddi bir etkisi olmadığını iddia etmek de bir o kadar gerçeklerden kopmak olacaktır.

Medyanın, toplumun politik görüşlerini değiştirme gücü var mı; varsa bu nasıl bir güç? Yukarıda sunmaya çalıştığım kitle iletişim kuramları ve kitle iletişim araçlarının çok kaba tarihi özetini başta da değindiğimiz bu sorularla tekrar ilişkilendirelim ve sorulara Türkiye’nin son yerel seçimleri özelinde bir cevap arayalım.

Öncelikle durum tespiti yapmak adına; Türkiye’de kitle iletişim araçları özellikle de konvansiyonel medya diyebileceğimiz televizyon ve gazeteler iktidarın ya doğrudan kontrolü ya da dolaylı yollardan denetimi altında.

Çeşitli medya sahiplik raporlarının da tasdik ettiği üzere özel kanalların ve gazetelerin ekseriyeti iktidar blokuna yakın iş adamları tarafından yönetiliyor. Devletin resmi yayın organları ve bahsi geçen iktidar yanlısı medya araçları, farklı kaynakların hesaplarına göre seçim süresince iktidara çok geniş yer verirken muhalefetin bazı bileşenlerine %10’u aşmayacak kadar az yer verirken, kimileri bu kadarını bile bulamıyor.

Bunun da ötesinde devletin resmi haber ajansının seçim süresince karşılaştığı eleştiriler herkesin malumu ki bugün gelinen noktada yaşanan krizin en temel sebeplerinden biri de bu.

Muhalif basın ise, tüm imkansızlıklara rağmen sürdürmeye çalıştığı mücadelesinde maddi imkansızlıklar bir yana, politik ve hukuki baskı ile de boğuşmak zorunda. Hapisteki gazeteciler meselesine burada girmek dahi istemiyorum.

Ancak nefes alma alanları da yok değil.

Muhalif gazete ve televizyonlar hâlâ mevcut; yekpare iktidar medyasının ötesinde ufak nefes alma delikleri yaratıyorlar. Özellikle bir rating canavarı olan Fox TV, bildiğimiz anlamda muhalif basına bir örnek olmasa da, iktidar medyası dışında ciddi bir ‘ana akım’ alternatifi oluşturarak geniş kitlelere ulaşabiliyor. Seçim sonrasında Ekrem İmamoğlu ile yapılan söyleşinin dört muhalif kanalın ortak yayınında canlı verilmesi gibi önemli gelişmeleri de bir kenara not etmek gerekli.

Seçimlerde adayların yurttaşlarla kurduğu birebir ilişki sosyal medyada kurulan ilişki kadar belirleyici olabiliyor.

İnternet gazeteciliği yükseliyor. Gerek online yazılı mecralar, gerekse online video portalları, gittikçe yaygınlık kazanıyor ve son seçimlerde görüldüğü üzere canlı yayın becerileri de artmış durumda. Bir yandan da bir kuruma bağlı olmayan, kıdemli ve yeni gazeteciler münferit çabaları ve online, dijital araçların sunduğu imkanları kullanarak Youtube ve benzeri platformlarda görsel yayınlar ve hatta bunun yanı sıra podcast formatında sesli yayınlarla yeni kapılar açıyor.

Son olarak da yabancı basın tekrar Türkiye’ye ilgi gösteriyor. Başta Britanya, Rusya, Almanya olmak üzere çeşitli yabancı menşeli medya kuruluşu Türkiye’de ölen ana akım haberciliğin yarattığı boşluğu (gerek ticarî, gerekse siyasî saiklerle) doldurmak gayretinde. Bunların hepsi için tarafsız, kamu yararı güden yayınlar yapıyorlar demek mümkün olmasa da, mevcut yokluk ikliminde önemli enformasyon kaynakları oldukları da muhakkak.

Bu medya yapısı içerisinde siyasete etki etme gücü bakımından bir değerlendirme yapacak olursa denebilir ki, son tahlilde televizyon hala en önemli iletişim aracı ancak büyük bir kısıtı var, gençler arasında gücünü görece yitiriyor. Reuters Enstitüsü Dijital Haberler Raporu Türkiye Eki, We Are Social Küresel Dijital Raporu 2019 ve Konda Hayat Tarzı Raporu’na göre televizyon haberlere erişmede toplumun geneline baktığımızda birinci sırada, ikinci sırada ise İnternet ve özellikle sosyal medya geliyor. Ancak 25 yaşın altına indiğimizde İnternet ve sosyal medya birinci, televizyon ise ikinci sıraya yerleşiyor. Basılı gazeteler ise sembolik anlamları ve İnternet haberciliğini beslemelerinin dışında oldukça küçük bir kitleye doğrudan etki edebiliyorlar, o kitle de yaş olarak hayli büyük. Radyo ise araç sürücüleri arasında hâlâ dikkate değer bir yere sahip.

