İnternet, medya için oksijen çadırı oldu. Habercilik, baskı ve yasaklardan kurtulup nefes aldı. Sonunu gördüğümüz bu medyanın alternatifini farklı mecralarda kuracaksak, temelini gazetecilik meslek etiği üzerine inşa etmeliyiz

Medyanın oksijen çadırı

ELİF ILGAZ

Benimle aynı dönem mesleğe başlamış gazetecileri biraz şanslı görürüm ben. Mesleğe başladığımda bilgisayar sadece daktilo görevi görürdü. Yaşı bana yakın olanlar hatırlar, yazdıklarımızı kağıda değil de ekrana geçen MS-DOS tabanlı bir program kullanırdık ki, biz onu teknolojide büyük devrim diye tanımlardık. Bir defasında arkadaşa “Ya inanmazsın cümleyi siliyor, yenisini yazıyor, hatta yetmiyor araya kelime bile girebiliyorsun” dediğimi hatırlıyorum. Cumhuriyet’e başladığım yıllarda montaj, pikaj ve dekupaj masaları vardı. Bizim yazdığımız haberlerin ya da fotoğrafların çıktısını alır, maket bıçağından daha zarif bir aletle keser, yapıştırırlardı. Cumhuriyet’in emektarları Vehbi Abi ve Fikret Abi QuarkXpress programı gelip de, işlerini ellerinden alınca montaj, pikaj bitti diye çok sinirlenmişlerdi. Uzunca bir süre öğrenmemekte ayak diremişlerdi. Buradan selamım olsun onlara da. Bana az iş öğretmediler. Ajanslar haberleri teleksle geçerdi. Neyse, işin masa başı kısmı böyleyken sokakta haber toplama kısmı da farklı değildi. Polis telsizinden ya da haber kaynaklarımızdan aldığımız istihbaratla, kilolarca ağırlıktaki çantamızı omuzlar, koştururduk. Çantada yok yoktu... Kalem, defter, yedek film makaraları, en ağırından bir kamera, farklı lensler, flaş, kayıt cihazı, çok sayıda pil, en az 2-3 kaset ve bolca da jeton. Sokaklar hareketli. Olay çıkar, polis gazetecileri de coplardı. Başıma çok gelmiştir, misal İstiklal caddesinde olay patlar, polis ve eylemciler arasında çatışma çıkar ve tam o sıra fark edersin ki vakit gelmiştir, çektiğin fotoğraf makaralarını meydanda seni beklemekte olan gazetenin aracına vermelisin.

Telefon yok, iletişim kuramaz, “meydanda iki tur at, birazdan geliyorum” diyemezsin. Mecbur bir arkadaş ki o genelde Ahmet Şık ya da yine bu dergiye de yazan dostum Alper Turgut olur, rica edersin, onlar da yokluğunda bir makaraya iki kare de senin için çekip ayırırlar, atladığın kısmı da eksiksiz yazdırırlar. Bilir senin de aynısını, onun için yapacağını. İşte böyle de bir dayanışma vardı o yıllarda. Döndüğünde şanslıysan, olay bitmemişse, çekmeye devam edersin, bu kez ortam çok gergindir, polis senden çektiğin filmleri almaya kalkar, yine şansın yaver giderse meslektaşlarının yardımıyla güç bela kurtarırsın fotoğraflarını. Görüntüyü aldın haberi yazacaksın, bir sonraki habere yetişme telaşında tuttuğun notlardan haberi toplarsın ardından da telefon kulübesine gider, jetonlu telefondan, haberi gazetede olan bir arkadaşa yazdırırsın. Telefon kesilir, jeton biter bunlar olağan aksiliklerdir.

Bugün elinizdeki bir akıllı cep telefonuyla yukarıda anlatmaya çalıştığım tüm zorlukları aşabiliyorsunuz. Ses kayıt cihazı, fotoğraf makinası, video kamera, kalem, defter, daktilo, bilgisayar. Hatta canlı yayın haberi anında geçme olanağı, hepsi o küçük kutunun içinde.

Ama şimdi daha büyük bir meselemiz var; haber var, haberci var, bir de şahane teknoloji var ve fakat bir kaç gazete dışında haberini yayınlayacak gazete ve televizyon yok.

Geçen hafta Evrensel Pazar dergisine Metin Göktepe’nin anması nedeniyle bir yazı yazdım. Yazarken de o dönem birlikte davayı takip ettiğim meslektaşlarımı hatırladım tek tek. Bugün birçoğu kulvarın dışına çıkarıldı. Restoran açanlar oldu, kitap yazan, yayınevine geçen, reklamcı olan, prodüksiyon şirketi açan, kurumsal iletişim ya da basın danışmanlığı yapan. Bu saydıklarım yine şanslı olanlardı.

