Kestirmeden söyleyelim, “yurttaş gazeteci” ya da “yurttaş gazeteciliği” diye bir şey yoktur; yurttaş haber alma hakkı olandır.

Medyada liberal dandy’lik

Yazılı basının beyin ölümünün gerçekleştiği, kurtuluşunun artık imkânsız olduğu uzunca bir süredir söyleniyor. Demek ki bugün elimizde tuttuğumuz gazeteler birer cesettir. En son ünü büyük TÜİK tarafından açıklanan 2019 tiraj verileri, sekeratta olduğumuzu gösterdi. Covid-19 ile 2020’de mavi siyah bir karanlığa doğru yola çıkacağız. Şakası bile kötü ama sanıyorum karanlığa karışmasak da yavaş yavaş kâğıttan vazgeçeceğiz. Umarım bu geçiş beklenmedik ölümlerle olmasın. Peki, bu konunun son günlerde sosyal medyaya saldırı hazırlıklarını tamamlamış olanlar açısından anlamı nedir? Artık ne derseniz, dijital medya, sanal internet dünyası, sosyal medya nasıl uygun görürseniz, sansürlenecek mi? Bütün kapılar kapanacak, iş yeniden yurttaşlara mı kalacak?

Kestirmeden söyleyelim, “yurttaş gazeteci” ya da “yurttaş gazeteciliği” diye bir şey yoktur; yurttaş haber alma hakkı olan insandır. Gazeteci ise halka, insanlara haber verme yükümlülüğündeki kişidir; görevini devredip kaçamaz.

Peki, yurttaş gazeteciliğinin hiç mi aslı astarı yok diye soruyorsanız, gazetecilerin bir takım resmî elemanlar tarafından görevlerini yapamaz hale getirildiği, patronların, yazı müdürlerinin “kes yayını kes, yok mu bir penguen belgeseli” diye höykürdüğü zamanlarda yurttaşların “ee yettiniz, biz kendi işimizi kendimiz görürüz öyleyse” diyerek duyduğunu, bildiğini, yanındakine, telefondakine, Twitter ahalisine aktarması şeklinde ortaya çıkmış geçici bir çözümdür. Sağ olsunlar, “yazıyoruz, basmıyorlar” diyen çaresiz muhabir kardeşlerin görevini devralmış, “ana akım” denilen varlığı meçhul janjanlı dünyaya son vermiş, malum medyayı tescillemiş, iki buçuk gazete ile TV kanalına, sosyal medyaya, “haydi, herkes işinin başına” diye fırçasını attıktan sonra köşesine çekilmiştir.

YURTTAŞ SOLCU, VATANDAŞ NÖTR

Gezi’den sonra diye bir dönemleme elbette vardır; o tarihten sonra medyada yazılı basının akıbeti belli oldu. Gazeteciler “direne direne kazanacağız” sloganı ile öyle kolay teslim olmayacaklarını ilan ettiler, “darbe ağırsa ağır, meydanı boş mu bırakacağız, çaresini buluruz” inadı ile gerçek gazeteciler harekete geçti. Ruşen Çakırlar, Ünsal Ünlüler, Murat Yetkinler, Faruk Bildiriciler ve diğerleri ortaya çıktı. Haber kanallarının sayısı arttı. Kolay iş değildir; bilmediğin bir alanda çalışacaksın, iyi bildiğin gazeteciliği yeni bir mekânda yapacaksın ki o mekânın tekniğini iyi bilen, işte her neyse mektepli, ukala, çılgın tipler oradadırlar zaten. “Gazetecilik mi, heyt o da bizden sorulur” edası, afra tafrasıyla kostaklanırlar. Alınmasınlar, bu yazıdaki örneği iyi tasvir edebilmek için yaptıklarına kısaca ”liberal dandylik” diyeceğim ki gerçeği yansıttığına yürekten inanıyorum.

Öncelikle bu arkadaşların, -arkadaşlar derken tek bir söyleşiyi esas aldığımı da belirtmem gerek, (Herkesin özgür düşünceyi aradığı şu dönemde Türkiye’de para kazanamayan bir gazeteci varsa problem kendisindedir. newslabturkey.org)- doğruda durmadıklarını da baştan söyleyelim. Söze “gazeteci olmadıklarını” söyleyerek başlasalar da iş tarifleri kendilerini “gazeteci” saydıklarını göstermektedir. Şöyle diyorlar: “Bir gazetecilik projesi olarak değil, farklı alanlardan gelen arkadaşların aradığını bulamama rahatsızlığı, habere ulaşmak için duyulan ihtiyaç, merak, teknolojiye hâkimiyet ve gazetecilere yönelik gençlik siniriyle kurulan 140journos (...) Gazetecilik hayatta demiyoruz çünkü gazete formuna karşıyız, habercilik diyoruz o yüzden: Vatandaş haberciliği. Vatandaşız, haber veriyoruz; biz şahidiz, dürüstçe şahit olalım ve insanlara haber verelim.”

Yurttaş gazeteciliği lafı da dokunuyor arkadaşlara; “Yurttaş lafı çok solcu ama. Bizim de kafamızda bir ‘140 dili ve edebiyatı’ var. Sol söylemlere çok yaklaşmıyoruz, ‘can yakan, nötr, bilimsel bir dil olmalı’ diyoruz. Çünkü herkese ulaşmasını istiyoruz. Kimse yurttaş lafını gördüğü için bilinçaltında solcu diye düşünmesin. Daha nötr olduğunu düşündüğümüz için vatandaş diyoruz.”