Sosyal medya özeline indiğimizde asıl gündem Twitter’da belirleniyor; zira gazetecilerin en yoğun kullandığı ve haber paylaşımına, siyasi tartışmalara format olarak en müsait platform bu. Sonrasında WhatsApp grupları ve özel mesajlar (DM’ler) ile bir kapalı kutu olarak görülebilecek ‘karanlık sosyal’ şeklinde tabir edilen mecralar geliyor. En son da Facebook, Instagram’a düşüyor. Instagram ve Facebook esasında en çok kullanıcısı olan platformlar; ancak bunlar gündem belirleyen değil; gündemin yayıldığı mecralar. Youtube ise alternatif bir televizyon olarak çalışıyor diyebiliriz; bu ayrı bir yazı konusu.

Eldeki bu verilerden yola çıkarak şu değerlendirme yapılabilir: Sosyal medya, televizyon ve basının üzerindeki baskıya karşı etkili bir araç ama kısıtları var: Siyasetçiyi kendi destekçisine ve ne dediğini merak edenlere ulaştırıyor ancak kendisini hasım görenlere, ne dediğini merak etmeyenlere eriştiremiyor. Zira dijital mecralar, algoritmaların artan etkisine karşın hâlâ aktif bir katılıma ihtiyaç duyuyor televizyonun aksine. Sonuçta, linke tıklamak, hesapları takip etmek gerekiyor ama televizyon zaten evde veya dışarıda açık ve siz istemeseniz de iktidarın söylemi bir şekilde size ulaşıyor, özellikle arayıp bulmazsanız muhalefetin ne dediğini öğrenmeniz çok güç.

Bu bağlamda denebilir ki, medyanın, hem de sosyal falan olmayan konvansiyonel medyanın, özellikle de televizyonun siyaseti belirlemedeki etkisini son seçimlerde teyit etmiş olduk. Zira, iktidar ekonomik kriz ve kötü yönetim nedeniyle çok daha kötü olabilecek sonuçları medya sayesinde minimum kayba getirmeyi başardı. Halkın geniş kesimleri, bir sorun olduğunu iliklerine kadar hissetse de bu sorunun kaynağını tespit edemedi, suçluyu ve sorumluyu başka yerlerde aradılar veya sorumluları sandıkta cezalandırmanın artılarının, mevcut iktidarın kendilerine sunduğunu düşündükleri artılara baskın gelmediğine kanaat getirdiler.

Her hâlükarda tekrar görmüş olduk ki, geniş kitlelere ulaşmayı sağlayan şey kahvehanelerde, berberlerde, restoran ve kafelerde, mutfaklarda ve salonlarda açık olan televizyonlar; masalarda duran gazeteler; taksilerde, dolmuşlarda açık olan radyolar.

Buradan muhalefet için çıkarılacak dersler de var:

Sosyal medya ve dijital mecraları artık alternatif değil, doğrudan birincil iletişim araçları olarak görmek gerekiyor. Zira geniş kitlelere, özellikle de gençlere buradan ulaşmak mümkün ve konvansiyonel mecralar üzerindeki iktidar hâkimiyetine karşı en etkili yöntem bu gibi gözüküyor.

Ancak, bir yandan da, dijital mecralarla ulaşılamayacak daha da geniş kitlelere ulaşmanın yolları aranmak zorunda. Burada en makul yöntem hâlâ kapı ve meydan iletişimi gibi duruyor, bu da yerel kadroların insanlarla birebir temas etmesi demek ki siyaset zaten bu şekilde icra edilmesi gereken bir uğraş.

Ve son olarak da, muhalefetin sözlerine kapılarını tamamen kapayan, eskinin ana akım bugünün ise ‘yandaş medyasının’ uyguladığı ikili standart her fırsatta ifşâ edilmeli; düzelmeleri ihtimalinden ziyade not düşmek, bir şekilde ulaşılabilen kitlelere bu haksızlığı anlatabilmek adına.