Geçen bir düşündüm ki, işsiz meslektaşlarımın sayısı çalışanlardan daha fazla. Ama onlar bile şanslı. Zira birçok gazeteci arkadaşım hakkında da ya soruşturma başlatıldı, dava açıldı ya da tutuklandı.

Bizim dönemin başarılı, tecrübeli birçok gazetecisi, abimiz, ablamız da, ‘Yeni Türkiye’nin medyasının uzağına itildiler. Tam da birikimlerine ihtiyaç duyduğumuz bu karanlık dönemde sesleri kısıldı, susturuldular.

Alternatif mecralar
Bu medyada bir devrin sonu bence. 1990’ların ikinci yarısı itibarıyla medyayı araç olarak kullanan, iktidarla çıkar ilişkisi içinde olup, bankacılık sektörüne giren, enerji ve inşaat ihaleleri peşinde koşan medya patronlarının sonu. Zira ‘iktidara ne verdilerse’ yetmedi. Habercilik bitti yerine halkın sorunlarını görmeyen, duymayan, iktidarın gündemini halka dayatan bir yayın anlayışı egemen oldu.

İşte bu aşamada direnenler alternatif mecraları oluşturmaya başladı. Ben çok sık kullanıldığı şekliyle alternatif medya tanımını çok doğru bulmuyorum. Değişen, alternatif olan habercilik ya da içeriğin sunuluş biçimi değil, mecrası değişti. Televizyon kanalı gibi gazete gibi, pahalı, iktidarlara muhtaç mecralar yerini internet üzerinden maliyeti daha düşük yayıncılığa bıraktı. Elbetteki bunda tüketim alışkanlıklarının da değişmesinin, internete kaymasının etkisi oldu. Periscope, Youtube gibi mecralardan görüntülü canlı yayınların yanı sıra, birçok haber sitesi açıldı. Radyolar canlandı. Haberciliğe geri dönüşün sinyalli görülmeye başlandı.

Bunun iyi örneklerinden biri de, yılların deneyimli gazetecisi Ruşen Çakır’ın öncülüğünde hayata geçen Medyascope. Bisikletçilikten, ekonomiye, psikolojiden, kitaba farklı birçok konunun yanı sıra gündem değerlendirmeleri ve ana haber bülteni de var.

O her ne kadar sizlerle yapıyorum dese de gazeteci Ünsal Ünlü’nün hafta içi her sabah 9’da periscope’tan, tek başına çıkıp gündem üzerine konuştuğu ve ardından da gazetelerin birinci sayfalarını değerlendirdiği ‘patronsuz’ yayıncılık da, alternatif mecranın iyi örneklerinden.

Son dönem Rusya’nın Sesi 106.4, RS FM’de radyodan alternatif bir mecra oluşturmakta. Bir buçuk seneyi aşkın bir zamandır Yavuz Oğhan gündemi gerçek taraflarıyla değerlendirerek, anlamaya, anlatmaya çalışıyor. Yine Ceyda Karan RS FM’de dünyada neler yaşandığını bir çırpıda özetliyor. Yeni başlayanlardan Enver Aysever de sabahları gün doğmadan harika şarkılar eşliğinde, gündem üzerine telefon bağlantıları yapıyor.

Alışkanlıklardan vazgeçmeli
Haber yapma telaşı içinde olan birkaç gazete kaldı; BirGün, Cumhuriyet ve Evrensel. Kağıda basılı gazeteciliğe devam ederken, bir yandan da internet haberciliğine geçiş yapıyorlar.

Biliyorum alışkanlıkla almaya devam ediyorsunuz sayfa sayfa geçerken okuyacak bir şey bulamadığınız gazeteyi ya da elinize alıp kumandayı kanalları dolaşırken, en çok bağrış çağrışın olduğu kanalda takılıp kalıveriyorsunuz farkında olmadan.

İnternet, medya için oksijen çadırı oldu. Habercilik, baskı ve yasaklardan kurtulup nefes aldı.

Sonunu gördüğümüz bu medyanın alternatifini farklı mecralarda kuracaksak, temelini gazetecilik meslek etiği üzerine inşa etmeli, içerideki ve dışarıdaki gazetecilerle dayanışarak yükseltmeliyiz.

Not: Cezaevinde tutuklu bulunan gazeteci dostlarımı en içten özgürlük dileklerimle kucaklıyorum. Bu günler de geçecek, bitecek elbet... Bu baskı, bu zulüm bitecek.