Gazeteciler de her meslek grubu gibi suç işleyebilir, suçlar bellidir ama gazetecilik mesleğine sığmayan yazılar yazsa da, sadece yazdığı için hiçbir gazeteci tutuklanamaz, yargılanamaz

Medyada bir Arap dolaşıyor

ERDEM GÜL
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi

12 Eylül darbesinin üzerinden 10 yıl geçmişti. 90’lı yılların hemen başındaydık. Basında en büyük kırılma günleri yaşanıyordu. Daha askeri darbenin üzerinden 10 yıl geçmişti ama hala hayatın her alanında darbe ruhunu sürdürüyordu. Tam bu dönemde Türkiye, 90’lı yılların Kürt sorunu odaklı yeni şiddet ortamına sürükleniyordu. Medya ise tarihinin belki de en önemli kriziyle karşı karşıyaydı. 1960’larda başlayan basındaki sendikalaşma, 30 yıl sonra herkesin gözü önünde sona erdiriliyordu ve üstelik dönem yeni yeni adlandırmalarla, basından medyaya geçiş günleriydi. Ağırlıkla muhabirleri yani basın emekçilerini kapsayan büyük bir işsizlik dalgası vardı. Ve o sırada, ağırlıkla Ankara geleneği olan basında birbirine “Arap” diye seslenen gazeteciler, bir çağrı bildirisi yayınladılar. Bildirinin başlığı gazetecilere sesleniyordu: “Arap bu senin krizin değil mi?”

İlk Arap Marx

Ağırlıkla Ankaralı ama 90’lardan itibaren soyu tükenecek olan “Arap” gazetecilerin tarihi 1858’e kadar geriye gidiyor. Komünizmin kurucuları Marx ve Engels arasındaki bir mektup bunun evveliyatı. 9 Nisan 1858’de Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı notlarını okuyan Engels, arkadaşına gönderdiği mektupta “sevgili Arap” ifadesini kullanıyor. Ardından 60’lı yıllardan itibaren sosyalist harekete de yakınlık duyan gazeteciler, daha çok Ankara Rüzgarlı da ama İstanbul Babali’de de, birbirlerine Arap diye hitap ediyor.

Parayı gören gazeteci

Evet 90’lar ama Türk basınında asıl başka türlü kıpırdanmalar 12 Eylül darbesinden sonra iktidara gelen ANAP döneminde uç veriyor. Aslında geriye doğru basın hep devlet ve iktidarlarla bir şekilde iletişim/ilişki içinde yaşarken, çağ atlatan ANAP’la birlikte parayı da tanıyor. Tabii ki basın sektörünün çoğu değil ama bazı gazeteciler neredeyse iş adamları gibi para kazanmaya ve öyle yaşamaya başlıyorlar. Patronların, bizim şimdi adını güçlü bir biçimde anamadığımız, editöryal yapı üzerindeki denetimleri iyice artıyor. İş, sermayeyle de haşır neşir gazeteci-yönetici süreciyle birlikte, tam 90ların başında “sendika neye yarar” noktasına dayanıyor. Tam bu dönemde, gazetelerin binaları büyüyor, büyüyen gazete binaları içerisinde henüz gazeteciler var ama sendika şapkaları da gidiyor. Binalar büyüdükçe, haberler küçülüyor.

90’ların otosansürü

90’larda ilerlemeye başlayınca artık haber yayınlanması gereken bir ihtiyaç yerine, saklanması gereken bir tehlike olmaya dönüşüyor. Devlet ve iktidardan kaynaklanan sansür, gazetelerin ve gazetecilerin hayatında hiç eksik olmamıştır ama bu yıllarda otosansür ortalığı kasıp kavuruyor resmen. Kasıp kavurma doğru bir tanım olmaz, buna otosansürle ortalığı suspus hale getirmek dersek yeridir.

Amigo gazeteciden aktör gazeteciye

Ve artık yeni adıyla medya, 2000’lerle birlikte o eskinin kimi zaman magazin koksa da halkı yansıtan haberlerinden de vazgeçip, siyasi kriz içerisindeki devlet ve iktidarlar buhranlarının doğrudan parçası, aygıtı haline dönüşüyor. Gazetecilik bir devlet ve iktidar bülteni haline gelirken, gazeteciler de iktidar dişlilerinin önemli işlev gören aktörleri haline sıçrıyorlar. Artistler, ses sanatçıları gibi meşhur gazeteciler dönemine hoşgeldiniz. Bu döneme ilişkin “ANAP muhabirleri” örneğiyle anlattığımız gazetecilik tipi, doğrudan devletle olmasa bile, az sayıda gazetecinin otosansürü ve sansürü de kabullenip ama esas olarak liberal politikaların sağladığı imkânlardan iktidar-gazeteci ilişkileriyle faydalanmayı ifade ediyor.