Tamam, vatandaş gazeteciliği olsun. Ama bir kere “haber” dedin mi iş biter. Haber gazetecilik demektir. Sonra gazeteci oluyorlar Gezi’de. “Gezi bir günde herkesi değiştirdi. Her yerde anlatıyorduk öncesinde, ‘Herkes vatandaş gazeteci olmalı, gördüğünüzü paylaşın, doğrulayın, bize atın’ diyorduk.” Olmadı ama şimdi, siz vatandaşı muhabir kendinizi de GYY yapmışsınız. Bu işlerin gazetecilikle ilgisi yok. Ama “gazeteciliği” bırakmak istemediğiniz de anlaşılıyor. Bir yerinden tutacaksınız da neresinden? Bu vatandaş gazeteciliği tutsaymış iyiymiş de kimse gelmemiş; “sıradan insanlar gelmedi açıkçası. Gazetecilik öğrencileri tek tük geldi, oysaki biz sanıyorduk ki gazetecilik öğrencileri bu fikre atlar. Hepsi çok mesafeli yaklaştı, ’Biz nereden para kazanacağız o zaman’ dediler. ‘Her girişim kendi ticari modelini yaratır, sen bir işi yap, bu insanların ihtiyaç duyduğu bir şey, niye bu kadar parayı önceliyorsun, bilgiyi paylaşmak değil mi asıl olay, sen nasıl gazetecilik öğrencisisin’ diyorduk.” Her neyse, kuruluşundan 2017 yılına kadar ağırlıklı olarak “vatandaş haberciliğine” ve “şahitliğe” odaklanmış, oradan “yaratıcı belgesel”e geçmiş, sonra pek güzel kurgulanmış Babacan videosuna gelmişler.
“Ama bu gazetecilik değil, PR” eleştirisi canlarını sıkmış tabii.

medyada-liberal-dandy-lik-760971-1.


GERÇEĞİN KOZMETİĞİ

Ortada bir yerde durmayı seviyorlar. “Bu PR değil.” Nedir? Haber midir? Haber olmadığını düşünenler soru meselesini öne çıkarmışlar doğal olarak; “siz bunu sormadınız”, “hayır abi sorduk yani, bende ham kayıtlar var.” İşte yine olmadı; sordunuz yanıt aldınız ya da almadınızsa açıklayacaksınız, “ham kayıt”la olmuyor bu işler. Gazetecilikle para kazanılamıyor, özveri ağır basıyor artık diyenlere de kızıyorsunuz; “tembellik, tembel olmamak derken bundan bahsediyorum. Yemin ediyorum. Türkiye’de herkesin özgür düşünceyi aradığı şu dönemde para kazanamayan bir gazeteci varsa artık sadece ve sadece kendi problemleri olduğunu söyleyebilirim.” Tabii öyledir; işsiz kalan yüzlerce gazeteci, hapisteki gazeteciler, bunlar hiç kuşkusuz “özgürlüğü arayan Türkiye” manzaralarıdır ve siz de 8 yılda keşfettiğiniz gerçeklerle karşımızdasınız. Sizin gerçekleriniz bizim gerçeklerimize pek benzemiyor; daha çok “post truth” resmediyorsunuz siz:

“Gerçek şahane bir şey, ona çok büyük saygı duyuyoruz. Gerçeğin sadece ve sadece kozmetik değeri değiştirilerek en sert şeyleri bile söyleyebileceğine inanıyorum. Eğer bir gün Erdoğan’ı çekersek Saray'da, anlatacağımız şeyin çok büyük bir eleştiri taşıyacağını ama Erdoğan’ın bile bunu çok seveceğini biliyorum. Böyle bir tezat yaratacak, bu kadar eleştirel bir şey bu kadar sevilebilir. Bunu bulmaya çalışıyoruz, bunun arasındaki dengeyi biraz tutturmaya çalışıyoruz.”

İşte bütün mesele bu gerçeği kozmetik salonundan geçirmekte ve dengeli olmakta zaten. İkisiyle birlikte ötekileştirme sorunu çözülür, sınıf çatışmaları sona erer, korkular tarihe karışır! “Önceden korktuğumuz bazı şeylerin refleksif bir korku olduğunu anlıyorum. ‘Şu haberi yaparsanız Erdoğan sizi mahveder.’ Abi öyle bir yaparsın ki Erdoğan bile okur. İnancım bu, kesinlikle.”

***

Yazarken utanıyor insan; aslında söylediklerinizin tümünün felaket olduğunu söylemem gerek. Ama iki cümleyle bitsin bu yazı. İlk cümle Ünsal Ünlü’den olsun: “Mesleğimizi pazarlamacılar değil gazeteciler tartışmalı.” İkincisi Sakallı’dan: “Temsil ediyormuş gibi yaptığı ve yargı yetkisi bulunmayan bir kalabalığın imgeleminde temsil ettiği görüş, benim eleştirimin sınırları dışında kalıyor. Ben gerçekte temsil ettiği görüşü tartışıyorum. (Marx-Engels; Toplu Yapıtlar; Marksizm Leninizm Enstitüsü-Berlin. Cilt 14. sf.387)