Yazar Metin Aktaş, edebiyat dünyasına ilişkin, “Medyatik bir kimliğiniz yoksa yayınevleri dosyanızı okumaz. Bir kitabımı birkaç keçimi satarak kendim bastırdım. Tabii o yıl kışı çok zor geçirdik” ifadelerini kullanıyor.

Medyatik değilseniz yayınevleri görmez

Filiz Gazi

Yazdığı romanlar nedeniyle onlarca kez gözaltına alındı. 1994 yılında yaşadığı evi ve köyü yakılıp boşaltılınca Elazığ’a yerleşti. 2006 yılında “Harput’taki Hayalet” adlı romanı yayınlandıktan sonra evi ve işlettiği bakkal yakıldı. Fakat yazmaktan hiç vazgeçmedi. Yazar Metin Aktaş’tan bahsediyoruz. Bugüne kadar yayımlanmış 20 romanı olan Aktaş’la her koşulda yazmayı sürdürdüğü hayatını ve romanlarını konuştuk.


Hayatınızın çok kolay geçmediği anlaşılıyor. Edebiyatla tanışmanız, yazıyı keşfetmeniz nasıl oldu?
İlkokuldan sonra girdiğim sınavda altı yıllık Tunceli yatılı lisesini kazandım. Tunceli Lisesi’nde okurken erken yaşlarda sosyalist düşünceyle tanıştım. Sosyalist düşünceyle tanışmış olmam, hayata farklı bir gözle bakmamı sağladı. Yaratıcı duygularımı gün ışığına çıkardı. İlk yazılarım Tunceli lisesinde okurken bir grup sosyalist düşüncede gencin yayınladığı duvar gazetesinde yayınlandı. Bundan dolayı Hakkâri Lisesi’ne sürüldüm.

Hakkâri Lisesi’nde okurken genç bir avukat olan Cumhur Keskin’in yayınladığı Yerel Hakkâri Halkın Sesi Gazetesinde köşe yazıları, röportajlar yapmaya başladım. Yaklaşık iki yıl kadar devam etti. Bu çalışmalarım Hakkâri’de egemen olan devletle içli dışlı olan feodal güçler ve devlet bürokrasisini rahatsız etti. İzmir Urla Lisesi’ne sürüldüm. İzmir Ula Lisesi’ne gitmeyerek lisede öğrenim hayatımı sonlandırdım.

Yazdığınız ilk roman peki… Sizin için nasıl bir anlam taşıyor?
Yazdığım ilk roman Munzur Efsanesi. Bu romanımın trajikomik bir öyküsü var. Romanı köyde keçileri otlatırken yazdım. Posta yoluyla yayınlanması için bir yayınevine gönderdim. Ama roman yayınevine ulaşmadan nasıl olmuşsa Tunceli Valiliği’ne ulaşmış. Bir gün keçileri otlatırken köye gelen bir manga asker beni apar topar alıp Ovacık Kaymakamlığı’na götürdü. O zaman Tunceli (Dersim) Valisi olan Kenan Güven romanı okumuş. Bir imam, bir subay, bir öğretmenden oluşmuş bir komisyon oluşturarak romanı değerlendirmişler. Romanımın Türk milletinin örf ve adetlerini zedelediği, Dersim’de yaşayan halkın Orta Asya’dan geldiğini anlatmadığı, Dersim halkının alevi inançlarını sempatik gösterdiği söylendi. Yeniden istedikleri şekilde yazmam gerektiğini ve bunu yaptığımda yayınlanmasına yardım edeceklerini ilettiler bana. Şaşırdım. Tabii ki Vali Bey’in istedikleri değişiklikleri yapmadım. Romanı 1986 yılında kendi çabalarımla yayınlattım.

HİÇBİR ŞEY BENİ DURDURAMADI

“Harput’taki Hayalet” romanınız yayınlandıktan sonra bakkal dükkânınız ve eviniz yakılmış. Neler hissettiniz?

Evet. Tunceli Lisesinde duvar gazetesine yazı yazmaya başladığımdan bu yana süren elli yıllık yazım serüvenimde yazdıklarımdan dolayı yaşadıklarımı anlatmakla bitiremem. İlk şiddeti Hakkâri Yerel Halkın Sesi Gazetesinde yayınlanan bir söyleşiden dolayı yaşadım. Sonrası gözaltılar… Sayısını unuttum. 1994 yılında evim köyüm yakılarak göçe zorlandım.

2006 yılında Ermeni tehcirini anlatan Harput’taki Hayalet romanım yayınlandıktan sonra işlettiğim bakkal dükkânı ve evim hala anlayamadığım bir şekilde gündüz yakıldı. Başıma ne geldiyse yazmam yüzünden geldi ama hiçbir şey beni durdurmadı. Yazmaya devam ettim.

1994’te ailenizin göçe zorlanması nasıl oldu?
1937 -1938 yılında babamın annemin evini yakıp yıktılar, köylülerin yüzde seksenini öldürdüler. Aynı olay 1994 yılında tekrar yaşandı. Tekrar annemin babamın ve çocuklarının evlerini yakıp onları zorla kentlere sürdüler. Ve sürüldükleri kentlerin varoşlarında topraklarına hasret öldüler.