Şak diye gazetecilik

Ve bu dönemin ardından AKP dönemi başlıyor. Dönem ortasına doğru ilerlediğimizde, eski dönemin bütün hastalıklarını taşıyan ve artık “AKP tipi gazetecilik” diye adlandıracağımız gazeteler-gazeteciler zuhur ediyor. Bu dönemin ilerleyişiyle birlikte, şimdi içinden geçtiğimiz dönemde bu tip gazeteciliği 28 Şubat döneminde Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in Başbakan Tansu Çiller’e ilişkin “Tak diye emrediyor, şak diye yapıyoruz” sözleriyle ifade ettiği biçime benzetebiliriz. Artık medya da bilgi hak getire, siyasetin yaydığı kutuplaşmanın en önemli aracı karşımızdaki. Ve üstelik artık gazeteci, siyasetçiden daha çok propagandist.

Nefret gazeteciliği

Ve bir süre sonra kutuplaşma, gerilim daha da zirveye çıkınca, bu şiddetin boyutu her düzeyiyle medyada yaşanıyor. Artık ne sendika tartışması var, ne insan hakları, ne halk, ne ezilenler, ne çaresizler, ne de haber dediğimiz köpeğin insanı ısırması meselesi. Artık medya, bir savaş halini almış ülkenin gladyatörü gibi. Arkasına iktidarı alan gazeteciler, arkasında iktidar gücü olmayan meslektaşlarını ölümle tehdit edebiliyor. Gazeteciler “hapse girmesi”, “öldürülmesi” gereken meslektaşlarının listelerini yayınlayabiliyorlar.

Bu arada “havuz medyası”, “Fetullahçıların medyası” gibi kategoriler de konuşuluyor. Geriye doğru biraz gidersek, “muhalif” görünen gazetecilerin bu iki kategorinin ittifakında cezaevlerine tıkıldıkları süreçten hep beraber geçtik. Ama bu süreç bitmedi. Artık bir kabulleniş halinde, sadece yazmak, çizmek gibi her gün okurunun karşısına gelen gazetecilerin mesailerinin yüzde 90’ının adliyede ve hapishanelerde yaşandığı bir süreç artık bir Türkiye gerçeği. 15 Temmuz kanlı darbe girişimi de bu gerçeği değiştirmedi. Türkiye’de iktidarlar hala en kolay operasyonları, silahı külahı olmayan basına ve gazetecilere, tabii ki aydınlara, akademisyenlere, yazarlara, çizerlere yapmayı sürdürüyor.

Ölümcül tehlike

15 Temmuz darbe girişiminde direnirken ölen 250 insan başta olmak üzere, bütün topluma tehlike sokaktan değil devletten geldi. Bu kadar devletçi, iktidarcı, güçsever, emir alır medyaya ders olsun. Gazeteciler de her meslek grubu gibi suç işleyebilir, suçlar bellidir. İnsan öldürmek, ırkçılık yapmak, savaş çığırtkanı olmak, güçsüz kesimlere karşı katliam yapmak, hırsızlık yapmak...

Ama gazetecilik mesleğine sığmayan yazılar yazsa da, sadece yazdığı için hiçbir gazeteci tutuklanamaz, yargılanamaz. Gazetecinin suçu varsa, cezasını bütün gazeteciler yargılayarak belirler. Kötü gazeteci sıfatı verilir bunlara, itibar edilmemesi istenir ama eline silah almayan, silaha teşvik etmeyen hiçbir gazetecinin yeri adliye yada hapishane değildir. Şimdi halen başka gazetecilerin hapse girmesini ve öldürülmesini savunan gazetecilerin de öyle.

Başa dönersek Araplar, 90’larda derlenip toparlanıp duramadılar ve bunun sonucu buralara kadar geldik. Aslında kriz 90’lardaki o bildiride ifade edilen Arapların kriziydi. Keni krizini çözemeyen Araplar, kurda kuşa yem oldular. O dönemin Arapları yaşlandı ama ilk Arap olan Marx da bir gazeteciydi. Elbette düşüncesini ve eylemini emekçiler için kurdu. Ama onun düşüncesiyle sözlerimizi bitirirsek, hala iyi gazetecilik ve iyi gazeteciliğin temeli olan halk için söyleceğimiz söz şudur: “Araplar zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz hiçbirşeyimiz yok.”

medyada-bir-arap-dolasiyor-170470-1.