Dersim katliamından bahsediyorsunuz…
Evet. Ben kendimi tanımaya başladığımda köyümde eşleri, çocukları, anneleri, babaları, akrabaları, dostları, köylüleri 1937-1938 Dersim katliamında öldürülmüş 42 dul kadın vardı. Köyümüzde yaşayan insanların yüzde sekseni 1937- 1938 katliamında öldürülmüştü; on iki yaşından büyük erkekleri toplayıp birbirine bağlayarak dağda canlı canlı yakmışlar, geriye kalanları ormanda aylarca süren kovalamacada sonra öldürmüşlerdi. Ben 1937-1938 katliamında sağ yakalanıp sürgüne gönderilip sürgünde hayatta kalmayı başararak 1947 affından topraklarına geri dönmüş insanların şinşivanlarını, ağıtları dinleyerek büyüdüm. Onların sesleri içimin derinliklerinde canlı duruyor. Yaşadıkça da duracak gibi.

BİR KATLİAM BİR KUŞAKLA BİTMİYOR

Romanlarınız daha çok bu tarihle mi ilgili?

Bir katliam bir kuşakla bitmiyor. Birkaç kuşak sonrası insanların yaşamlarını da altüst ediyor. Ben de bu insanlardan biriyim. Vahşi bir şekilde öldürülmüş bu kadınların seslerini anlatmak istedim insanlara. Kalemi elime aldığımda ya da klavyenin başına geçtiğimde hep bu kadınlar canlanır. Biliyorum ne yazarsam yazayım asla bu acıları anlatacak beceriye ulaşamayacağım.

Bu katliamların artık bu topraklarda yaşanmaması için yazıyorum. İnanın ki bunları yazarken kimseye kin gütmüyorum, kimseden öç alınsın istemiyorum. Sadece artık bu topraklarda insanlar etnik kimliklerinden, inanç farklıklarından dolayı baskı altına alınmasın, dövülmesin, öldürülmesin, zorla topraklarından sürülmesin diye yazıyorum.

Tüm bu romanları nasıl bir disiplinle yazdınız?
Yoksul bir insan olduğum için zamanımın tümünü yazmaya ayırmadım. Ailemin yaşamını idame etmek için çalıştım. Arta kalan zamanlarımda yazdım. Bazen çalışırken fırsat bulduğumda yazdım. Dersimin Ovacık kazasının ücra bir dağ köyünde yaşıyordum. Köyümün yolu elektriği, okulu yoktu. Hala yok… Munzur efsanesi, Hamal Dersimli Bektaşi, Acı Fırat Asi, Fırat, Gerçek ve İşkence romanlarımı o köyde yazdım. O yıllar baskıların yoğun olduğu yıllardı. Bu yüzden yazdığım her sahifeyi saklamak zorunda kalıyordum. Hem ailem hem köylülerim beni bu yazma çılgınlığından vazgeçirmek için ellerinden gelini yaptılar. İnanmayacaksın, köye askerler operasyona geldiklerinde bir suçluymuşum gibi koşarak gelip beni uyarırlardı. Romanlarım yayınlanıp, yazar olduğum öğrenildikten sonra evime yapılan operasyonlar arttı. O yıllarda birçok kez tutuklandım. 1994 yılında evim ve köyüm yakıldı. Elazığ şehrinde bir gecekonduya yerleştim. Ara işlerde çalışmaya başladım. Çalışırken yazmayı sürdürdüm. Bazı geceler uyumadığım oldu. Elazığ’a yerleştikten uzun bir süre sonra oturduğum gecekondunun kenarına küçük bir göz yaparak bakkal dükkânı açtım. Bakkal dükkânını işletirken yazmaya devam ettim. Altı romanımı bakkal dükkânı işletirken yazdım.

İlk romanlarınızı yayınevlerine gönderdiğinizde ne yaşadınız?
Can alıcı bir soru sordunuz. Sanırım bu ülkede yazan her insanın başına gelen şeyler benim de başıma geldi. Üzülerek ifade edeyim ki eğer medyatik bir kimliğiniz yoksa yayınevleri, çok iyi bir roman yazsanız dahi bırakın yayınlamayı açıp okumaya bile zahmet etmez. Yazdığım ilk romanı Cağaloğlu’nda bir yayınevine götürmüştüm. İçeride iki beyefendi oturuyordu. Uzun bir ısrar sonucu dosyamı vermeyi başardım. Dosyayı elimden alıp masanın üzerine fırlattı ama ben daha dışarı çıkmadan dosyayı verdiğim beyefendi yanındaki arkadaşına ‘zincirini kıran bize koşuyor’ deyince beynimden vurulmuşa döndüm. Geri dönüp dosyamı geri aldım. Birkaç ay içerisinde dosyayı onlarca yayınevinde dolaştırdım. Kabul edilmedi. Birkaç keçimi satarak kendim bastırdım. Tabi o yıl kışı çok zor geçirdik. İlk üç romanımda bu sıkıntıları yaşadım. Daha sonra yayınevleri romanlarımı yayınlamayı kabul etti. Bugüne kadar Ütopya yayınları, Yön Yayınları, Belge Yayınları, Doz Yayınları, İletişim Yayınları, Tutem Yayınları, Aram Yayınları ve Fam Yayınlarıyla çalıştım. 2021 Yılında yayınlanmış bütün romanlarımı Dara Yayınları’nda yayınlama kararı aldık. Tekelleşmiş bu dünya, yeni düşüncelerin filizlenmesine fırsat vermiyor, daha doğmadan ana rahminde öldürüyor. Bu yüzden gazeteniz aracılığıyla okuyuculara sesleniyorum. Tekel dışındaki sol, sosyalist düşüncede yazarların kitaplarını yayınlayan yayınevlerine, gazetelere destek verin. Onların ayakta kalması sizin desteğine bağlı.